Bazen öyle bir cümleye rastlarız ki kitapta, o tek cümleden koca bir roman yazılabilir... Bu grup, işte o sözler için...
Dip Not: Her kitap için ya da her yazar için bir konu açıp, o kitaptan veya yazardan alıntıları ekleyebilirz. Bol konulu, bol alıntılı, boooollll paylaşımlı bir grup olması dileğimle :)
Bu yorum silinmiş
Günler Koptu. Artık geceleri bir ölüm akıyor sokaklara. Kentin evlerinin aralıklarına doluyor. Boğuluyoruz.
*
Beni öldürdüm. Her insanı öldürmek kanısı ile öldürdüm. Ben ben miyim? Ben herkes miyim? Ben her şey miyim? Yatıyorum. Kısa süre sonra gelecek ölüm. Biliyorum bunu. Umursamıyorum oysa. Güzel bir ölüm kucakladı beni. Yeni açıyor çiçekler. Aydınlıklar koşuşuyor. Kızların şarkıları kulağımı dolduruyor. Güzel gözler bakıyorlar bana. Kendi gözlerimi bu gözlerle karıştırıyorum.
*
Kalkın. Tüm ellerinizi uzatın bana. Tutmak istiyorum. Sizleri yemyeşil çimenler üzerine çıkaracağım. Soluk yüzlerinizi güneşlerle yıkayacağım. Irak ülkelere gideceğiz. Oralarda kara bir ay ağaçlar arasında kalmış. Ağaçlar yüksek. Sık. Uğulduyorlar geceleri. Gün ışığını avuçlarımıza alacağız. Gelin. Kalkın. Uzatın ellerinizi.
*
Doğanın bu değişkenliklerini yıllar boyunca izleyeceğim. Doyabilmek için.
*
Birdenbire çok yorulduğumu, taşıyamayacağım kadar yaşantı üslendiğimi ölürcesine algıladım. Kitapsız, sanatçısız, tartışmasız bir yaşamın özlemi sardı benliğimi.
*
Sıska bedenimden deriler sarktığında izin isteyeceğim. Ölmek için köyüme döneceğim, diyeceğim. Burada ölemez misin? Diyecek. Burada ölecek yer yok, diyeceğim. Sonra siz beni yakarsınız. Ya küller arasında uyanıp, gövdemi arayıp, yalnız külleri görürsem? Oysa toprak içinde bir süre daha kollarım, bacaklarım ve tüm bedenimle birlikte olabileceğim. Belki ölüme alışana dek. Ölüm içinde ölümü unutana dek.
*
Şimdi neden bu kadar çok sevdiğimi anladım, çünkü kendim ölmüştüm ve yalnızca başkalarının canlılığını algılayabiliyordum.
*
Nihayet yağmur başladı. Bu sabah artık yağmuru neden bu kadar sevdiğimi anladım. Ağlayan bir yüreğe benzediği için.
*
Berlin’de içimde büyük bir ölüm özlemi oluşuyor. Doğaldır, yaşam için bu kadar çok dürtünün olduğu yerde ölüm de çoğalır.
*
Beyin, düşünce kendini özgürleştiriyor, fırlıyor, bir roket gibi evrene, boşluğa, sonsuz boşluğa. Onunla birlikte gövde de. Ya da gövde kalıyor da düşünce gövdeyi koparıp sonsuz boşluğa doğru uçmaya başlıyor.
*
Aklın dünyası dışında başka şeyler olmalıydı. Ben çılgınlık dünyasına en derin, en uzun, en sonsuz yolculuğu yaptım. En acı veren yolculuğu. Tüm öbür acılar, akıldan çılgınlığa geçişle karşılaştırıldığında kabul edilir. Çılgınlık yoluyla kurtuluşumu ne büyük bir cesaretle tamamladım, tüm acılardan, gövdelerden, güneşlerden, ana-babalardan ve çocuklardan, güvenden ve güvensizlikten, tüm düzenden.
*
Aklını en acı olana, en derine, en sonsuza atmışsan korkma. Ne sessizlikten, ne dolunaydan, ne ölümlülükten, ne ölümsüzlükten, ne seslerden, ne gün doğuşundan, ne gün batışından. Sakin ol. Öylede dur. Yaşamdan geç. Kentlerden geç. Sınırları aş. Gülüşlerden geç. Anlamsız konuşmaları dinle, galerileri gez, kahvelere otur – artık hiçbir yerdesin.
Tüm raylardan git, denizin her türlü grisinin tadını çıkart.
*
Çılgınlığın evreninde yükselmeye başladığın anlar ne büyük acı verir. Gövdenin ayrıldığı anlar.
*
Ben aslında sürekli özlüyor ve bir özlem durumunda yaşıyorum. Bu yüzden özlemlerim yok. Yalnız bir kavrama bu. Bütünselliğin kavranması. Bitirilmişliğin. Bir yolculuğun sonu. Başlangıcı olmayan yatay bir yolculuğun sonu. Kendi yuvarlağım çevresinde dönen bir yolculuğun.
*
Ben dışarıya bakan pencereyim.
*
Yalnız yaşı olmayan ve dünyalarını kendi içlerinde taşıyan insanlara dayanabildiğimi görüyorum.
*
Varoluşumuzun en ilginç yanı bu düşünsel oyun. Acı, sevgi, kurtuluş, yalnızlık, mutluluk, kin, ölüm, ağaç, dağ, deniz, çocuk, adam, gece, sabah, evlerin duvarları, dünya, dünyayı saran boşluk, sonsuzluk hepsi düşüncede oluşuyor. Hayır, “Cogito ergo sum - düşünüyorum öyleyse varım” demeyeceğim. Peki, ne diyeceğim?
“Varım, öyleyse düşünüyorum”
*
Özlemin içindeyim şimdi. Ama özlemeye gene de devam ediyorum.
*
Sen hiçbir işe yaramaz değildin. Seni senden çalan toplumdur.
*
Kültür bir şeye cesaret edebilme sorunudur. Okumaya cesaret edebilme, bir görüşe cesaret edebilme, görüşlerini açıklayabilme cesaretidir.
*
İnsanın ana dilini yitirmesi, öz kişiliğinin yıkılması demektir.
*
Kültür, insanlık uğraşının üstyapısı değil, temelidir.
*
Meyhanelerde umutsuz bir bekleyiş var – kendi kendini bekleyiş-
*
İnsanın kendi dünyası dışında yaşayacağı bir dünya yoktur.
*
İnsanın başkalarına söyledikleri kendi duymak istedikleridir. Yazdıkları, okumak istedikleridir. Sevmesi, sevilmeyi istediği biçimdir.
*
Herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda yaşamım bitti. Bilmiyorum, nerede, ne zaman. Ve işte o bittiği yerde başladı. Acının sonunda. Acı ile.
*
Bu kentin en güzel özelliği her sabah yeni bir mevsimin insanı karşılaması.
*
Kalkacak bir trene binerken, beni artık içinde bulunduğum ülke, gideceğim kent, ineceğim istasyon, bindiğim tren ve kompartımandaki insanlar pek ilgilendirmiyor. Trene binerken ben’in içinde bulunduğu duygu birikimleri ilgilendiriyor.
*
Dış dünya ile tüm bağlantılarımın duygu birikimlerinden oluştuğunu biliyorum artık. Yazı yazmak isteğinin dış dünyaya karşı bir tür savunma olduğunu daha bir algılıyorum. Yaşamın kendisinin yazı yazmaktan çok daha gerçek, çok daha derin olduğunu da biliyorum. Sözcüklerle yaşamın derinliğini vermeye hiç olanak yok. Çünkü sözcüklerde rüzgârlar ne kadar esebilir? Sözcüklerden nasıl bir güneş doğabilir? Sözcükler açık bir pencere önüne büyük yağmur taneleri olarak yağıp, bir insanı derin uykusundan uyandırıp mutlu kılabilir? Sözcüklerde yağmur ıslaklığı var mı? Sözcükler insanın yanında yatan diğer bir insanın yürek çarpışlarını duyurabilir mi?
Yanımda bir canlının yatmasını neden bu kadar istediğimi şimdi daha iyi duyuyorum. Yaşamaya belki de her şeyin bittiği bir yerde başlıyorum. Ya da kendi yaşamıma inanmıyorum. Ya da kendi varoluşum yetmiyor bana. Yanımdaki bir tene değip, yürek atışlarını duyabildiğimde, yaşamın gücünü algılıyorum.
Peki, o zaman neden en çok sözcüklerde, kitaplarda yaşadım.
*
Yaşamın kendisi nötron bombasına benziyor. Soluklar, yürek atışları, duygular gidiyor. Kavak ağaçları yükseliyor, Vivaldi’nin, Mozart’ın duyguları – Kendi yaşamı adına algılamak istedikleri onunla birlikte ölüyor.
*
Doğumum bile bir kökünden kopma idi. On yaşıma kadar, çevremi, özellikle çevremdeki sessizliği kavramaya çalıştım. Yirmi yaşım ile otuz yaşım arasında aklın bittiği yerde ve çıldırmanın sınırlarını aradım. Otuz yaşım ile kırk yaşım arasında ne akıllı ne de çılgındım. Dünyayı kavradığımı sandım. Kırk yaşındayım. Bugün, gecenin bazı saatlerinde kitlenin anlamsız gürültüsü içinde boğuluyorum. Kendimi öldürmeye çalışıyorum. Özlemlerim kalmadı. Bıraktım. Hepsini kendi ve benim dünyamı anlamaları için bıraktım. Ve bana ölümsüzlerin sonsuz acıları kaldı.
"İyice bakabilseydim, kentin en güzel yüzünü görecektim. Ama ben her zaman güzelliklerin değil de güçlük, terslik, acı ve öfkelerin peşinden koşan bir insanım."
Kalanlar - Tezer Özlü.
" Bazan bir şey yaşarken olaya dışardan bakıp, o olayı yazmak için yaşadığım duygusuna kapılıyorum. O zaman içimden bir ses, karşındakine haksızlık ediyorsun, diyor. Olmaz böyle bir şey, diyor. Olayın içine girmeye çalışıyorum. O zaman da kendime haksızlık ediyormuşum gibi oluyor. Böylece kendi özüm ve gözetimim (yazmak için) arasında gidip geliyorum. "
Kalanlar - Tezer Özlü.
" İktidardaki egemen sınıf ve benim toplumumdaki düzen her gün sayısız kez benim ve benim gibileri vazgeçmeye ve bizi kendisi gibi olmaya zorladı. Ben bir kezinde aklımı yitirdim, ama kendimi yeniden kendi elime geçirdiğimde daha da zor yenilebilir durumdaydım. "
Kalanlar - Tezer Özlü.