Bazen öyle bir cümleye rastlarız ki kitapta, o tek cümleden koca bir roman yazılabilir... Bu grup, işte o sözler için...
Dip Not: Her kitap için ya da her yazar için bir konu açıp, o kitaptan veya yazardan alıntıları ekleyebilirz. Bol konulu, bol alıntılı, boooollll paylaşımlı bir grup olması dileğimle :)
Paylaştığınız için teşekkürler. Bu ve bunun gibi yazıları dileyenler Celal Hocanın "Aptalı Tanımak" adlı kitabından okuyabilirler.
‘’ Yazarı Palissy, aynı zamanda Avrupa'da ilk kez porselen üretmeyi başaran kişidir. Bu önemli kitaba bakarken, Fahriye bir kütüphaneci gözüyle dört yüz küsur yıllık bir kitabın ne kadar iyi korunmuş olduğunu bizlere anlatıyordu ki, Niyazi birden eşinin sözünü keserek: "Yahu bizimkiler o zaman ne yapıyorlardı?" diye soruverdi. "Sevgili Dostum," diye cevap verdim, " 1580 yılında, Osmanlı Padişahı ve İslam Halifesi Sultan III. Murad Han Hazretleri, Devlet-i Ali Osman'ın Kapudan-ı Deryası İtalyan asıllı Kılıç Ali Paşa'ya, emir vererek Takiyüddin'in Tophane'de kurmuş olduğu dünyanın en büyük rasathanesini bombalattırmakla meşguldü. Hatta, tarihçi Nev-i zade ibn Yahya Atai Efendi'nin bildirdiğine göre, bombardıman başladığında hiçbir şeyden haberleri olmadan masumane incelemeleriyle meşgul olan astronomlar da binanın içerisindeymişler. Yalnızca Takiyüddin, Sultan' ın yanında olduğu için paçayı kurtarabilmiş. Bombardumanın sebebi de Şeyh-ul İslam hazretlerinin, Takiyüddin ve çalışma arkadaşlarının gökleri inceleyerek Allah'ın işine karışmalarının imparatorluğun başına uğursuzluk getireceğini padişaha söylemiş olmasıymış." Niyazi gözleri fal taşı gibi açılmış bir halde "Yok yahu!" diye hayretini belirtti. Fahriye ise kocasının hayretine şaşırarak Niyazi'ye "E sen bunu bilmiyor muydun?" diye sorunca Niyazi, "Rasathanenin bombalandığını biliyordum, ama bu detayları duymamıştım" dedi. "Sevgili arkadaşım" diye devam ettim. İş bu kadarla kalmış olsa! Aynı III. Murad Han Hazretleri, Topkapı Sarayı'nda bulunan dünyanın en eski üç Batlamyüs el yazmasından biri olan muhteşem eserin cildindeki ziynet taşlarını alabilmek için cildi söktürtmüş ve yazmayı bir daha da ciltletmemiş! Bu muhteşem eser bu nedenle günümüze pek feci bir halde ulaşabilmiş. Geri kalanının restore edilip kurtarılmasını da Atatürk' e borçluyuz. Zira Prof. Adolf Deismann tesadüfen Topkapı'nın entelektüel enkazı arasında bu önemli eseri 1 929'da keşfedip Atatürk'e haber verilmesi sağlayınca, Atatürk derhal zamanın en önemli
eski yazma restoratörü olan Berlin Üniversitesi profesörlerinden Hugo Ibscher'i çağırtarak bu tarihi eseri restore ettirtmiş."
‘’ Şehrin içindeki kütüphanelerden, kültür yuvalarından, hatta lokanta ve sinemalardan çocuğu niçin koparıp aldık? Acaba şehirlerimiz köyleştiği için mi? Kampüs hareketini başlatan Demokrat Parti' nin bu soruyu bile sorabilecek entelektüel düzeyde olmadığı, İstanbul'u köyleşmeye açmasından bellidir. ’’
‘’ Böyle bir zihniyetin yönettiği toplumun ne olacağını 1 9. Yüzyıl ortasındaki Afyon Savaşlarında Çin'in düştüğü feci duruma bakarak öğrenebiliriz: Binlerce yıllık koca Çin o savaşlardan sonra fiilen sömürge olmuştur. Türkiye'nin aynı duruma düşmesini istemiyorsak bilime baskı yaparak, üniversite imtihanlarını kendi politik yatırımlarına sermaye olarak görerek, bilim kurumlarımızı ilkel görüşlere mahkum ettikleri partilerinin organları haline getirerek ülkeyi yönetmeye kalkanlara tahammül etmemeliyiz. Bu bir lüksün gerekli olup olmaması değil, bir ulusal beka sorunudur. İyi düşünelim ve ona göre davranalım. ’’
‘’ Yine geldik Atatürk' e: "Nefs-i müdafaa için yapılmayan harp cinayettir" diyen bu büyük insansever, yarattığı o muhteşem Türk Silahlı Kuvvetleri' ne yurt ve ulus savunması yanında bir görev daha vermişti: Uygarlığı savunmak. Bugünlerde uygarlık düşmanlığı edenler bunu sakın unutmasınlar. ’’
‘’ Sık sık hatırlattığım gibi, Karl Marx da, doğa bilimlerindeki cehaleti yüzünden, Komünist Manifesto'ya "Filozoflar doğayı anlamaya çalıştılar; asıl olan onu değiştirmektir" gibi çok tehlikeli bir cümle yazmıştı. Onun izinden giderek "insanı" temel alan komünist rejimler dünyadaki en büyük çevre felaketlerini
yarattılar. ’’
‘’ Büyük asker, ne yapılırsa yapılsın, yanlış bilgiyle olumlu sonuçlara varılamayacağını biliyordu. Canından çok sevdiği ulusunun dünyadaki tüm uygarlığın yaratıcısı olduğunu içeren bir tezi ortaya atmış, bunun bilimsel olarak sınanmasını istemişti. Sonuçlar istediği gibi çıkmayınca ısrar etmedi. Tezini gürültüsüz patırtısız geri çekti ve Türklerin gelecekte uygarlığa büyük katkılar yapmalarını mümkün kılabilecek bilimsel çalışmalara ağırlık vermelerini emir ve vasiyet etti. Atatürk'ün tezine itiraz ettiği için hiçbir bilim insanı işinden gücünden, hürriyetinden veya yaşamından olmadı. Türk tarihçiliğinde asla Sovyet biyolojisinde Stalin'in emriyle yaratılan Lysenko terörüne benzer bir terör yaşanmadı. ’’
‘’ Bunun nedeni, Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı ile Misak-ı Milli sınırları içerisinde esaretten, hatta belki bir yok oluştan kurtardığı Türkçe konuşan Müslüman toplumun, bizzat kendisini yönetenlerce, yani çoğunlukla İstanbul'daki Osmanlı seçkinlerince, yüzyıllardır aşağılanmış olması, Araplardan miras alınmış "Etrak-ı bi-idrak", yani "anlayışsız, idrak yeteneğinden yoksun Türkler" sözünün, Türk halkı için bizzat kendi yöneticilerince kullanılması olmuştur. Atatürk, yüzyıllarca cahil, aç ve sefil bırakılmış, bizzat kendi büyüklerince sürekli aşağılanmış Türk halkına kazandığı büyük zaferden sonra yeni bir bilinç verilmesi gerektiğini düşünmüştü. Bu bilincin bir parçası da Türklerin, idrak yeteneğinden yoksul zavallılar değil, tersine tarihte büyük işler yapmış bir ulusun temsilcileri olduğunun bilinmesi olmalıydı. Atatürk bu nedenle, o zamana kadar özellikle Müslümanlık etkisiyle ihmal edilmiş olan Orta Asya Türk tarihine de sahip çıkılması ve orada Müslümanlık öncesi Türklerin yarattıkları kültür ve uygarlıkların gün ışığına çıkarılması gerektiğini düşünmüştü. Atatürk ülkedeki bilim insanlarını bu yönde çalışmaya özendirmek için bizzat konuya el atmak gereğini duymuştur. ’’
‘’ Ordudaki subaylara ve astsubaylara "Komutanım" diye hitap ediyor muyum? Elbette ve bundan kıvanç ve şeref duyuyorum.Onlar da bana aynı şekilde "Hocam" diye hitap ediyorlar. Bundan yüksünenin herhalde ruhsal bir sorunu olmalıdır. Bir psikiyatr tedkikini tavsiye ederim. Bu belki kendilerini ezberletilmiş sloganlarla değil, düşünerek yaşamak yönünde ikna eder. ’’
‘’ İkinci olarak: Ben, Türk vatandaşı sıfatıyla Türk ulusu denilen toplumun bir üyesiyim. Bu toplum içinde yapılan iş bölümünde, ülkemi korumak görevi askere verilmiştir. Asker bu görevi canı pahasına yerine getireceğine yemin etmiştir. Verdiğim oylarla oluşturulan yasalarla sınırlanmış olan görevi içinde yaşadığım ülkeyi korumak ve kollamak olan bir kişinin veya grubun benden isteyeceği yukarıda anlattığım akılcı irdeleme ve tartışma süreçleri sonucunda alınmış akılcı şeyleri yapmak da dolayısıyla benim menfaatim icabıdır. İsteklerini yerine getirmek, son derece egoistçe bir ifadeyle, kendime hizmet etmek demektir. Her türlü militarizmi reddeden Albert Einstein'in üniformalı askerlerle, askeriyenin isteklerini yerine getirirken çekilmiş resimlerini bizim köşe yazarları herhalde görmediler. Ya Werner Heisenberg' e, Max Planck' a ne demeli? Onların da mı bilim adamlıklarından şüphe edelim? ’’