Bazen öyle bir cümleye rastlarız ki kitapta, o tek cümleden koca bir roman yazılabilir... Bu grup, işte o sözler için...
Dip Not: Her kitap için ya da her yazar için bir konu açıp, o kitaptan veya yazardan alıntıları ekleyebilirz. Bol konulu, bol alıntılı, boooollll paylaşımlı bir grup olması dileğimle :)
Türk topraklarının öz oğlu, kahramanlığın ta kendisi olan Mehmet Çavuş gösterişsiz ve bozuk bir tasın önündeki mütevazı toprağın altında yatıyor. Kendi topraklarımızın üzerinde yendiğimiz düşmanın göğe bas kaldırmış âbideleri yükselirken kahraman Mehmetçiklerden biri olan Mehmet Çavuş dünyadaki mütevazı hayatına çok benzeyen şimdiki yerinde sonsuz uykusunu uyuyor. Mehmet Çavuş’un türbesini görünce ve bu bakımsızlık ve gösterişsizliğin karşısında irkildim. Çok acı şeyler söylememek için haydi şöyle diyeyim: Ey dünya... Sen çok kansız ve çok nankörsün...
İstanbul’da tımarhanelik bir çılgın sevdiği bir Yahudi kızını öldürdüğü zaman, kızın cenaze merasimini Türklere düşmanlık nümayişi şekline sokan ve hatta Türk ordusuna uşaklık eden ( çünkü Yahudi hiçbir zaman asker olamaz) askeri üniformalıları da dahil olduğu halde “Kahrolsun Türkler” diye bağıran aynı hain Yahudilerdir.
Kınında çok duran kılıç paslanır... Türk kılıcı paslanmamalıdır.
Fakat bu âbide bakımsızlıktan az çok harap. Hey gidi koca Çanakkale hey! İtalyanlar da kancıkça Trablusgarb’a saldırdıkları zaman yine seni zorlamışlardı, fakat senden zorla geçmenin imkanı var mı? İşte onların daha kabadayıları da sana saldırdılar ve onlar da aynı dersi aldılar... Yarın da belki daha kabadayıları gelecek... Onlara da biz aynı dersi vereceğiz... Çanakkale, sen yabancılara tarihin ebedi bir ihtarı halinde kalacaksın... Onlar senin ufuklarında daima Tekin değildir levhasını görecekler.
KAHRAMANLIK
Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmemektir.
Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir;
Kahramanlık: Saldırıp bir daha dönmemektir.
Sızlasa da gönüller düşenlerin yasından
Koşar adım gitmeli onların arkasından.
Kahramanlık: İçerek acı ölüm tasından
İleriye atılmak ve sonra dönmemektir.
Yırtıcılar az yasar... Uzun sürmek doğanlık...
Her ışığın ardında gizlidir bir karanlık;
Adsız sansız olsa da, en büyük kahramanlık;
Göz kırpmadan saldırıp bir daha dönmemektir.
Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
Ne de güneşler gibi parlayıp sönmemektir.
Bunun için ölüme bir atılış gerektir.
Atıldıktan sonra da bir daha dönmemektir...
Musavver becerikli elleriyle ekmek isini başarırken bugünkü Türk kadınını düşünüyordum: Bugünkü Türk kadını dünü tamamen silkip atmış değildir. Bugünün Türk kadını “dün yok, yarın var” diye haykıran cılız varlık değildir. Türk kadını kalemini, kafasını kullanmayı bildiği gibi sırasında da sırtında cephane taşımayı, kahpe kursun yaralarını onarmayı ve yiğit Türk çocuklarını yetişmeyi bilen yüksek bir yaratılıştır. Bugünün Türk kadınını “beşikteki Türk çocuklarını sulh ninnileri söyleyerek büyüteceğiz” diyen Aliye Esat Hanım gibiler temsil etmez.
Düşmanlarımızın en yaygaracısı olan Fransızların bile itiraf ettikleri bu Türk kahramanlığı ve bu kahramanlığın doğurduğu Çanakkale destanı acaba unutuluyor mu?
Görüyorsun ki eller kendi şerefsizce yenilen ölülerine bile nasıl saygı gösteriyor, onların basına ne büyük taslar dikiyor... Sana gelince: Senin ölüme göz kırpmadan bakan şerefli şehitlerinin hâlâ âbidesi yok!...
Büyük Anafarta köyü birçok kasabaları geride bırakabilecek kadar dolu. Köyün tek kahvesinde bizi karşılayan köy mualliminin, çıplak bacaklı, açık kollu, kesik saçlı kız arkadaşlarımızı yadırgamayan köy imamının ve köye tamamen hakim bulunan muhtarın elinde işlenen bu yurt köşesi o kadar kutlu ki... Biz az dinlendikten sonra muallimden bize mektebi gezdirmesini istedik. Sevinerek kabul etti. Küçük bir tepede yükselen mektebe girdiğimiz zaman hiçbir şey söylemeden, fakat aynı şeyi duyarak birbirimize baktık. Ve en büyük inkılabın hakikaten köylerde başkaldırdığına bir kere daha inandık. Koridorun karsısında Gazinin büyük bir resmi var. Büyük Anafartalar köyündeki bu resmin gücü burada anlatılamaz.
Harmanın sahibi İsmail adlı bir köylüydü.. ilk sözümüz hangi cephede bulunduğunu sormak oldu. Ondan sonra da ihracın ilk gününde ve sabahtan yaralandığını esir olarak Mısır’a götürüldüğünü, dört sene orada kaldığını anlattı. Kolundaki kurşun yaralarını gösterdi. Ona tahmini olarak kaç kurşun attığını ve bu kurşunların isabetli olup olmadığını sorduk. Söyle böyle 50-60 tane attığını ve karşıda kum gibi kaynayan düşmandan muhakkak ki birçoğunu devirebildiğini söyledi. Ona alayında çok kahraman askerler var mıydı? diye sorduk. Gülerek dudağını büktü, galiba biraz da kasıtla yarasıyla oynayarak “en kötüsü bendim” dedi, “hepsi benden yavuz kişilerdi”... Gözlerimiz parlayarak köylü dayıya baktık. Yaptığı erlikle öğünmeyen, yurt için ölümü vazife bilen bu Türk oğlu Türk’ü gönülden uluğladık.