Edebiyatta güncel haberleri burada sizlerle paylaşmaya çalışacağım arkadaşlar.Haberler hakkında yorum yapıp fikir alışverişinde bulunalım istedim.
ERTUĞRUL ÖZKÖK
ANALOG KAFALI ADAMIN HAYRETİ
Daha iki yıl önce kendimden emin soruyordum:
İnsan, elinde tutmadan bir kitabı hissedebilir mi?
Hissedebiliyormuş.
İnsan, sayfa çevirmenin keyfini yaşamadan kitabı hissedebilir mi?
Hissedebiliyormuş.
İnsan, altını çizmeden kitabı hissedebilir mi?
Hissedebiliyormuş.
Çünkü insan e-kitabı da elinde tutuyor.
Sayfasını da çeviriyor.
Altını da çizebiliyor.
Eee... bu basbayağı kitap.
Üstelik yüzlercesini yanında taşıyabiliyorsun.
iPod CD'leri, e-kitap da kitapları valizden çıkardı.
Böylece yanıma iki ayakkabı, beş altı tişört, yedi sekiz gömlek daha alabiliyorum.
Bir de elimde e-kitapla "techno-freak" havası atmak...
O da cabası.
Meğer iki yıl önce ne kadar analog kafalıymışım.
En çok da şuna gülüyorum:
İnsan, mürekkep kokusunu almadan kitabı hissedebilir mi?
Mürekkep kokusundan zaten hazzetmezdim.
E-kitabın mürekkebi de eksik oluversin.
HİKMET TEMEL AKARSU
İnsanlık olarak, Gutenberg’den bu yana en önemli kavşaktayız. Matbaanın icadının insanlıkta ne tür dönüşümleri ateşlediğini biliyoruz. Bugünün suali ise dijital yayıncılığın matbaanın yerini tutup tutamayacağı. Ya da bu işlerin hangi yöne evrileceği?...
Hiç kuşku yok ki; dijital ortam basılı yapıtı kağıt kadar ve hatta daha da sağlıklı taşıyabilir. Fakat yanıt bundan ibaret olamaz. Çünkü çok daha önemli nitel sıçrayışlar içindeyiz. Kağıt ya da diğer arkaik teknikler yürürlükte ilen rüyada bile göremeyeceğimiz devrim mahiyetinde değişiklikler oluyor şu anda. Bilgiyi kaydetme, koruma, paylaşma, yayma, işleme ve güvenceye alma anlamında… Yani kağıt veya diğer tekniklerle asla yapılamayacak olan bir çok "mucizevi"(?) yenilik şu an yürürlükte. Birkaçını sıralayalım: İnsanlık tarihindeki bütün eserlerin dijital ortama aktarılması, bunlara erişimin her yerden kabil olması, isteyen herkesin yazdığı her şeyi dijital text platformlarında piyasaya sürmesi. Kültürün total olarak stoklanması, taşınabilir olması, paylaşılması, dolaşım hızının çılgınca artışı ve daha da ötesi… Bunlardan binlercesini saymak mümkün.
Kısaca diyebiliriz ki kültürün geleceği dijitaldedir. Ve gelecek gelmiştir!
Peki bu yeni teknolojinin sakıncaları yok mudur? Bence iç huzuruyla yoktur diyebiliriz. Sayısız avantajı vardır ama sakıncaları ihmal edilebilecek kadar azdır. Bunlardan birincisi ve en önemlisi "Big Brother"ın hepimizi daha "şefkatli"(!) izlemesidir; ki ben bunu artık eskisi kadar önemsemiyorum. Çünkü zaten ne yaparsan yap herkes her şeyi izliyor. İkinci sakınca da iktibas ve telif hakları konusunda oluşabilir. Yazarlar, sanatçılar ya da bilim adamları sorunlar yaşayabilirler. Eserleri kolaylıkla çalınıp başkaları tarafından sahiplenilebilir. Eserlerin yaratıcıları bazı haklarından mahrum kalabilir.
Dijital teknoloji sadece yayıncılık için devrim niteliğinde yenilikler getirmiyor. Öncesi ve sonrasını da dönüştürüyor; geliştiriyor. Artık her şey dijital ortamda oluyor. Eseri kaleme almak, redaksiyon, düzelti, yayıncıya sunuş, güvenceye alış, paylaşma, başka edebiyat formları için modifiye etme ve kuşkusuz tanıtım.
Kısacası matbaayı birkaç yüzyıl geç getirdiği için batmış koca bir medeniyetin çok acılar çekmiş evlatlarıyız. Bu hatayı bir kez daha yapmak gibi bir lüksümüz olamaz. O nedenle bu alandaki tüm yeniliklere herkesten çok bizim kulak kabartmamız ve akabinde uygulamaya geçmemiz gerekiyor.
Ne mutlu ki bu kez toplumca dönüşümün farkındayız ve düşe kalka da olsa gereğini yapıyoruz.
MEHMET ALİ BİRAND
Kütüphaneme baktım 40 yılı aşkın süredir toplanmış binlerce kitap. Herbiri farklı konularda, dünyamı genişletmiş, farklı tad bırakmış birbirinden kıymetli eser.
Kitabı elinize alıp, o sayfaları çevirmenin insana verdiği keyif bambaşkadır. Sayfanın kenarına düşülen bir not, nerede kaldığını gösteren bir çentik, anlatılması güç anıları da beraberinde taşır.
Bütün hayatımız böyle geçti.
Kitap olmadan bir yerden bir yere gidemediğim günleri unutamam.
İnsanoğlu kitaplarıyla adeta bir aşk yaşar. Onlar, en yakın arkadaşlarımızdır.
Ancak bu rüya giderek değişmeye başladı.
Artık, elime aldığım bir kitabın kaç ağacı yok ettiğini düşündüğüm zaman, kendimi fena hissetmeye başlıyorum.. Zaman içinde kendimi suçlu görüyorum. Eskiden hayranlıkla izlediğim kütüphaneler, şimdi gözümün önüne devrilen ağaçların resimlerini getiriyor. Yeşilin kıyımı, eski arkadaşımdan uzaklaşmama yol açıyor.
Dijital kitap, belki bana aynı kokuyu vermiyor, aynı duyguları paylaştırtmıyor ancak, hiç değilse devrilen ağaçların çığlıklarını da hissettirmiyor. Belki eski sevgiliden uzaklaşmak gibi geliyor ancak, dijital yayınları içimize sindirmek, onlara alışmaya başlamak zorunda olduğumuzu da görüyorum
MEHMET KORAL
KİTAP MİSYONUNU TAMAMLADI MI?
Neden kitap yazma gereğini duyduğumu bilmiyorum. Herhalde hiçbir zamanda öğrenemeyeceğim. Sakin bir kafayla düşündüğümde, hayatın sunduğu bunca imkan varken, herhangi bir yerde oturup kendini dünyadan bütünüyle soyutlayıp, esin gücünün egemen olduğu farklı bir evrene girip orada kurguyu zıvanasından çıkarma ihtirasını asla anlayamayacağım gibi!
Bugüne dek bildiğimi sandığım yegane şey bu durumu olduğu gibi kabul etmek ve kurguyu hayatın basit bir kopyası olarak kullandığım gerçeğiyle rahatlamaktı. Aslında bütün yaptığım şey yaşadığım zaman diliminde roman sanatının sunduğu paralel evrenlerle kendime bir çok ek hayat yaratmak oluyordu.
Kurgunun özüne girdiğinde, sanal karakterlere yaşam veriyor, onları değişik coğrafyalarda yaşanacak farklı kaderlere sürüklüyor, yakıcı aşklarla harmanlıyor ve can verdiğin varlığı kaleminin birkaç harf darbesiyle yaşamdan alıyor, bilinmezin derin sonsuzluğuna gönderebiliyorsun. Bir yerde Tanrıya koşut bir yaratım gücüne ulaşıyor ve yine kaleminle "Kûn-ol" emri verebiliyorsun. Çağımızın güce tapan maddi dünyasında eğer böyle bir imkan bir biçimde eline verildiyse, buna kim karşı koyabilir ki?
Bir kez yaratmaya başladığında kendi içindeki soruların da ardı arkası kesilmez. Sanat ne içindir ki? Yaşamın ağır yükü altında ezilen bir fabrika işçisi, haldeki sırt hamalı, bir arabacı, veya marangoz neden sanata gereksinim duysun ki? Sanat bir burjuva lüksüdür ve toplumun emrine verilmedikçe yok olmaya mahkumdur!..Sanat sanat içinmidir? Resmin ve müziğin, edebiyatın ve heykelin olmadığı bir ortamda hayat varolmaz mı?
Buna benzer sorular sanatçıyı demir pençeleri arasına alır ve ancak insanın güzelliği algılama duyusu olmadan yaşayamayacağını anladığı noktaya kadar sıkmaya devam eder. Benim ait olduğum kuşak, kitabın insan hayatına girdiği binlerce yıl öncesine kadar olduğu gibi, onu hayatın vazgeçilmez elementleri olan gıda, su ve sevgi ile ayni potaya koydu.
Yeni satın alınan bir kitabı eline almanın, sayfalarını orgazmik bir rirüelle çevirmenin, okumaya başlamadan önce belirli bölümlere gelişigüzel göz atmanın ve en nihayet kağıt ve mürekkebin mükemmel ahenginden oluşan o güzelim kokulu nesneyi okuyarak tüketirken yaşanan zevkin sarmalında gerçek hayatın acılarını unuttu ve onu hep hayatının vazgeçilmezleri arasına karıştırdı.
Benim için bu durum 2000 yılında "Bizans'ta Kayıp Zaman" adlı yapıtımın Amerika'da yayınlanması öncesine kadar böyle gitti. Oradaki yayıncım bana sözleşmeyi gönderdiği zaman bir madde dikkatimi çekmişti.
"Elektronik kitap olarak yayınlanmasına da..."
Ondan önce ayni yapıtım Türkiye'de sesli kitap olarak yayınlanmıştı, ama açıkçası "Elektronik Kitap" ibaresi o zamanlar bana bilimkurgu gibi gelmişti. Kısacası, ilk elektronik kitabım 10 yıl önce ABD'de yayınlandığı için Türk yayıncılığının kaçınılmaz olarak içine girdiği bugünün türbülansı hakkında biraz fikrim var diyebilirim.
Kitaplar, çağdaş gelişim sürecinin dışına çıkamayacak. Sayısal çağ, hayatı olduğu gibi, onun ayrılmaz bir parçası olan sanatı, bilimi ve edebiyatı da içine çekecek ve böylece çok büyük kitlelere ulaşmasını sağlayacak. İnsanlar, internet ortamının kurulabildiği her yerde, Tibet Ölüler Kitabından Karamazov Kardeşler'e, Tolstoy'dan Joyce'a, Tanpınar dan Nazım Hikmet'e kadar her değere ulaşabilecek. Bilgi, renk, ırk ve inanç ayrımı olmadan evrensel ölçüde paylaşılabilecek. İnsanlar yarım metrekarelik bir ekranın içinde kendilerine binlerce kitaptan oluşacak dev kitaplıklar kurabilecek, bir dokunuşta 2000 yıl önce İskenderiye kitaplığında dolaşan hükümdarlardan fazla bilgiye ulaşabilecekler.
Bu ülkenin bir yazarı olarak bilim ve sanatın ufuklarında sökmekte olan bu yeni şafak vaktinin büyüsü içinde yapıtlarımı daha geniş okur kitleleriyle paylaşacak olabilmenin derin hazzını yaşıyorum.
E-Kitap Türk okuruna hayırlı olsun.
NAZLI ERAY
TAŞ TABLETLERDEN TEKNOLOJİNİN IŞIĞINA
Rahip Naacal, bundan yaklaşık 15 bin yıl önce, Mu Uygarlığı sırasında, günlük yazılarını taş tabletlere yazıyordu. Sümerli Ludingirra, anılarını başka bir yöntemi olmadığı için gene taşa yazıyordu. Aynı şeyi eski Mısırlılar da yapıyorlar, hayatlarını, günlük yaşamlarını taşların üstüne çizerek ve kazıyarak birbirlerine, bizlere ve sonsuzluğa ulaştırıyorlardı.
Dünyanın ilk aşk mektubu da taşa yazılmıştı. Üstelik bu Sümer Kral ve Kraliçesinin birbirlerine yazdığı bir aşk mektubuydu. Çivi yazısıyla yazılmıştı.
Şimdi E-kitap olayını düşününce müthiş heyecanlanıyorum. Bütün bunlar aklıma geliyor. İnsanın yazarak kendini anlatma çabası ve teknolojinin günümüzde ulaştığı son nokta.
Yaşamın ne kadar heyecan verici olduğunun kanıtı bence E-kitap.
Taşların üstüne yazılan hayatları, aşkları, umutları, anıları okuyamazsınız ama bir E-kitabı büyük bir rahatlıkla teknolojinin ışığı ile aydınlanmış sayfalarda, bir Sümer Kral ya da Kraliçesinin heyecanıyla okuyabilirsiniz.
YANKI YAZGAN
Taş, kağıt, ekran...
Bir düşüncenin, bir öykünün ya da bir anının zaman ve mekan içinde süreklilik kazanması, çoğalması için yazmak gerekti. Yazarların "kitap"ları önce dağlara taşlara çivilerle ve keskilerle, sonra kağıtlara önce elle, sonra matbaa ile yazıya geçtiğinde ise, okurlar değişen kitap "teknoloji"lerine nasıl uyum gösterdiler; tam bilemiyorum. Ama, taş tabletleri bırakıp kağıda yazılıp ciltlenmiş kitaplara geçişin bir gecede olmadığı açık.
E-kitaplara geçiş basitçe bir alışkanlık değişiminden ibaret ise, yeniye hevesli gözükse de, eninde sonunda daha rahat olanı, bildik olanı tercih eden aklımız, binlerce yıldır alıştığı kağıt kitapları birkaç kuşak ömrü içinde rafa mı kaldıracak? Bunu bilmek zor; ama bir ömürden kısa bir süre içerisinde vinil 33’lükler, kasetler, CDler ile mp3ler arasında kaldığımızda bir deneyim kazandık. Tozlu kitap sayfalarını karıştırdığımızda, bir göz atışta kitabın ne olduğunu anladığımızda kitapla kurduğumuz 3 boyutlu ve 5 duyulu ilişkiyi e-kitapla nasıl kuracağımızı düşünmekteyim.
İlişkinin bir önceki kitap biçimiyle kurduğumuzun aynısı olması şart değilse de, sözcüklerin ve cümlelerin hayatımızda anlam kazanması için onları nerede (sayfada, ekranda vs) gördüğümüz önemli olmaya devam edecek.
Bağlam, anlamı belirleyici ise, kitabın biçiminin içeriğini belirleyişi, bir kadehin içindeki içkinin tadını belirlediği kadar olsa gerek. Kadeh ya da plastik bardak arasındaki fark içkisine göre değişse de, e-kitapların içeriğin anlamına katkıda bulunacak bir çok özellik taşıyor gibi.
E-kitap hiç aklımıza gelmemiş yeni ifade biçimlerine imkan verecek, derdimizi ve hayatımızı anlatmak için yeni yollar sunacak olsa bile, bunun nasıl olacağını bugünden göremeyebiliriz. Göremediğimiz fırsatları aramak için e-kitaplar güzel bir deney olacak. Hele cebimizde ya da çantamızda koskoca bir kitaplık taşıyacaksak, bu kitaplıkta herkese yer olması fikri bile kendine bir raf arayan her kitabın rüyasını gerçek kılacak en azından.
KAYNAK:İDEFİX