Bazen öyle bir cümleye rastlarız ki kitapta, o tek cümleden koca bir roman yazılabilir... Bu grup, işte o sözler için...
Dip Not: Her kitap için ya da her yazar için bir konu açıp, o kitaptan veya yazardan alıntıları ekleyebilirz. Bol konulu, bol alıntılı, boooollll paylaşımlı bir grup olması dileğimle :)
‘’ Biz kendi ulusal kimliğimizi, şahsiyetimizi elde etmediğimiz müddetçe ve ben, Avrupalılar, Amerikalılar ve Ruslar karşısında, benim kültürüm, sanatım, dinim, maneviyatım, tarihim, şahsiyetim, insani kabiliyetim ve kimliğim budur, ortada; sende bunlara değişik kalıplarla sahipsin, gel ortak bir programla, bütün bunlardan istifade edecek yeni bir insan oluşturalım diyemediğim müddetçe, istenilen neticeyi de bekleyemem. Şimdi hiçbir şeye sahip değiliz ve elimizde olanları da almışlar. O halde ulusalcılık yani kendi insanlığımıza, benliğimize dönüş yapmak gerekir.’’
‘’ Özel durumları olan bir topluma bağlı olduğun milliyet yönünden İran’la bağımın bulunduğu, din yönünden İslami değerlere sahip olduğunu ve bu özel tarih ve kültüre sahip bulunduğum bir zaman, normal bir hadiseyi yansıtmaktadır. Şimdi ise ben ve benim gibilerinin hem İslam ve hem de İslam dışı toplumlardan kopmuş olduğu gözlenmektedir. Bunun da ötesinde hem milli kültürden ve hem de kendi kavmi şahsiyetimizden kopmuş durumdayız. Yani kısacası şahsiyetsiz bir adam olmuşuz. Bir insanın şahsiyeti, din, kültür ve tarih sermayesine bağlıdır. Bu sosyal şahsiyetinin özetidir. Ben kültür, din ve tarihe yabancı kaldığım zaman insani şahsiyetten yoksun kalmış olurum.. Benim söylediğim, manada, kültür, milli şahsiyetten uzak kaldığımda tarihten ve dinden de yoksunumdur. Yani muhtevadan yoksun bir fert, manevi sermayesiz, teşhis, mantık ve seçme gücünden yoksun bir şahıstır.’’
‘’ Bütün yönlerden iyi olduğumuzu izah etmeye çalışıyorum. Hayır! Duraklamıştık, ama asildik. Asil idik de ne demek oluyor? Yani “kendimiz idik. Değerler bizden kaynaklanıyordu. Duraklamıştık, ama insandık,” “kendimiz seçebiliyorduk” “kendimize ait zevklerimiz vardı” “kendimiz elbise yapıyorduk; bina yapıyorduk; bizzat kendimiz renk, güzellik ve modayı belirliyorduk. Kendimiz şiir söylüyorduk, yazıyorduk… Kendimiz din-diyanet sahibiydik, kendimiz inanıyorduk ve bunların tamamı bize aitti. Lakin şimdi bunlar bizim malımız değil. Bizim en iyi mütefekkirimiz özüne dönüş yapmak ve asalet istiyor, ama yine de tercüme yabancıdır.’’
‘’ . Orta Çağ hurafe ve taassubuna karşı mücadele verdiklerini tasavvur ettiklerinden karşılıksız çalıştılar, fedakarlık gösterdiler ve bunun neticesinde, bu caddeler açıldı; böylece kültürler öldü, kendimize karşı savaştık ve öz benliğimizi inkar etmeye ulaştık. İslam ülkeleri ve doğulu toplum asil insanlardan boşandı. Öyle ki, artık kendi elbisemiz aklımızdan çıkmış. Böyle bir platformda kültürümüzü nasıl unuttuğumuzu sormaya bile gerek yok. Ne olurdu, bütün maddi kaynaklarımız, maddi menfaatlerimiz, yeryüzündeki kaynaklarımız, yeraltındaki bütün zenginliklerimizi Doğu sınırları içinde, (kasıt bütün doğudur; Asya ve Afrika, kastı İslam ülkelerinin tamamıdır) yağmalansaydı, yenilseydi de yeter ki bozulmamış insanlar olarak kalsaydılar. Eğer kalsaydılar bunların tamamını yeniden geri almaya imkan olurdu ve kendi ayaklarımız üzerinde durabilirdik. Ama kendi benliğimizden koparılıp, ayrı düştüğümüzde, Sordel’in tasdikçisi ve diyalektiği olduk. Sordel şöyle diyor: “Bir patron, efendi, bir güçlü, bir psikolog, bir ferdi kendi şahsiyetinden boşaltır, onu ezer, tahkir eder, onda aşağılık duygusunu uyandırırsa, o fert kendisini, hakir küçük ve diğerlerini büyük hisseder. Bu onuru kırılmış, aşağılanmış fert (bu günümüz dünyasının en büyük nazariyesidir), kendisini benliğinden ayrılmış, köksüz, ve temelsiz görür ve netice olarak kendisinde aşağılık duygularını, küçüklük kompleksini oluşturanların daha üstün bir ırktan, olduğuna ve onun daha iyi yaşadığını iyi anlayıp, üstün olduğuna inanır. Ve kendisinin küçük, basit ve değersiz olduğuna; kötü ve basit bir din, kültür ve ırka sahip olduğuna inanır.” Onun zihninde sahip olduğu, din, kültür ve tarih, kötüdür, ama buna karşılık muhatabının bütün her şeyi iyidir; öyle ki, muhatabının Napolyon’u iyidir ve kendisinin Nadir Şah’ı kötü… ‘’
‘’ Servet, mimarlık sanatı, sermaye, üretim, medeniyet ve kültür seviyesi, işte böyleydi Medine’nin. Medine’nin yanı başındaki Heyre’ye gelince… Soyluluk ve ihtişamı ile “Sedir” ve “Harnek” saraylarına sahip olan Heyre’ye girdiğiniz zaman, Medine’ye girdiğinizi sanırsınız. Gassaniyan’lara girdiğiniz zaman, Rum medeniyetinin merkezine düştüğümüzü sanırsınız, en güzel elbiseler, en üstün saraylar, erkek ve kadınların göz alıcı ziynet ve süsleri söz konusudur. Gassaniler’in Rumlara benzeme ve “Heyrei’le-rin İranlılara benzeme” maskaralığı, taklitçiliği.’’
‘’ Sasani padişahlarının taklitçileri olan Heyrei’lerin Sarayları Sasani saraylarına benzemekte ve onların saraylarından daha görkemli ve süslü saraylar yapmaktaydılar. Efsanelere konu olacak saraylar. Ve bu aynen bizim gördüğümüzün bir benzeridir. Mukallidlerin devamlı olarak asıllarından, uyduklarından daha aşırı gittikleri ve ifrata düştüklerini gördüğümüz gibi. Amerika’da tahsil yapmış hanım iş arkadaşlarımdan biri şöyle diyordu: “Amerika’dan geldiğim zaman, Avrupa hanımlarını Amerika hanımlarından daha şık gördüm. Avrupa’dan Tahran’a geldiğimde, Tahran hanımlarını Avrupa hanımlarından daha şık gördüm; daha sonra kendi şehrime geldiğim zaman, burada bir grup garpzede taklitçi ve yenilikçi kadını Tahran kadınlarından daha şık gördüm…”
Ben, ona “Eğer bunu sürdürüp daha küçük şehir, kasaba ve köylere gitseydin, birkaç günlüğüne Tahran’a kapıcılık, aşçılık ve uşaklık için gelmiş olanları, Amerikalılardan daha fazla yenilikçi ve modacı görürdün..” dedim. Bu genel bir kanundur. Neden? Ruhi bir diyalektiktir. Herhangi bir başka yeri karşı kompleks içinde olup aşağılık duygusuna kapıldığı zaman, onda bu hareket duyguları, onun vücudunda aksülamel tepki meydana gelir, bu aşağılık duygusunu telafi etmek gayesiyle, kendisini ona ulaştırmak ister. Hedefine ulaşmak için, haddinden fazla ifrat gösterir. Kendi ruhunda ondan geri kaldığına dair herhangi bir duygu, vesvese kalmayıncaya kadar aşırılığını sürdürür. Onunla aynı seviyeye geldiğine inanması için,bu ifrat tek yoldur. Bu geri kalmışlık ukdesi (kompleksi) ister-istemez ifrata vesile olmaktadır. Düşüklük ve ilerlediğini ispatlama kompleksi. Eğer Afrika’ya giderseniz, Avrupa’da eşine rastlayamayacağınız modern binalara rastlarsınız. Cezayir, Tanzanya, Darul İslam ve Güney Afrika’da benzeri az olan bu tür mimari eserler gözünüze çarpabilir. Sistelin Güney Afrika’da kurmuş olduğu sarayın bir benzerini, Fransa ve hatta bütün Avrupa mimarisi sahip olduğu “Kerbuz” gibi büyük mimarlara sahip olmasına rağmen kuramamıştır. Kuveyt gibi ufak bir ülkede bulunan binalar Avrupa’nın neresinde bulunur? Misal olarak altın işlemeli ve kaplamalı mozaik nerede var? ‘’
‘’ Avrupalı bir aydının maddeciliğinin, bir mütefekkir filozofun maddeciliğine benzemediği gözlenmektedir. Bundan dolayı dünya, yeryüzü, gökyüzü, ve değişik felsefi mektepler üzerinde düşünmüyor. Bu düşüncenin neticesi olarak, maddeye yönelmiyor da. Bilakis doğal bir aksülamel olarak, 14, 15 ve 16. asrın toplumundaki durum onu böyle bir tepki göstermeye sevk ediyordu. Yani Avrupalı aydınların maddiyatçılığı, toplumlarındaki asrın ahirete yönelmedeki ifratına bir tepkidir. Aydınların ilimciliği (ilimperestliği), Orta Çağ ruhbanlarının ilme olan muhalefetine bir tepkidir.’’
‘’ Muhammed Abduh şöyle diyor; “Onlar dini terk ettiler, hürriyete, efendiliğe ve bütün dünyaya hükmetme noktasına ulaştılar. Biz dini terk ettik, zillet, ayrılık, bölünme, tefrika, yiKilmanın içine düştük, bize dikte edilen her şeyi almaya hazır olduk ve bize zorla verilmek istenen, önümüze atılanları almak durumunda kalmak noktasına ulaştık… “Niçin? Neden bir sebep iki yarı noktada, iki sosyal şartta, birbirine zıt ve ters iki ayrı netice doğuruyor? Çünkü sosyolojide, felsefede, ilimlerde gerçekler iki türlüdür. Bir iş, bir mesele; ya hakikattir, ya batıl. Eğer gerçekse, her yerde gerçektir ve her zaman da hakikat. Misal olarak eğer, yerçekimi gücü güneşin etrafında dönüyorsa, bu hem Avrupa’da hem İran’da doğrudur. Bin sene, yüz bin sene sonra da doğrudur. Eğer bu teori doğru değilse, heryer ve her zamanda doğru değildir. İlmi ve felsefi meselede bir olgunun hak mı yoksa batıl mı olduğuna bakmak lazım. Ama, sosyal meselelerde başka bir sebebi de değerlendirmemiz gerekiyor. O sebebi unuttuğumuzda, bütün yargılarımız iç-içe ve karşı karşıya batıldır. Sosyal meselelerde, hak ve batıldan ayrı olarak (5) idrak etmek, neden ve nerede planlandığı meselesi üzerinde düşünmek söz konusudur. Bunun göz önünde bulundurulması gerekir. Öğrencilerden biri Kisrevi konusunda bana soru sorduğunda şöyle cevap verdim: “Benim Kisrevi’nin kitapları, sözleri ve maksadıyla bir işim yok. Farz edelim her söylediği doğrudur, yüzde yüz mantıki ve ilmi gerçeklerdir. Ama unutmamanız ve unutmaman gereken, onun meseleyi söz konusu ettiği sosyal şartlar ve dönemin hakim olduğu atmosferde bu mesele başkaydı.”
‘’ Aydınların doğu toplumunda yaptığı ilk iş, dine karşı mücadele vermek oldu. Avrupa’da dine karşı verilen mücadelenin neticesi, fikir hürriyeti, düşüncenin gelişmesi, parlak bir medeniyet, acaip ilerlemeler, hayatın bütün sahalarında hızlı ilmi gelişmeler oldu. Ama, İslam ve doğu ülkeleri toplumlarında, dine karşı verilen mücadele veya dinin tesirsiz bırakılmasına çalışma eylemlerinin en seri ve en büyük neticesi, emperyalizmin nüfuzu önündeki engeli kaldırmak, iktisadi sömürü saldırılarının yolunun açılması, masrafların hücumu ile yıkımı kolaylaştırmak; doğu toplumlarında fikri sapmanın meydana gelmesine vesile olmak ve bunlara benzer yüzlerce saldırı ve hücum. Meseleye bakın ve kıyaslayın. Doğulu ülkelerde aydınlar hareketinin meydana geldiği dönemi, öncesini ve sonrasını değerlendirin.
Bu neticeyi, aydınların Avrupa’daki önceki ve sonraki gelişmeleri özellikleriyle karşılaştırın ve her ikisini kıyaslayın. Neticenin tamamen birbirinin tersine, zıddına olduğu görülür.’’
‘’ Aydın, Avrupa’daki 17. yüzyılda meydana geldi. Feodalizmin, Avrupa’ya hakim olduğu, Sezar’ın din adına hükümet ettiği bir ortamda bu oluş meydana geliyordu. Oluşturulan bu atmosferden dolayı, Avrupa aydını dine karşı dinden uzak bir çizgide gelişme gösterir. Din alimlerinin zorbalık, baskı ve sultasından kurtulmak ve hürriyetlerini elde etmek için bu hareket başlatılıyordu.’’