İyi bir okur,okuduğu eseri rafa kaldırıp unutmamalı, onunla ilgili yazı ve eleştirileri de okumalı...
Sabahattin Ali’nin “Kuyucaklı Yusuf” romanı, yayınlandığı tarih olan 1937′den bu yana güncelliğini hiç kaybetmemiş ve edebiyat tarihimizde bir kilometre taşı olmuştur.
“Kuyucaklı Yusuf’un önemi yalnızca başarılı bir roman olmasından ileri gelmez, öncü bir yapıt olması da ona tarihsel açıdan bir önem kazandırır; çünkü bu yapıt daha önceki Türk romanından iki bakımdan ayrılır ve yeni bir yol açar. Bir kere Sabahattin Ali’nin Türkiye sorunsalına bakışı farklıdır. Tanzimat’tan 1950’lere kadar ki Türk romanının ana sorunsalını “Batılılaşma” oluşturuyordu. Yazarlarımız toplumsal yapının kendine yönelmiyor, mevcut düzeni sorgulamıyorlardı. Toplumsal yapıyı, ezilen halk ya da köylü sınıfının durumunu ele alan romanlar gerçi 1950’lerden sonra görülür, ama bunların ilk örneği 1937’de yayımlanan “Kuyucaklı Yusuf”tur.
Ayrıca romana Anadolu’yu da bu sorunsalla birlikte getirmiş olması “Kuyucaklı Yusuf”u başka bir yönden daha öncü yapar.(…) Sabahattin Ali’nin gördüğü çatışma toplumsal yapıdan kaynaklanır; bir yanda bürokrasi ve eşraf vardır bir yanda da ezilen halk.”
Berna Moran,
“Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2.”sayfa 21-22
“Sabahattin Ali’nin romanlarına gelince: Sayıca az ama, değerce ağır basan romanlar. Kuyucaklı Yusuf olsun, İçimizdeki Şeytan olsun, en başarılı romanlarımız arasında yer alır. Bu romanların birleştiği nokta şu: İkisi de hem çevrece hem ruhça katıksız yerli birer roman; ikisi de çevre, töre romanı. Biri bir Anadolu kasabasını bütün ruhu ve yaşantısıyla veriyor…
Sabahattin Ali hikayelerinde her zaman veremediği içi romanlarında verebiliyor. Kuyucaklı Yusuf’ta ruh incelemeleri yok ama, davranışlardan çevrenin, bir bakıma da kişilerin psikolojilerine girebiliyor. Olaylar öylesine ustalıkla seçilmiş, ayrıntılar sanki üzerlerinde hiç işlenmemiş gibi öylesine tabii tertiplenmiş ki, insan pek farkına varmadan kendini çevrenin ortasında buluveriyor. Romancı, işlediği ayrıntıları belli etmeden bütüne gerçeklik vermesini biliyor.”
Vedat Günyol, “Dile Gelseler (Eleştiriler)” sayfa 35
“Şakir’in Muazzez’e gösterdiği bu ani ilgi, fabrikatör Hilmi Bey’in oğluna atılan bu yumruk, bu iki tekme Yusuf’un yazgısını çizmiştir artık. Bundan sonra, kendisini bekleyen sona doğru, kaçınılmaz bir biçimde ağır ağır yaklaşır. Tıpkı bir trajedya kahramanı gibi.
G. Wicham, trajedyadan söz ederken, “Eğer bir insan, kurulu bir doğa veya töre yasasını herhangi bir sebeple bozarsa, arkasından zorunlulukla bu karşı gelişin sonucu doğacaktır. Sonuç, tanrıların isteğidir…”der.
Dr. W. H. Werkmeister de şöyle diyor: “Bütün değerlendirmelerden uzak bir dünyada hiçbir trajedi yer alamaz. Ancak değerlendirmelerin işe karıştığı, ahlak sözleşmelerinin tehlikede olduğu daha yüksek bir yapılması gerekenle daha aşağı bir yapılması gereken arasında, soylu olanla bayağı olan arasında ayrılıkların bulunduğu bir yerde trajedi olabilir.”
1910’ların Anadolu kasabaları tragedyalar için en elverişli mekanlardır. Kasaba eşrafı ve mütegallibesi öylesine ezici bir güce sahiptir ki bu güce herhangi bir karşı geliş, “doğa veya töre yasasını” bozmuşçasına, zorunlu olarak, buna karşı gelişin sonucunu doğurur. Sonuç, eski Yunan’da tanrıların isteği ise, Anadolu kasabasında da eski Yunan Tanrılarının gücüne sahip eşrafın isteğidir.
Roman “soylu olanla bayağı olan arasında ayrılıkların bulunduğu bir yerde”, “bayağı” ama güçlü olanın isteğine göre gelişir. Kasabanın Tanrılarını kızdıran Yusuf yıkılır,yenilir, ezilir.”(s.180,181)
“Oysa “Kuyucaklı Yusuf”taki gerçekçilik ile romantizm, birbirinden sanıldığı kadar bağımsız değildir, çünkü gerçekçi yönü oluşturan kasaba yaşamına ya da kasaba gerçeğine de romantizmden kaynaklanan bir dünya görüşünün açısından bakılmaktadır.
İkincisi, gerçek kasaba yaşamı Yusuf ile Muazzez’in romantik serüvenine bir fon teşkil etmez. Romanın bu iki yönü birbirlerinin özelliklerini belirginleştiren karşıt değerlerin alanıdır. Metnin derin yapısına doğru inecek olursak görürüz ki metin, birbirinin anlamını pekiştiren birtakım karşıtlıklarla örülmüştür: Şehir/doğa, yapay insan/doğal insan, yozlaşmışlık/masumiyet, şehvet/aşk. Yusuf ile çevresi arasındaki uyumsuzluğu bu karşıtlıkların ışığında incelersek romanın gerçekçi ve romantik yönlerinin bir bütün oluşturduklarını görürüz.”
Fethi Naci, “50 Türk Romanı” sayfa 23
Sabahattin Ali, bu romanında Anadolu insanını, bu insanların düşünüş ve yaşayış tarzlarını okuyucuya anlatmaya çalışmaktadır. Sabahattin Ali, bu romanı için gereken malzemeyi asılsız bir ihbar nedeniyle üç ay yattığı hapiste ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yaptığı öğretmenlik görevleri sırasında toplamıştır.
”Kuyucaklı Yusuf’” romanında okuyucu öykünün hep bir adım önünde gidebiliyor; çünkü yazarın ahlaki değerlerini anladıktan sonra romandaki kişilerin başına ne geleceği tahmin edilebiliyor. Örneğin kitabın sonlarında Muazzez dışında herkesin ölmesi bir süpriz midir? Hayır. Yozlaşmış insanların hepsi şehirde ölmüştür ve Muazzez direnerek temiz olan doğada hayatını yitirmiştir. Kitabın sonunun böyle biteceğini Salahattin Bey’in ölümünden sonra sezmek çok kolaydır. İkinci bir seçenek olarak Yusuf ölebilirdi, ama Yusuf insan üstü bir kişiliğe bürünmüş bir karakterdir kitapta ve onu oğlu gibi seven yazarın asla onu öldürmüyeceği bellidir.
Roman bunun gibi önceden kısmen tahmin edilebilcek birçok olay içeriyor. Mesela Ali’nin de bir şekilde hikayeden silineceği hissedilebiliniyor. Bu yüzden bir süre sonra monotonlaşıyor ve sadece ahlak dersi veren bir romana dönüşüyor. Özellikle bir insanın görüş açısından bakması da romanı bir süre sonra sınırlayan özelliklerden. Yusuf’a göre iyi olan herşey mutlak iyi, gerı kalan her şey ise mutlak kötü olarak gösteriliyor. Bu yüzden kitapta sürekli iyi-kötü, yozlaşmış-doğal çatışması var. Olaylar sanki Yusuf’un içinde verdiği kavgayı okuyucuya anlatmak için gelişiyorlar. Eğer başka bakış açıları da olsaydı o günki toplumu daha nesnel inceleyebilirdik.
Dil ve anlatım olarak başarılı bir eser. 1937 yılında yazıldığı düşünüldüğünde dilin böyle sade olmasının gerekliliği daha iyi anlaşılabilinir. Anlatımda araya girmeler olsa da hikayenin anlatımı başarılı. Araya girmeler büyük olasılıkla yazar kendini hikayeye kaptırdığı için olmuş. Romanın genelinde Sabahattin Ali’nin bu heyecanını hissetmek mümkün. Yazar Şahinde ve Şakir’i öyle bir anlatmış ki okuyucu böyle insanların yazarın hayatında gerçekten varolduğuna ve yazarın o insanları kitap vesilesiyle kötülediği hissine kapılıyor.
Olaylar, Osmanlı döneminde geçiyor olabilir; ama yazarın kendi yaşadığı zamanın toplumundan esinlendiği biliniyor. Yazar sermaye gruplarının halkı hem maddi hem de manevi olarak sömürmesini ve devletin buna karışmaması, hatta desteklemesini eleştiriyor.
Kuyucaklı Yusuf önemli toplumsal sorunlara değinen ve bunların birey üzerindeki baskısını anlatan bir kitap. Sağlam bir kurguyla ve güçlü betimlemelerle desteklenen bir roman. Anlatımda küçük eksiklikleri olsa da edebiyatımızda klasikleşmiş bir eser. Zevkle okunan ve okunması gereken bir kitap.
Kitabın Künyesi
Kuyucaklı Yusuf
Sabahattin Ali
Yapı Kredi Yayınları
Editör : Ayfer Tunç
İstanbul, 2010, 45. Basım
216 sayfa
Tanıtım Yazısı
“Bu manasız ve yabancı hayatta bir tek şeye hakikaten sarılmış, hakikaten inanır gibi olmuştu. Bu da karısı idi. Muazzez’in varlığı Yusuf için büyük, boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi, fakat onun yokluğu müthişti. Onun bu kadar sebepsiz yere, bu kadar insafsızca Yusuf’un hayatından koparılması çıldırtacak kadar acı idi. Hayatında asıl aradığı şeyin Muazzez olmadığını biliyordu, fakat Muazzez olmadan bunu aramaya muktedir olamayacağını sanıyordu.”
Kuyucaklı Yusuf Türk edebiyatının belki de en romantik kahramanıdır. Hayatın ve insanların zalimliği karşısındaki naif duruşu ile bir yandan trajik bir sona ilerlerken, bir yandan da yaşadığı lirik aşk hiyakesinin kahramanı olarak edebiyat tarihinde yerini almıştır.
Kaynak:http://www.insanokur.org