Bazen elimizde birçok kitap oluyor ve hangisini okuyacağımıza karar veremiyoruz. Bazen de canımız bir kitap okumak istiyor ama bu kitabın ne olduğuna dair bir fikrimiz olmuyor. İşbu sebeple kurulan bu grupta, okuduğumuz kitaplar hakkında birbirimize yardımcı olabilir, okumak istediğimiz kitaplar hakkında fikir teatisinde* bulunabiliriz diye düşündüm.
* Hep cümle içinde kullanmak istemiştim buraya kısmetmiş.
Yazı bana Otomatik Portakal kitabını hatırlattı. Malumunuz orada da kötü çocuk Alex yeni bir tedavi yöntemi ile "iyi" çocuk haline dönüştürülmeye çalışılıyordu. Ama pek de başarılı olunduğu söylenemezdi. İki kitap üzerinden gidecek olursak herkes yaptığı eylemden iyi/kötü zevk aldığı sürece tedavilerin çok başarılı olacağını düşünmüyorum. Mesele belki neyin iyi yada kötü olduğu değil, neyi yapmaktan zevk alıyorum meselesi belkide.
Hürriyet Gazetesi Kitap Sanat
EFNAN ATMACA
20.02.2019 - 14:06, Son Güncelleme: 22.02.2019 - 10:42
Kötülük iyileştirilebilir mi?
Jean-Christophe Grangé hayranları için güzel haber geldi. Gerilimin efendisi bu kez ‘Ölüler Diyarı’nda dolaştırıyor okurunu. Yazar kendinden beklenenin fazlasını veriyor kitabında. Gerilim dozunu yükselttiği gibi kötülüğün genetik olup olmadığını tartışıyor. “Kötülük iyileştirilebilir mi?” sorusunu ortaya atıyor.
Jean-Christophe Grangé için ‘gerilimin efendisi’ sıfatını yayımlanan 12 kitabının ardından rahatlıkla kullanabiliriz. İlk olarak ‘Kızıl Nehirler’le tanıdığımız Grangé, polisiye-gerilim türüne yeni bir bakış açısı getirdi. Her kitabında psikolojik bir konuyu gündeme taşıyarak yazdığı gerilimin içine okuyucuyu hiç rahatsız etmeden ‘beynin sınırları’nı tartışmasını bildi. Yeni kitabı ‘Ölüler Diyarı’nda da yine beynin sınırlarında dolaşmaya devam ediyor yazar. Bu kez kötülüğün ne ölçüde kalıtsal olduğunu tartışıyor. Daha önce yine Hürriyet Kitap Sanat için yaptığımız söyleşide “Her şeyin insan ruhunun derin düzlemlerinde ilerlediği ve geliştiği polisiye bir romanda, nöroloji ve psikiyatri aslında birincil elementlerdir. Çünkü bunlar suçun temel silahları olabilir” diyen yazarın bu kitapta da çıktığı ‘gerilim’ dolu yolculuğun yanı sıra okurları davet ettiği bu yol, heyecan verici olduğu kadar tedirgin edici de.
Bu kez konu striptiz cinayetleri... Fransız polisinin sert, biraz serkeş, geçmişi muamma, şiddete yatkın ama işinde çok başarılı cinayet büro amiri Stéphane Corso’yla birlikte çok farklı bir katilin peşine düşüyor okuyucu. Corso, yetimhanelerde ve koruyucu ailelerde büyümüş; bir suç makinesi olacakken kurtarılmış bir polis. Berbat bir boşanmanın eşiğinde ve evliliğin ilk başında fantezileriyle onu besleyen karısının sapkınlığından oğlunu korumak istiyor. Neden bunları bu kadar detaylı anlattığımı Grangé tutkunları iyi anlayacaktır. Çünkü yazarın kitaplarının matematiğinde tüm kahramanların ikinci bir rolü mutlu olur. Bu kadar ipucu yeter.
Öldürülen striptizci bir poz verdirilerek bırakılmış. Bu poz katilin kimliğinin sanatsal eserlerle bağlantısını ortaya koyuyor. Kurbanın özel hayatı irdelenince de sadomazoşist bir dünyaya adım atıyor okur. Pornografinin en uç boyutlarında huzuru arayan bir kurban çıkıyor Corso’nun karşısına. Kendinden önceki ekibin bu işi bir çözüme ulaştıramamasının da baskısıyla işe sarılıyor Corso ve ekibi. Tam çeşitli ipuçları bulmuşken bir cinayet daha işleniyor. Yine aynı poz, yine striptizci... Üstelik iki kadın tanışıyorlar. Hatta tanışıklıktan bir adım daha yakınlar. Yeni kahramanın da bir sapkınlığı var. Ölülerle seks yapmayı seviyor. Bu kez yepyeni bir labirent daha beliriyor Corso’nun önünde.
KAHRAMANLARIN ÇOCUKLUĞUNA İNİYORUZ
Tüm işaretler eski bir mahkûm, yeni bir sanatçıya götürüyor Corso’yu. Hayatının büyük bir kısmını hapishanede geçirmiş ve o yıllarda ıslah olup kendini sanata vererek içindeki dehayı keşfetmiş birine. Ancak delile ihtiyacı var Corso’nun ya da itirafa. Bu noktada bir kahraman daha giriyor kitaba. Corso’nun suçladığı eski mahkûm, yeni sanatçının; işini bilen, sürekli suçluların tarafında olup onların serbest kalmasını sağlamasıyla nam salmış çekici ve güzel kadın avukatı. Grangé adım adım kahramanlarla okuru tanıştırıp yeni delillerle şaşırtırken onların çocukluğundan bugününe kadar hikâyelerini de anlatıyor. Çünkü yine o söyleşide “Bilimsel gelişmelerin insan beynini konu almayı sonlandıracağını düşünmüyorum, ancak bu gelişmeler her zaman diğer beyinlerin eseri olacak, yani kendi geçmişlerini kendileri etkileyecek. Bu, beni gerçekten büyülüyor. Karakterimizin çocukluğunun, yetişkin hali üzerindeki mutlak gücü de bu zaten. Bu yüzden her şeyin çocuklukta sahnelendiğini söyleyen Sigmund Freud’a büyük hayranlık besliyorum” demişti. Bu kitapta da bu düşüncenin peşine düşüyor.
Tüm kahramanların çocukluğuna hatta DNA haritalarına iniyor. Onların doğuştan gelen doğalarının kuytu köşelerinde dolaşıyor. Kötülüğün genetik olup olmadığını tartışıyor. Soydan, kandan gelen sapkınlığın insanın hayatında bir noktada ortaya çıkacağını savunuyor. Ne şekilde olursa olsun... Sonra da soruyor: “Kötülük iyileştirilebilir mi?” Ama despot davranıp bu sorunun cevabını vermiyor. Hem iyileşmiş hem iyileşmemiş kahramanlarla tanıştırıyor bizi. Onların geçtikleri yolları anlatarak hangi yolun nereye çıktığını sorguluyor belki de...
Başta da dedim ya, Jean-Christophe Grangé, gerilime yeni bir boyut getiren bir yazar diye. Bu kitabında hayranlarının tüm beklentilerini karşılıyor. Cinayetler, marjinal dünyalar, çekici kahramanlar, soluk soluğa bırakan bir olay kurgusu, ters köşeler... Özetle Grangé okurunu mutlu edecek, tatmin edecek bir kitap ‘Ölüler Diyarı’. Tüm bunların yanı sıra tartıştığı konu ise hem sarsıcı hem de merak uyandırıcı. Özellikle genetiğin başrolü kaptığı bugünün dünyasında. Peki siz ne düşünüyorsunuz?