Bazen öyle bir cümleye rastlarız ki kitapta, o tek cümleden koca bir roman yazılabilir... Bu grup, işte o sözler için...
Dip Not: Her kitap için ya da her yazar için bir konu açıp, o kitaptan veya yazardan alıntıları ekleyebilirz. Bol konulu, bol alıntılı, boooollll paylaşımlı bir grup olması dileğimle :)
''Mustafa Kemal Paşa deniz fenerlerini hatırlatıyordu. Işık saldığı zaman göz kamaştıracak kadar parlak, fakat ışık söndüğü zaman bir şey görmek ihtimali yok.''
''Etrafımız, komşularımız sefalet içinde yaşarken kendimizin barış ve dirlik içinde yaşayabileceğimize inanmak ne yazık ki eski dünyanın bir düşünüşüydü.''
''Bu teşrii meclis, bir kabine bir icra heyeti kurmak ve bunun başına da meclis reisi getirmek istiyorlardı.
Mustafa Kemal Paşa önce buna itiraz etti. Bunu bir cumhuriyete benzetti.Bunun halkı ürkütmesinden korkuyordu. Tamamen Jean Jacques Rousseau gibi konuştuğunu iyi hatırlarım : ‘’Bütün kudret halkındır. Kudret bölünmez, icrai ve teşrii diye birbirinden ayrılmaz.’’
''Mustafa Kemal Paşa fikirlerini telkinden hiç yorulmaz, etrafını nihayet kendi düşüncelerine sürüklerdi. İnanıyorum ki, tarihin dinamik ve ani değişmeleri, çok zaman dinamik fertlerin eseridir.''
''Fetvada herhangimizi öldürmenin bütün Müslümanların dini bir vazifesi olduğu yazılıydı.''
''Hem aklımdan, Babillilerin meşhur kadını Kurrütülayn’ın idam edilmeden önce Farsça olarak söylediği cümle geçiyordu :
‘’Ayaklarımı yerden kaldırın ki, yüksekten dünyayı daha iyi göreyim.’’
''Memleketimizde Erzurum’dan İzmir’e kadar kanlı bir yol vardır. Orada ölenlerin her biri isimsiz ve memleketlerini esirlikten kurtarıp hür ve müstakil bir yurt yaratmak için canlarını vermişlerdi. Onlardan biri olmak ve o yolda can vermek benim için daima kafi bir mükafattı.''
''Mustafa Kemal Paşa, hiçbir zaman bu kadar öfkelenmemişti. Adeta sesi kısıldı. Bizim de onlar derecesinde olduğumuz gün anlayacaklarını ve bize baş eğeceklerini söyledikten sonra
En son insana kadar onların medeniyetlerini başlarında parçalamak için can vereceğimizi ilave etti. Bana öyle geldi ki, bütün şerefimiz, Mustafa Kemal Paşa’nın bu ifadesinde ve sesinde dile geliyordu.''
''Bana öyle geliyor ki, adeta görünmeyen bir el Türk milletine yeni bir veche vermeye çalışıyor gibiydi.''
''Ne garip bir durumdaydık. Bir taraftan Hilafet kuvvetleri halka musallat olmuştu. Bir tarafta Kilikya’da Fransız kuvvetleri halkı öldürüyor, diğer yandan Yunanlılar etrafı yakıp yıkıyor, adam öldürüyordu. Nihayet, İstanbulda’ki İtilaf kuvvetleri de halkı eziyordu. Adeta, Garbin hakikat halde, Şark’a ‘’sopa siyaseti’’ tatbik ettiklerini ve ‘’Kahrolsun Türkler’’ diye bağırdıklarını duyuyor gibiydim. Türklerin kendileri de aralarında boğuştukları için, Milletin Ateşle İmtihanı’nın en korkunç anlarını yaşıyorduk.''
''İşte, Rusya’nın bize taarruz edebilecek durumda olmaması ve Batı memleketlerinin Türkiye’yi yok etmeye karar vermiş olmaları, Büyük Millet Meclisi Hükümetini yarattı.''
''Şuna inanmak gerek ki, Komünizm bile insanlar arasında ayrılık yaratan, din, ırk bakımından olmasa da başka bakımlardan, insanlara zulmeden bir sistemdir.''
''Mustafa Kemal Paşa’nın memleketi kurtaracağına inanıyordum.
''Orda bir kahpe vardı. Kadınlar bana : ‘’Kahpe yalnız erkeklere göbek atar ama, senin yanına gelip çiftetelli oynayacak’’ dediler.''
''Mustafa Sagir, Ankara’da bir ay kaldıktan sonra, İngilizlerin hafiyesi olduğu anlaşıldı ve idam edildi. Ölmeden önce son arzusu, bir Müslüman olarak Müslüman ordusuna hıyanetinin vatandaşlarına duyurulmaması oldu ve adı ilan olunmadı.''
’’Zavallı hanımefendi, ah zavallı hanımefendi!’’ diye ızhar ettiler. Seslerindeki bu acıma bana biraz fena geldi, çünkü benim Anadolu’ya gelişim ve bu harekete katılışım, mukaddes bir gaye için ateşte yanmaya razı olanların zihniyetine uyuyordu. Benim için, içinde bulunduğumuz tehlikeler ve çektiğimiz zahmetler acınacak değil, şeref verecek bir vaziyetti.''
''Evet bu fevkalade yapılı adamlar Osmanlılara çok güzel insanlar vermişlerdi. (Kafkasyalılar)''
''Yalnız geri hizmetlerinde değil, bizzat savaşta döğüşmüş kadınlar olduğunu da söylemeyi vazife sayarım. Bir tanesi Osmaniye’de Raziyeler köyünden Rahime adlı bir kadındı. Bu kadın, Kilikya’da Miralay Arif’in 11’inci fırkasında bizzat döğüşmüştü. 1920’de gönüllü olarak başıbozuklara katılmıştı. 1920 Şubat’ında Hasanbeyli tüneline hücum edenler arasındaydı. Bunlar, Fransızlar’dan seksen tüfek iki makineli tüfek almışlardı. Harpte ölen iki kişiyi de bu kadın sırtında getirmişti. Çevikliğinden dolayı ona ordu, Tayyar adını vermişti. 1920 Haziranında Osmaniye’de Fransız istihkamlarına hücuma o önderlik etmiş ve bu karargahın önünde vurularak ölmüştü.''
''Ben epeyce uzun konuştuktan sonra, basma entarili bir kadın yanıma geldi. Anlaşılan gözleri pek göremiyordu.
‘’Nerede? Nerede??’’ diye sordu. Ben yanına gidince, kollarını boynuma doladı. Kalbinin attığını duydum.
‘’Senin ne dediğini anladığımı söylemek istiyorum. Benim Darülmuallimatta bir kızım var. O da hizmet edecek, sulh yapacaktır. Ben fukara bir çamaşırcı kadınım. Ona bu tahsili verebilmek için her gün çalışıyorum. O da bir gün hoca olacak. Senin konuştuğun gibi konuşacak’’ dedi.
İşte, Türkiye’nin geleceğini kurtaracak bir kadın vatandaş! Nihayet dedi ki :
‘’Benim oğlum Çanakkale’de öldü. Ağlamıyorum. İşimi bırakmıyorum. Çünkü kızıma tahsil veremem. Fakat, hep yeni harplerden bahsediyorsun. Çanakkale’de ölenleri hiç söylemedin.’’
Göğsünden bir lira çıkararak ‘’Hilali Ahmer’in yaralılarına’’ diye uzattı. Karşı karşıyaydık. Birbirimizin gözünün içine bakıyorduk. İkimizin de gözyaşları kalbimize akıyordu.O ana kadar Türkiye’nin geleceğine bu kadar iman ettiğimi hatırlamıyorum. Böyle bir unsur mevcut oldukça, memleketimiz için her türlü cefa ve fedakarlık azdır bile. ''
''Kendimi ve kafamı hep hastalarıma vermiştim. Ne kadarını soydum, çamurlu yüzlerini, hatta vücutlarını silip yatırdım. İniltiler ortalığı kaplardı. Bana bütün Türkiye bir hastane olmuş gibi gelirdi.''
''Fakat dünya, eğer savaş zaferle bitmezse, hiçbir fedakarlığı dikkate almaz.''
''Fakat biz savaş yapmaya mecburduk. Çünkü düşmanlar evimize kadar gelmiş, savaş istesek de istemesek de yurdumuzu yakıp yıkacaklardı. Niçin? Çünkü, bir veya birkaç siyaset adamı Yakın Doğu’nun haritasını değiştirmek hevesine düşmüşlerdi. Yunanlılar da kazanç ve zafer hırsına düşmüşlerdi. Fakat onlar da bunun neye mal olacağını görüyorlardı. Gerçi, henüz zafere kavuşmamışlardı, işin sonu da gelmiş değildi.''