Bazen öyle bir cümleye rastlarız ki kitapta, o tek cümleden koca bir roman yazılabilir... Bu grup, işte o sözler için...
Dip Not: Her kitap için ya da her yazar için bir konu açıp, o kitaptan veya yazardan alıntıları ekleyebilirz. Bol konulu, bol alıntılı, boooollll paylaşımlı bir grup olması dileğimle :)
‘’ Türklerin anayurdu Orta Asya’nın batı bölümleridir.Tiyanşan yahut Tanrı dağları denilen sıradağ Türkelinin belkemiğidir.Türkistan'a hayat veren büyük ırkların çoğu buradan çıkar.Bugün Moğolistan dediğimiz yerde eskiden Türk ülkesiydi. Türkelinin batı sınırı Edil ırmağıdır.Bu ülkenin iklimi umumiyetle sert olup büyük bozkırlarla doludur. Geniş mesafeler arasında az insanlar otururdu.Bu iklim ve yayla -bozkır hayatı Türklerin az konuşkan,ciddi,sert,kuvvetli ve cesur yapmıştır.''
‘’ 'Turan' adını altı millete birden vererek ' Ural - Altay' yerine ' Turan' kelimesini kullananlar da vardır.''
‘’ Bu beğliklerden Kunlar ötekilerini ortadan kaldırarak bütün Türk ırkını birbayrak altında birleştirdiler. Hakimiyetleri Koradan Edile kadar uzanıyordu. Bunlardan tarihinde mühim rol oynayan ve edebiyata da geçen bir ünlü hükümdar vardır ki adı ' Mete' veya ' Motun' dur.''
‘’ Mete sevgilisini nişangâh yapıp ok attı ve askerlerine de karılarına ok atmalarını emretti. Dehşet içinde kalıp buyruğa baş eğmeyenler idam olundu. İşte Mete bu kadar sadık ve disiplinli bir ordu ile babasının üzerine yürüyerek onu mahvetti. Üvey anası ve üvey kardeşini,onların sol taraflarını da mahvederek yabgu oldu.(M.ö 209)
‘’ Mete Türk milletini yaratan insandır. Savaşta enerji,dahilde disiplin, milli bir itaat ruhu ve devletçilik gibi vasıflar Türk milletine Mete'den kalan yadigârlardır.
‘’ Gök Türk kelimesindeki gök yani mavi kelimesi devletin büyüklüğünü göstermek için kullanılmıştır. Renk isimleri Türklerde büyüklük,çokluk,şöhret göstermek için kullanılır. (kara cahil, kara keder, ak soy, kızıl cehennem gibi.)
‘’ Bilhassa 639'da Kür Şad'ın 40 kişi ile Çin payitahtında yaptığı ve Çin imparatorunu tevkif ederek ve Gök Türk prenslerinden birini Türkistan'a götürerek Türk kağanlığını diriltmek maksadını güttüğü ihtilâl pek şanlı oldu. Fakat bastırıldı. Nihayet 681'de İlteriş Kutluk Kağanın 17 kişi ile dağa çıkarak yaptığı ihtilâl muvaffak olundu. Etraftan koşuşanlarla 70'e yakın,biraz sonra 700'e çıkan ihtilâlciler istiklâllerini elde etmeye muvaffak oldular. Böylelikle Gök Türk devleti dirildi.
‘’ Bu bilgiye göre Kunlar yılda bir defa gök ve yer Tanrılarına ve atalarının ruhuna kurban keserlerdi. Demek ki Türk dini o zaman iki tanrılı bir dindi. Gökte ve yerde iki tanrı tanıyan bu din Gök Türkler çağına kadar gelmişti. Gök Türklerde fazla olarak ' yer sub' ( yer su) da Tanrı olarak tanıtılmaktadır.Fakat Gök Türklerde 'Tengri' yani sema bütün dünyayı ve beşeriyeti yaratan bir Tanrı değil,bir Türk Tanrısıdır. Yine Gök Türklerde 'Umay' adında bir kadın Tanrı tanılıyor ki bu da iyilik ve acıma Tanrısı idi. İşte Türklerin bu milli dinine Şamanizm diyoruz.
‘’ Umumiyetle Türkler yüksek ahlâk sahibi insanlardı. Kunların düşmanları olan Çin'liler Kunlarda verilmiş bir sözün tutulmamasına imkân olmadığını kaydediyorlar. Hırsızlık eden on mislini verirdi. Evli bir kadına sataşmanın,savaştan kaçmanın,büyük hırsızlık yapmanın cezası ölümdü. Kunlar devrinde bir mahkûm hakkında en çok on günde karar verilirdi.
‘’ Asker millet oldukları için çocuklar milletin menfaatine uygun olarak yetiştirilirlerdi. Kunlarda çocuklar küçükken koyunlara binerek biniciliği öğrenmeye başlarlar, pek usta biniciler olurlardı. Eli silâh tutan herkes askerdi. Savaşta ölmek şeref,evde ölmek ayıptı. Kişi çadırda doğar, çayırda ölürdü.
‘’ Buna kızan Tanrı Kara han bu itaatsiz kişiye 'Erlig' (Şeytan) adını verdi ve onu kendi ışık âleminden kovdu. Bundan sonra yerden dokuz dallı bir ağaç bitirerek her dalın altında bir adam yarattı. Bunlar dokuz insan ırkının ataları oldular. Erlig bu insanların bu kadar güzel ve iyi olduklarını görünce insanların bu kadar güzel ve iyi olduklarını görünce Kara Handan onları kendisine vermesini istedi. Kara Han vermedi. Fakat Erlig onları kötülüğe sürükleyerek kendisine çekebiliyordu.
‘’ Tanrı Kara Han on yedinci kat gökten kâinatı idare etmektedir. On altıncı kat gökte 'Bay Ölkün', Altın dağda,altından bir tahtta oturur. Yedinci katta 'Gün Ana',altıncı katta 'Ay Ata' oturmaktadır.
‘’ 1- Türklere göre kâinatı yaratan bir tek kuvvet vardır. Kâinat sudan ve topraktan yapılmıştır.
2- Kadın hayatta mühim unsurdur. Tanrı Kara Han'a yaratmak ilhamını bir kadın olan 'Ak Ana' verdiği gibi ikinci derecede iki Tanrı olan 'Gün' ve 'Ay' dan daha üstün olan 'Gün' de kadındır.
3- Şeytan çok büyük kudretlere malik olmakla beraber esas itibari ile insandır. Hiç bir zaman Tanrı Kara Han'a denk kuvvette değildir.
4- İnsanlar bir ana babadan üremiş değildir. Dokuz ayrı ırk vardır ki ataları ayrı insanlardır.
‘
’ Savaş hazırlıkları yapılırken Türk padişahının öteki oğlu 'Alp Arız' saraya gelip babasına:'Baba! Sen Türklerin en büyüğüsün. Mînûçehr öldü ama İran ordusunun büyük kahramanları var. İsyan etmeyelim. Edersek ülkemiz yıkılıp gider' dedi. Peseng, oğluna söyle cevap verdi: 'Alp Er Tunga avda arslan,savaşta savaş filidir.Bahadır bir timsahtır. Atalarının öcünü almadır. Sen onunla birlikte ol. Ovalarda otlar yeşerince ordunuzu 'Amul'a yürütün. İranı atlarınıza çiğnetin. Suları kana boyayın...
‘’ Alp Er Tunga Turanın yakıldığını,Türklerin öldürüldüğünü görünce kan ağladı. Öç almaya and içti. Ordu toplayarak İran'a girdi. Ekinleri yaktı. İran'a hâkim oldu. Kıtlık çıkarak İranlılar yedi yıl açlıktan kırıldılar. Bunun önüne geçip İran'ı kurtarmak için Keyhüsrev'i Turandan kaçırdılar. Keykâvus,torunu Keyhüsrev'e tahtı bıraktı. Keyhüsrev, Alp Er Tungadan öç almak için ordusunu hazırladı. Fakat bu ordu daha Alp Er Tunga ile karsılaşmadan bozuldu. Keyhüsrev yine ordu yolladı. Türklerden Bazur adında birisi büyü yaparak dağlara kar yağdırdı. İranlıların elleri tutmaz oldu. Böylelikle İran ordusunu doğradılar. İranlılar yine Rüstem'i yolladılar. Harikulâde savaşlardan sonra Rüstem Türk ordusunu bozup Türk ordusunda bulunan Çin hakanını da tutsak etti.
‘’ Ve o iki kişiye Türkçe şunu dediler: ' Kal,aç'. Bunun mânâsı 'bekleyin,durun,eğlenin'dir. Sonra bunların çocuklarına 'Kalaç' denildi. İşte 'Kalcı'ların kökleri bunlardır ki iki boydur. Derken Zülkarneyn geldi. O 22 kişiyi gördü. Baktı ki bunlar saçlı insanlardır. (uzun saçlı olacak) ve üzerlerinde Türk alametleri var; bunları görünce kimseye sormadan bunlar 'Türk mânend' dedi ki mânâsı 'Türk'e benziyorlar' (1) demektir. Bu ad o adamlar için bugüne kadar kaldı. Bu Türkmenler esasen 24 boydur. Fakat Kalaç boyu olan iki boy bazı şeylerle bunlardan ayrılmışlardır. Onun için bu iki boy bunlardan sayılmaz. İşte Türkmenlerin aslı budur.
‘’ Bu destanda göze çarpan esaslar şunlardır:
1- İskender Türkistan'a geldiği zaman Türklerin çoğu doğuya çekilmişler,Türkmenler yani Oğuzlar kalmışlardır.
2- İskender’in Türkistan'da sonuna kadar ilerleyememesi, mukavemet görmesinden dolayıdır.
3- Türkistan'da büyük şehircilik hayatını ilerleten İskender olmuştur.
‘’ Burada acemce bir cinas vardır. 'Türk mânend' Türk'e benziyor demektir. Fakat bu söz 'Türkmân end' seklinde yazılıyorsa 'Türkmendirler' demek olur. Divânü Lûgatit Türk’te İskender acemce konuşuyor gösterilmektedir.
‘’ Bu kız öyle güzeldi ki gülse Gök Tanrı (mavi gök) gülüyor,ağlasa Gök Tanrı ağlıyordu. Oğuz Kağan onu gördükte usu (aklı) kalmadı. Gitti.
‘’ Nuh,üç oğlundan 'Hâm'ı Hindistana'a,'Sâm'ı İran'a,'Yafes'i de Şimal'e gönderdi. Yafes Şimale varıp Edil ve Yayık ırmakları yakalarında 250 yıl oturdu. Öldüğü zaman büyük oğlu Türk,yerine geçti. Türk pek bilgili,pek uslu idi. Babasının ölümünden sonra birçok yerleri dolaştı. Sonunda Işık Göl civarını beğenip orada yerleşti. İlk önce çadırı yapan padişah budur.
‘’ Çocuk Allah,Allah diye bağırıyordu. İşitenler:'Bu çocuk ne dediğini bilmez'dediler. Çünkü Allah kelimesi Arapça olup Moğollar bu kelimeyi işitmemişlerdi. Tanrı Oğuzu evliya yaratmış adını onun diline ve gönlüne koymuştu. Oğuz büyüyünce Kara Han, Uz Han'ın kızını ona zevce olarak aldı. Oğuz Han,karısına yalnız iken :'Seni beni yaratan Allahtır. Onu var bil,bir bil,onun buyruğundan çıkma'dedi. Kız kabul etmedi. Oğuz da ondan ayrı yasadı. Hiç konuşmadı.
‘’ Oğuz Han oğullarına dedi ki :'Siz üç büyük oğlum,altın yay bulup getirdiniz. Kırıp bozularak paylaştınız. Sizin adınız Bozok olsun. Neslinize de paylaştınız. Siz adınız Bozok olsun. Neslinize de Bozok desinler. Siz küçükler ,üç ok buldunuz. Sizin adınız neslinizin adı da Üç ok olsun. Bu ok ve yayın bulunması insandan değil,Tanrıdandır. Öyle buyurdu. Bizden önce geçen milletler yayı padilah alâmeti bilirler,okları da padişahın elçisi sayarlardı. Çünkü yay oku hangi tarafa yollarsa o tarafa gider. Yani padişahın elçisi gibidir. Size buyuruyorum. : Ben ölünce yerime büyük oğlum Gün geçsin. Onun da yerine geçecek olanlar içlerinde tahta lâyık biri bulundukça daima ve dünya durdukça Bozoklardan seçilsin. Öteki Bozoklar onun sağında otursun. Üç oklar da sol olsunlar ve kıyamet gününe kadar nökerliğe razı olsunlar' Oğuz Han yüz on altı yıl padişahlık edip Tanrı rahmetine gitti.
‘’ Türk ellerinde Moğol’un oku ötmeyen,kolu yetmeyen bir yer yoktu. Bundan dolayı bütün boylar Moğol’u kötülerlerdi. Hepsi birleşip Moğollardan öç almak için üzerlerine yürürdüler.
‘’ Uygurların hayatında din değiştirmek gibi pek mühim bir rol sahibi olduğu için halk arasında unutulmamış, göç destanına dahi karıştırılmıştır. Gökten ışığın inmesi,çocukların harikulade bir şekilde doğması,geceleri gelip hükümdara talimat veren ilahi kız ve memlekette olup bitenleri haber veren üç karga ise masal unsurlarıdır. Karganın haber vermesi motifi bugüne kadar kalmıştır. Annelere,yaptıkları suçların kargalar tarafından haber verileceğini söyleyerek çocuklarını korkuturlar.
‘’ Bataklıkta doğmuş,atlar ve öküzler arasında kırda büyümüş kimsesiz ve yıpranmış padişah! Çin'de gezmek için birkaç defa sınırınıza gelmiştim. Kimsesiz ve yıpranmış imparatoriçe taht üzerinde yalnızdır. Yalnız olarak yasıyor. Her iki padişah can sıkıntısı içinde. Bende olmayanı bende olanla değiştirmek istiyoruz
‘’ Tatlı sözüne,yumuşak malına kanıp (bir) çok(larınız) beşiğine dek kıymaz imiş(ler) (ey) Türk milleti öldünüz. Türk milleti! Bazıların(ız) cenupta Çugay ormanı(na). Tügelin ovası(na) konayım derse (ey) Türk
milleti orada bazı karıştırıcı kişi(ler) söyle kışkırtıyor(lar) imiş: Irak ise(ler) kötü mal verir,yakın ise(ler) iyi mal verir diyip öylece kışkırtıyor(lar) imiş. Bilgi bilmez kişi(ler)! O sözü alıp yakına doğru varırsa(n),hiçbir sıkıntısı olmayan Ötüken ormanı(nda) otursa(n) ebedi (bir) eli tutarak oturacaksın. Türk milleti ! İtidalsizsin. Açsa(n) tokluğ(u) düşünmezsin. Bir doyarsa(n) açlığ(ı) düşünmezsin. Öyle olduğun(uz) için (sizi) yükseltmiş (olan) kağanın(ız)ın sözün(ü) almadan yer sayarak (1) vardınız. Hep ora(lar)da mahvoldunuz. Bittiniz. Orada kalmış Olanlar(ı)nız) yer sayarak hep ayakta olarak,ölerek yürüyordunuz. Tanrı yarlıkadığı için,kendim(in) kutum var (olduğu) için kağan (olarak) (tahta) oturup yok (olan) yoksul öilleti hep toplattım. Yoksul milleti bay(2) kıldım. Az milleti çok kıldım. Acaba bu söz(ler)imde yalan var mı? Türk beğler(i),millet(i) işitin. Türk milleti(i)ni derleyip el tuttuğunu buraya vurdum. ne söz(ler)im (var) ise ebedi tasa (2) vurdum. Onlar(ı) görerek bilin,şimdiki Türk millet(i),beğler(i) tahta tâbi olan (siz) beğler mi yanılacaksınız? Ben ebedi tası.. Çin kağanından nakısçı(lar) getirdim. Nakışlattım. Benim sözümü kırmadı. Çin kağanının içeri (3) nakısçı(sı)nı gönderdi. Onlar(a) güzel (bir) bark yaptırdım. İçin(e),dışın(a) güzel nakış vurdurdum. Tas yontturdum. Gönüldeki söz(ler)imi..... On ok (4) oğul(lar)ına (ve) yabancı(lar)ına değin bunu görerek bilin,ebedi taş(ı) yontturdum.
Türk ruhunun 'ferdiyetçi' olmayıp 'cemiyetçi' olduğu bu yazıttan da anlaşılıyor:Birçok savaşlar yapıldığı ve bu savaşlarda hiç şüphesiz üstünlük gösteren birçok kahramanlar çıktığı halde bunların adları anılmıyor. Kül Tigin kahramanlıkları bile az anlatılıyor. Onun savaşlarda kaç kişiyi yere serdiği söylenmekle iktifa olunuyor. Yalnız bir yerde Türk beğlerini hitap olunarak'onun nasıl hücum ettiğini hep bilirsiniz' deniliyor. Ömrünü Türk birliği uğrunda harcayan kahraman Kül Tigin için bütün methiye aşağı yukarı bu cümleden ibarettir.‘’
‘’ Gök Türkler ve Dokuz Oğuzların hâkimiyeti çağında, Türk boylarının lehçeleri arasındaki ayrılığın pek az olduğu muhakkaktır. Çünkü mütemadiyen hareket halinde bulunan Türkler birbiriyle daima karışıyor,yer değiştiriyorlar,sıkı teması hiç kaybetmeyerek birbirine dil bakımından tesir ediyorlardı. Bundan başka aynı siyasi hâkimiyet altında bulunmakta hiç şüphesiz lehçelerin ayrılmamasına çok yardım ediyordu.
‘’ Her ne olursa olun,ayrılık büyük değildi. Doğuluların konuştuğu lehçenin en doğrusu ve güzel Kaşgar ve çevrelerinde konusuluyor ve buna Hakanlı lehçesi deniyordu.
‘’ İslâm tüccarlarının Türkler arasına sokularak tesir yapmaları,din propagandacılarının faaliyeti pek az tesir yapıyor,Müslüman olanlar Abbasi imparatorluğuna asker olmak için Türkistan'ı bırakarak ekseriya Anadolu’ya geliyor ve orada Bizanslılarla durmaksızın çarpışan İslâm ordusunun en faâl unsuru oluyorlardı.
‘’ Türkler Müslüman olmasalardı herhalde dünyanın siyasi ve içtimai durumu bugünkünden başka türlü olacaktı. Bu Türklerin yığın halinde İslâmiyeti kabul etmelerine sebep Abbasi hükümeti tarafından takibata uğradıkları için Horasandan kaçan ve Türklerin arasında sığınan Ebû Müslim taraftarlarının daimi propagandası olmuştur. Fakat Türklerin ilk kabul ettiği islâmiyet öz Müslümanlık olmayıp biraz Şamanizmle,biraz da Manihaizm ve Budizmle karışık olan bir İslâmiyetti.
‘’ Bu elçi Bağdat’ta kendisine ısrarla teklif olunan Müslümanlığı reddetmiş,kendi dininin kendisince daha değerli olduğunu söylemişti.
‘’ Gazneliler ordusunun Türkleri bu savaştan önce Karahanlılar ordusuna karsı Kaşgar Türkçesiyle Türküler söylemişlerdir. Toğan Han, Gazneliler padişahı Sultan Mahmuda:'Sen Hint kafirleriyle,ben de Türk kafirleriyle savasalım' teklifinde bulundu. Barıştılar.
‘’ Avçı nice al bilse aduğ ança yol bilir
Avcı nice bile bilse ayı o kadar yol bilir
Od Tese ağız köymes
Od (ates) dese ağız yanmaz
Kutsız kuduğka kirse kum yağar
Kutsuz (talihsiz) kuyuya girse kum yağar
Tağ tağka kavısmas , kisi kisige kavısur
‘’ Teşkilâtlarına ve ananelerine göre Karahanlılar için 'eski Gök Türk devletinin İslâmi bir şekilde devamıdır' denebilir.
‘’ Karahanlılar’da devletin resmi ili Türkçe idi. Resmi muamelelerde,yarlık yani fermanlarda Uygur yazısı kullanılırdı. İlim ve fikir hayatı ileri idi. Ülkenin doğu bölgesinde en büyük ilim merkezleri Kaşgar ve Balasagundu. Baı bölgesinde ise ilmi ve fikri hayat daha çok inkişaf etmişti.
‘’ Görülüyor ki bu destanda Türk destanlarının müşterek motifleri var : Esas kahramanlıktır. Kahramanların en büyük yardımcıları attır. Kadın erkekle müsavidir ve erkeğin vefakar arkadaşıdır. O, erkeğine daima iyi öğütler verir ve onun öğüdünü dinlememek bazen insanı ölüme kadar götürür.
‘’ 'Has Hâcib Yusuf' bu dört kişiyi konuşturarak hükümdar tarafından milletin türlü sınıflarına karsı tutulması gereken yolları ve yapılması gereken muameleleri anlatmakta,öğütler vermektedir. Sairin felsefi ve içtimai düşünceleri burada açıkça gözükmektedir. Yusuf , felsefi ve içtimai düşüncelerini 1038'te ölen büyük İslâm mütefekkiri ve bilgini İbn-i Sinâdan almıştır. İbn-i Sinâ bir cemiyet beğler,çiftçiler,askerler olmak üzere üç tabakaya ayırdığı gibi Yusuf da hükümdar,memurlar ve halk olmak üzere üçe ayırmakta ve bu sınıflar arasında haksızlık olmaması için her şeyden önce yoksulların devlet tarafından korunmasını ve böylelikle bunların orta sınıfa geçmesini ve giderek bütün milletin bolluğa ermesini istemektedir.
‘’ Yüknekli Ahmed hakkındaki bilgilerimiz daha ziyade menkıbe mahiyetindedir: Anadan doğma kör,fakat çok akıllı ve dindarmış. Bağdattan dört fersah uzakta oturur,her gün bu yolu yürüyerek imamı Âzamın dersini dinlemeye gelirmiş. En geride otururmuş. Bir gün İmamı Âzama en çok hangi talebesinden memnun olduğunu sormuşlar. O da hepsinin iyi olduğunu,fakat dört fersahlık yolundan gelen kör Türk'ün bütün talebelere örnek olduğunu söylemiş. Ahmed,öğüt gibi şiirler söylermiş ve bu şiirler Türkler arasında pek yaygın imiş.
‘’ Eser,Türkçe bilmeyenlere bu büyük dili öğretmek için yazılmış bir dil kitabıdır. Türkçe kelimeler Arap harfleriyle yazılmış,yanlarına Arapça karşılıkları konarak Arapça izahat verilmiştir. Bir çok kelimelere örnek verilmek için de bunların geçtiği manzumeler ve darbımeseller zikredilmiş,böylelikle esas Türk edebiyat bakımından zengin bir hale gelmiştir. Fakat eserin değeri yalnız edebiyat bakımından değildir. Yer yer getirdiği örnekler ve verdiği izahatla 'Divânü Lûgat it - Türk',Türk destanları,halkiyatı,tarihi,coğrafyası için essiz bir hazine olmuştur. Eserde bir de renkli harita vardır ki Türkelini dünyanın merkezi olarak gösteren bu
renkli harita,bugünkü bilgimize göre,Türklerin ilk haritasıdır.
‘’ Büyük Türk bilgini Kaşgarlı Mahmudun aynı zamanda kuvvetli bir Türkçü olduğu da anlaşılmaktadır. Kitabına yazdığı su önünç bunu göstermektedir.
‘’ 'Tanrının devlet güneşini Türk burçlarından doğdurmuş olduğunu ve onların ülkeleri üzerinde göklerin bütün dairelerini döndürmüş bulunduğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını verip yeryüzüne hâkim kıldı. Zamanımızın hakanlarını onlardan çıkardı. Dünya milletlerinin idare yularını onların eline verdi. Onları herkese üstün eyledi. Kendilerini hak üzere kuvvetlendirdi. Onlarla birlikte çalışanı,onlardan yana olanları aziz kıldı ve Türkler yüzünden onları her
dileklerine eriştirdi. Bu kimseleri kötülerin şerrinden korudu. Okları dokunmasından korunabilmek için aklı olana düsen sey,bu adamların tuttuğu yolu tutmak oldu. Derdini dinletebilmek,Türklerin gönlünü almak için onların dilleriyle konuşmaktan başka yol yoktur.
‘’Görülüyor ki bu destanda Türk destanlarının müşterek motifleri var : Esas kahramanlıktır. Kahramanların en büyük yardımcıları attır. Kadın erkekle müsavidir ve erkeğin vefakar arkadaşıdır. O, erkeğine daima iyi öğütler verir ve onun öğüdünü dinlememek bazen insanı ölüme kadar götürür ‘’Meşhur hadis alimi Buhari’nin eserinde şöyle bir hadis vardır:
‘’Ramazan girince göğün kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulur demektir.’’
Nazmi’nin gazelindeki:
‘’Urulur zincire albızlar qamu
Qutluluğa her qaçan erer uruc’’ beyiti ise bu hadisin Türkçe’ye eksik bir tercümesinden başka bir şey değildir. Bu, Şamanizm’den İslamiyet’e ne kadar çok şey geçtiğini hatıra getirir. Bu surette ölüye lokma dökmek, ağaca şerbet içirmek, tutulan aya teneke çalmak, eşiğe basmamak gibi İslami bir şekilde hala yaşayan milli Türk dininin İslamiyet’i de nasıl millileştirdiği tetike muhtaç büyük bir mevzu olarak önümüze çıkar.’’
‘’ Dil bir milletin en değerli varlığıdır.’’
‘’Türk genci! Bu işte senin vazifen yazı ve konuşma dilinde yapabildiğin kadar az yabancı söz kullanmak, sana gösterilecek yeni Türkçe sözleri ezberleyerek benimsemek ve bu işin büyük ülküden bir parça olduğunu daima hatırlamaktır.’’