Kitaplardan En Sevdiğimiz Alıntılar

Bazen öyle bir cümleye rastlarız ki kitapta, o tek cümleden koca bir roman yazılabilir... Bu grup, işte o sözler için...

Dip Not: Her kitap için ya da her yazar için bir konu açıp, o kitaptan veya yazardan alıntıları ekleyebilirz. Bol konulu, bol alıntılı, boooollll paylaşımlı bir grup olması dileğimle :)


Tür: Genel | Açılış, 27 Mayıs 2012
<< tüm tartışmalar

H. Nihal ATSIZ, Bozkurtlar

Tartışma Cevapları
« geri 1 2

1 ile 10 arası cevap gösteriliyor, toplam 13 cevap.
0 kişiden 0 kişi beğenmiş.

''Ötüken'de işi ne?
Çinli Çin'e tıkılsın!

Çinliye ders vermeye
Akımlara çıkılsın!

Gök Türkleri akında
Tanrımız kutlu kılsın!...''

10 yıl, 3 ay     
0 kişiden 0 kişi beğenmiş.

''Kür Şad, ölmüş Çinli yığınları üzerinde tek başına Çin kağanlığına karşı vuruşuyordu. Yalın kılıçtı. Börkü düşmüş, kaftanı parça parça olmuştu. Göğsü açıktı. Göğsünden, alnından, yanaklarından, boynundan kan sızıyor, fakat o yine vuruşuyor, dövüşüyor, çarpışıyordu.

O simdi yarı tanrı gibi bir seydi. Ölümü de başka türlü olmalıydı. Kırk kahraman birer birer düştükten sonra o hâlâ ayakta idi. Uzun saçları omuzlarında uçuyor, gözleri kıvılcımlar saçıyor, kolu yıldırım hızıyla kalkıp iniyor, her inişte bir Çinliyi deviriyordu.

En sonra ölüm kızı onun eline bir sağrak sundu. Kür Şad bu acı sağrağı gözünü kırpmadan içti. Atının
yelesine kapandı. Basını dayadı. Sağ elinde kılıç hâlâ sımsıkı duruyor, sol eli sarkıyordu.

Kür Şad ölmüş, fakat attan düşmemisti.

Ölmüş, fakat yenilmemişti…''

10 yıl, 3 ay     
0 kişiden 0 kişi beğenmiş.

''Yüzbaşı Sançar Uçmağa varalı on üç yüz yıldan çok oldu. Onun düştüğü meçhul yerde, ay ışıklı yaz gecelerinde hâlâ ıztıraplı kahkahalar ve şeref ilahileri işitilir. Bu ilahiler rüzgârın çıkardığı sestir. Onu herkes işitir. Fakat o ıztıraplı kahkahaları herkes duyamaz. Onun yankılarını uzak, yakın ellerden, ancak içinde Tanrı Dağı’nın odu yanan gönüller sezer. Bu ıztıraplı kahkahalar Yüzbaşı Sançar’ın soyu, onun düştüğü yerde zafer töreni yapıncaya kadar yıllarca, belki yüzyıllarca sürüp gidecek...''

10 yıl, 3 ay     
0 kişiden 0 kişi beğenmiş.

Yamtar yüzünü göğe kaldırıp söylenmeğe basladı: ''İsa Tanrının oğlu. Đsa’yı Meryem doğurdu. Ama Meryem, Tanrının katunu değil. Tanrı, İsa’nın babası… İsa’nın anası, babası var. Babası Tanrı… Anası Meryem… ama Meryem, Tanrının katunu değil… İsa….”

Onbaşı Yamtar sözlerini bitiremedi. Gık demeden tartışmayı dinliyen Onbası Sançar, bu mantıksızlıkla sinirleri bozularak meshur kahkahasını savurmuştu. Papazlarla çevrelerindeki Türklerin gözleri birden Sançar’a çevrildi. O, her zaman yaptığı gibi böğürlerini tutarak, gözlerinden yaslar akarak katılıyor, kahkaha arasında da kesik kesik söyle bağırıyordu:

- Tanrı ile Meryem evlenmeden bu yalavaç nasıl doğar be? Herhalde bu bunağın Tanrısı Meryem’in otağına gizlice girdi de Kara Kağan duymasın diye bizden saklıyor. Yoksa onun sonucu da Karabudağ’ın sonucuna benzerdi…

Yamtar, bu gürliyen kahkahalar arasında yine yere düşmüş olan Sançar’ı, Onbası Derse’nin yardımıyla bir ata bindirip bağlamağa çalışırken bağırdı:
- Bana bak, koca papaz! Türk Tanrısı, Türk Türesine aykırı iş yapmaz. Sizin Tanrınız Ötüken’e gelirse işi yamandır.''

10 yıl, 3 ay     
0 kişiden 0 kişi beğenmiş.

''- Ben yüce arı soydan gelmisim. Kağan benim basıma binbası olarak Sen-king’i dikti. Ötüken’de bu Sen-king ile Đ-çing Katun yüzünden Türkle Çimli farksız oldu. Kara Kağan bunlara göz yumuyor. Kağanı öldürürsem isler düzene girer mi, girmez mi? sana bunu sormağa geldim!

Kamın bakısları değismisti. Atese islenen, yanan kürek kemiğine bakıyor, ağır ağır söylüyordu.

- Büyük günler geliyor... Kıtlık olunca ay paralanacak... Kara Kağan’ı öldürmeyeceksin... Onu tasa öldürecek... Bir ulu sehirde toplanmıs kırk er görüyorum... Aralarında sen de varsın... Yağmur yağıyor... Irmağın kıyısında dövüsüyorsunuz... Budun kurtuluyor... Bin üç yüz yıllık ölümden sonra dirileceksiniz... Acunun batımına dek adınız gönüllerde kalacak...''

10 yıl, 3 ay     
0 kişiden 0 kişi beğenmiş.

Ötüken’de arslanlar var.
Kür Sad onlardan biridir.
Çok yiğitler vardır ama
Kür Sad erlerin eridir.
. .
Kür Sad’ı doğuran ana,
Ne emzirmis acap ona?
Erlik, ululuktan yana
Tanrı Kür Sad’dan geridir.
. .
Acunda var nice çeri
Kimi üstün, kimi geri
Kür Sad adlı Gök Türk eri
Anadan doğma çeridir.
. .
Kılıcı yıldırım çeler,
Attığı ok demir deler,
Ölüm gelse Kür Sad güler
On sekiz yıldan beridir.
. .
Yiğitlik en ileri,
Kalacak on bin yıl diri
Gök Türkler’in gönülleri
Simdi Kür Sad’ın yeridir.

10 yıl, 3 ay     
0 kişiden 0 kişi beğenmiş.

- Saçı başı ağarmış, dertli bir koca idi. Önce öldürülmeğe götürülüyorum sanmıştı. Bizi görünce: “Türk müsünüz? Diye haykırdı. Türk’üz dedik. “Ben de Türk’üm” dedi. “Siz Kür Şad ihtilâlcileri misiniz” diye sordu. “Kür Şad öleli nicedir” dedik. “Biliyorum. Ya erleri ne oldu” diye sordu. “Erleri Uçmağa vardılar” dedik. Gözleri parlıyarak “kağan kim” dedi. “İlteriş Kağan” dedik. Sevincinden ağladı. Bize kendisini tanıttı. Kür Şad ihtilâlinde ölenlerden Çengşi’nin küçük kardeşi imiş. Küçük bir çocuk olduğu halde zindana atmışlar. Kaçmış. Yine yakalanmış. Yine kaçıp saklanmış. Üçüncü defa yakalandıktan sonra bu zindan girmiş. Güneş yüzü görmeye görmeye benzi solmuş. Gövdesi arıklamış. Yıllardır kan kusuyorum diyordu. “Gel seni Türkeli’ne götürelim” dedik. Yüzü sevinçle ışıldadı. Sonra dizüstü yere çöktü. “Bu
bahtıyarlık yeter. Artık ölsem de gam yemem” dedi. Ağzından oluk gibi kan boşandı. Orada öldü. Onun acısını komadım. Nice Çinli yakaladıksa boynunu vurdurdum''

10 yıl, 3 ay     
0 kişiden 0 kişi beğenmiş.

En çok ağladığım sahne ;


''Gözleri ocağa ilişti. Ateş yeni yakılmış gibi dolu, yalazlı ve parlaktı. Yattığı yerden yavaşça doğruldu. Birden gözleri sevinçle parladı: Yanı başında gösterişli bir kılıç kırk yıllık arkadaş gibi yatıyordu. Onu hemen eline aldı. Yüreği sevinçle çarpıyordu. Yavaş yavaş kınından sıyırdı. Bu kılıç insanın gözünü kamaştıracak kadar parlaktı. Dedesine bir şeyler söylemek için öteye baktı. Dedesi, sabaha kadar çalışmaktan doğan bir yorgunlukla ince topraktan yatağında yatıyordu. Keçesini bile üstüne çekecek
zaman bulamamıştı. Buluç ona acıyarak baktı. Şu kocamış dede, savaş lâfı olunca sabaha kadar uyumadan nasıl çalışıyor ve ne güzel bir eser meydana getiriyordu!... Birden Buluç’un gözlerine güzel bir bıçak ilişti. Bunu da dedesi yapmış ve kılıcın biraz ilerisine bırakmıştı. İşte bir gecede iki bahtıyarlığa birden ermişti. O yalnız bir kılıç için bu kadar emeğe, sıkıntıya katlanmışken şimdi fazla
olarak bir de bıçağı olmuştu. Buluç hafifçe uzanarak bıçağı aldı. Kınından sıyırarak dikkatle gözden geçirdi. Her halde yarınki savaş
arkadaşları bu bıçaktan ötürü kendisini kıskanacaklardı. Gülümsiyerek dedesine baktı. Birden bir sevinç haykırışıyla haykırmamak için kendini güç tuttu: Bıçağın bir adım ilerisinde bir kılıç daha duruyor, onun da bir adım ilerisinde başka bir kılıç göze çarpıyordu. Buluç yerden fırlayıp gürültü etmemeğe çalışarak kılıçları aldı. Mağaranın kapısına dönerek aydınlıkta gözden geçirdi.
Bunlar olağanüstü kılıçlardı. Birden sıyırdığı son kılıcın üzerinde bir yazı gördü. Dedesi buraya “Kutluk Şad” yazmıştı. Kılıcın öteki yüzünü çevirdi. Burada da “İlteriş Kağan” kelimeleri okunuyordu. Bir an bu İlteriş Kağan’ın kim olduğunu düşündü. Aynı kılıçta yazıldığına göre herhalde Kutluk Şad’ın başka bir adı, belki de belki değil, muhakkak, kağan olduktan sonra alacağı addı.
Buluç merakla öteki kılıcı da sıyırıp baktı. Burada “Kür Şad’ın oğlu” kelimeleri yazılıydı. Evet,
hatırlıyordu: Dedesi, Kür Şad’ın bir oğlu olduğunu, Kür Şad ihtilâlinde pek küçük olan bu çocuğun anası tarafından kaçırıldığını hattâ birkaç gece de kendi çadırında konuk kaldıklarını, anlatmış, sonra kendi atını, pusatlarını vererek bunları nasıl kaçırdığını, Çinliler’in kendisinden kuşkulanarak nasıl hapse atıp işkence yaptıklarını, fakat Kür Şad’ın konçuyu ile oğlu kurtulsun diye bütün acılara katlanarak hiçbir şey söylemediğini, bu yüzden yıllarca güngörmez zindanlarda süründüğünü birer birer söylemişti. Fakat Kür Şad’ın oğlunu nasıl bulup da verecekti? Buluç şimdilik bu bilmece ile uğraşmayı lüzumsuz bularak kendi kılıcını kınından sıyırdı. Bir yüzünde “Buluç” yazısını okudu. Dedesi, nerden bulmuşsa bulmuş, oraya bir de kılıç kayışı bırakmıştı. Buluç kılıcını kuşanıp bıçağını takarak mağara kapısından çıktı. Güneş şimdiye kadar görülmemiş bir güzellikle doğuyordu.
***
Bir zaman ufuklara ve göklere baktı. Tatlı rüzgâr canına can katıyordu. Bir eksiği vardı ama ne olduğunu anlıyamıyordu. Birden gülümsedi.

- “Bahtıyarlık beni esritti” diye söylendi. Eksiğin ne olduğunu keşfetmişti: Fena halde acıkmıştı. Acaba dedesinin kıyıda bucakta kalmış biraz yiyeceği var mıydı? Bunu anlamak için mağaraya girdi. Çevresine bakınarak usul adımlarla dedesine yaklaştı. Dün getirdiği demirlerin büyük bir kısmı yerde duruyordu. Görünürde başka hiçbir şey yoktu. Kırık bir çanakta biraz su vardı. Onu kana kana içti. Sonra gözleri dedesine takılarak hayretle durdu. Onun sağ elinde çekiç duruyordu. Sol eliyle büyük kıskacını tutuyordu. Kıskaç, kılıç yapılacak demir parçasını kavramıştı. Demek ki dede pek yorgun düşerek oturmuş, oturmasıyla dalması bir olmuştu.
Fakat neden bu kadar hareketsiz ve soluktu? Buluç bir dizini yere koyarak eğildi. “Dede” diye seslendi. Dedesi gülümsüyordu. Daha hızlı olarak yeniden onu çağırdı. Sonra elini dedesinin yüreğine bastırdı. Şöyle, birden ona sayacak kadar bir zaman geçtikten sonra derin bir ah çekerek ayağa fırladı. Dede ölmüştü.''



''Buluç onun yüzüne yeniden baktı. Bu yüzde hayattan ayrılmanın hiçbir kederi yoktu. Bilâkis o kadar bahtıyar bir yüzdü ki, ömrün en sevinçli anında rüya gören, yahut bahtıyarlığı damarlarının içinde duyan bir kimse de ancak bunun gibi gülümseyebilirdi.
O, güç vermesi için Tanrı’ya yakararak işe başlamış, bütün dirliğinde yaptığı kılıçların en güzeli olan üç tanesini yapmış, sonra yüz yıl çarpa çarpa, felâket ve sefalet göre göre örslenmiş, aşınmış olan yüreği bu yıpratıcı gece çalışmasına dayanamayarak durmuştu.
Bununla beraber bu kadarı bile ne güzel, ne büyük sonuçtu. İhtiyar demirci, Kutluk Şad’ın tuğ kaldırdığını işitince canlanmış, hiçbir zaman kaybetmediği inancıyla güçlenmiş, bu kutlu savaşa kılıcıyla yapamadığı yardımı çekiciyle yapmak için insan gücü üstünde emek harcıyarak bütün gece çalışmış, gözleri iyi görmediği, geceleyin mağara daha çok karanlık olduğu halde yalnız ocaktan çıkan yalazla
yetinerek üç kılıçla bir bıçak yapmış, sonra büyük bir bahtıyarlık içinde, topraktan yatağına uzanarak bu dünyadan göçüp gitmişti.
O şimdi daha uyanmamak üzere bahtıyar bir uyku uyuyordu. Doğrusu, böyle bir emekle bu bahtıyar uykuyu uyuyabilmek, yüz yıl çile çekmeğe değerdi.

Uyuyordu. Gök Türk devletini diriltecek kılıç şakırtılarını duyar gibi, Ötüken’de dalgalanacak sancağı
görür gibi, yarını, yarın neler olacağını bilir gibi uyuyordu.

Buluç şimdi ayakta taş gibi duruyor, Gök Türk savaşçılarına kılıç yapmak için didinirken ölen ihtiyar demirciye karşı içi saygıyla doluyordu.''

10 yıl, 3 ay     
0 kişiden 0 kişi beğenmiş.

''O gece, Gök Türk devletini diriltmek için pusata sarılan on sekiz kişi ilk başarılarını kutluyorlardı. Yüzbaşı Ven’in çerisinden yalnız iki üç tanesi kurtularak Çin duvarının arkasına geçebilmişler, ötekilerin hepsi tepelenmişti. Tonyukuk’un buyruğunda, Çin duvarına kadar giderek kaçanları kovalayan on kişi, kulelerden birinin önünde gösteri yapmışlar, aşağıdan seslenerek er dilemişlerdi.

Bu kulenin subayı olan Çin yüzbaşısı, aşağıdakilerin kim olduğunu bilmeden yarı bozuk bir Türkçe ile ne istediklerini sorduğu zaman Tonyukuk düzgün bir Çince ile şöyle cevap vermişti:

- Sana düğün var demedim miydi? İşte düğün başladı. Sen ve bütün Çinliler davetlisiniz. Bu düğün biraz kanlı olacak ama ne yapalım? Türk düğünü böyle olur.''

10 yıl, 3 ay     
0 kişiden 0 kişi beğenmiş.

''- Tonyukuk! Tarkan! Kür Şad’dan beri bu beşinci davranıştır. Siz benimle birlik olursanız, Tanrı yardımı ile Gök Türk devletini yeniden kurar, Ötüken’den dört yana ordular yürütürüz. Tanrı yardım ederse çerimiz kurt gibi, yağı çerisi koyun gibi olur. Tanrı dilerse Ötüken’de Türk töresi yürür, Kadırkan’dan Demirkapı’ya dek Türk budunu birleşir. Atalarımın yurdunda, atalarımın devletini diriltmek için sancağı kaldırıyorum. Bu savaşa benimle birlikte atılacağınıza söz veriyor musunuz?

İki şakırtı işitildi: İki Türk beği kılıç çekmişlerdi. Türk göreneğince and içtiler:

- Gök girsin, kızıl çıksın!...''

10 yıl, 3 ay     
« geri 1 2
Bu gruba katıl!
Grup Kütüphanesi
Tüm Gruplar