Kitaplardan En Sevdiğimiz Alıntılar

Bazen öyle bir cümleye rastlarız ki kitapta, o tek cümleden koca bir roman yazılabilir... Bu grup, işte o sözler için...

Dip Not: Her kitap için ya da her yazar için bir konu açıp, o kitaptan veya yazardan alıntıları ekleyebilirz. Bol konulu, bol alıntılı, boooollll paylaşımlı bir grup olması dileğimle :)


Tür: Genel | Açılış, 27 Mayıs 2012
<< tüm tartışmalar

Waldo Sen Neden Burada Değilsin? - İsmet Özel

Tartışma Cevapları
« geri ileri »

1 ile 1 arası cevap gösteriliyor, toplam 1 cevap.
2 kişiden 2 kişi beğenmiş.

‘’Dünyaya gelmek, bir saldırıya uğramaktır. ‘’
‘’Bir toplum kuruluşu tarafından savunuluyor olmak, sizi bir başka toplum kuruluşuna saldırabilir konuma getirebilir. İnsanların hangi güç veya güçler tarafından savunulduklarını açıklıkla kavrayamayışları ve yine hangi güç veya güçlerin saldırılan altında kaldıklarını gerçekten bilemeyişleri onları karmakarışık muharebe biçimlerine, tanımadıkları savaş alanlarına sürükler. ‘’

‘’Doğru yolda gittiklerine inanma telaşına kendilerini o kadar şiddetle kaptırmışlardır ki kuşatıldıktan anlam çemberinden işlerine gelen her adlandırmayı, her tanımı üzerinde fazla düşünmeksizin benimseyiverirler. Çünkü savaş sürmektedir ve ellerine geçirdikleri
silahı veya kalkanı kullanmada biraz tereddüt gösterecek olurlarsa öldürücü bir darbe yemekten korkarlar. ‘’

‘’Benim masalım kısaca şöyle: «Bir varmış bir yokmuş. Bir şair İsmet Özel varmış. İyi şiirler yazarmış. Nasıl olmuşsa bu İsmet bir gün komünist olmuş. Derken efendim, bir komünist olarak da iyi şiirler
yazmayı başarmış ve hattâ böylelikle yıldızı parlamış. Gel zaman git zaman, ismet Özel 'in duyguları, düşünceleri, inançları değişmiş (masalın her varyasyonunda bu değişmenin sebepleri muhtelif) ve müslümanlığı bir hayat yolu olarak benimsemiş. Ama işe bakın ki adam iyi şiirler yazmaya devam etmiş. Eh, o erdiyse muradına, biz de çıkabiliriz kerevetine».‘’

‘’Sanat eseri keşfedilmek üzere bir yerde bekliyor değildir. On yedinci yüzyılın son çeyreğinde Leibniz ve Newton birbirlerinden habersiz
infinitesimal hesaplamayı bulmuşlardı. Sanat alanında böyle yakınlıklar gerçekleşmemiştir. İngiliz tarihinin bir başka Cromwell ortaya çıkarabileceğini düşünebiliriz, ama İngiliz edebiyatının bir başka Milton vereceği söylenemez. Kolomb yeni bir kıta bulduğunu bilmeden oldu. Sanatçıların başına böyle kazalar gelmez. Kısacası sanat gayri şahsi kılınamaz. ‘’

‘’Çocuk yaşlarımdan hayatımı çekip çeviren bu yüklerin zeka, bilgi ve ahlak bakımından kendilerine kayıtsız şartsız teslim olunabilecek yeterliği gösteremediklerini kavramıştım. Belki bütün çocuklar kavramıştır bunu. Büyükler mükemmel olmadıkları halde sözlerini geçirebiliyorlar. Bunu, ellerinde tuttukları büyük olma imtiyazını çocuklara karşı kullanarak yapabiliyorlar. Fakat çocukluğumuzda büyüklerle ilişkimiz bu kadarla kalmıyor, onlar aynı zamanda çocuklar için bir şeyler yapıyorlar. İşin garibi, bizim için yaptıkları şeyleri de büyük olma imtiyazını kullanarak yapabiliyorlar. Büyüklere itaatin haklı bir sebebi olamazdı, çünkü birçok şeyi anlayamıyorlar, birçok şeyi bilmiyorlar ve birçok şeyi doğru yapmıyorlardı. Büyüklere düşmanca davranmanın da haklı bir sebebi yoktu, çünkü çocuklara karşı yardımsever dostluk gösteren onlardı. Böyle bir bakış acısı ile çocukluğum boyunca ebeveynimi, öğretmenlerimi, diğer büyükleri kendilerine zararımın dokunmamasına özen gösterdiğim, ama benim hakkımda karar vermeye ehil olmayan varlıklar diye kabul ettim.
Verilen desteğe karşılık severek hizmet, fakat asla itaat etmemek. Sonu itaate varacaksa sunulan yardımı reddetmek ve insanların sahip oldukları yerlerin değerini bilmek. Böylesi duyguların çocuk yaşta benliğimde nasıl kok saldığını bilmiyorum. Gerçi böyle olmasını açıklayacak yüzlerce olay var kafamda, ama onları hatırlayan benim ve benzeri olaylardan etkilenen bunca insan benimkine benzer sonuçlara varmamış olabilir. Neden böyledir, bilmiyorum. ‘’

‘’Şiir alanında kat edeceğim mesafe sayesinde itaatsizliğimi sonuna kadar sürdürebilir, asaletimin gereğini yerine getirebilirdim. Anladığım kadarıyla Wallace Stevens benzer bir konumdaydı. Onun şiirleri kadar hayatı da çekici görünürdü bana. Çünkü hayatı yoktu, şiiri vardı. Alelade yaşamış, fevkalade yazmıştı. Edebiyat çevrelerinin, aydınlara özgü hareketliliğin adamı değildi, ama cağımızın insanının algılar dünyasının, kavrayış âleminin çok önemli bölgelerini tarassut edebilmişti. ‘’

‘’İttihatçılık modern Türkiye’de her iki tarafın rahatlıkla yararlandığı bir kaynak olduğu gibi devlet örgütünün gerek halkın zapt-u rapt altına alınması konusunda, gerekse siyasi, sosyal ve iktisadi müdahalelerin gerçekleştirilmesinde yükleneceği mutlak üstünlük konusunda her iki taraf da kesin bir anlaşma içindeydiler. Demokrat Parti yönetimi sırasında canlılık gösteren üçüncü anlayış, Müslüman halkın (yeni) anlayışıydı. ‘’

‘’Açık kapı, sözüm ona «sol”a acık kapıydı. Nasıl bir sol? Güdük bir kalkınma ideolojisinin yedeğinde, hiç bir tarihi birikimi esas almaya yönelmemiş ve Batı aydınlanmasının temel taşlarından nasibini almamış bir sol. ‘’

‘’Engeli aşmama yardımcı olan ikinci unsur, ruhumda yer etmiş bulunan kadirşinas itaatsizliğim ve tevarüs edilmemiş asaletimdi. İçinde yaşadığım topluma borcumu ödemenin yolu, bu toplumun önyargılarına itaatten geçmediğini peşinen kabul etmiştim zaten. Şair, ressam veya müzisyen de olsam toplumun hazır kalıplarıyla zıtlaşmayı göze alarak işe başlayacağımı biliyordum. Şimdi bir de toplumun siyasi, sosyal ve iktisadi yapısıyla zıtlaşmayı, uyumsuzluğu gerektiren bir durum söz konusuydu. Bir macera tadı getiriyordu bütün bunlar. Öte yandan asaletim de kışkırtıyordu beni. İşin aslını anlayan azınlığa mensub olmak! Anladıklarının bekçisi olmayı şeref bilmek! Başını «benim başımı yakarlar>korkusundan uzak tutmak! Dik tutabilmek! Toplum önyargıları hangi engelleri koymuş olursa olsun, okumuşlar katından gelen (hiç şüphesiz devletin bir kanadınca sağlamlığı teminata bağlanmış) meşruiyyet duygusunun payı büyüktü. ‘’

‘’Her ne kadar adına sosyalizm desek ve görüntüsünü modernlikle bezesek bile o günlerde ben yaşlardaki gençlerin temel eğilimleri yurtsever, memleketçi ve giderek milliyetçi bir karakter sahibiydi. Yine de bu kelimeleri anmak kimsenin hoşuna gitmezdi. Çünkü bu kelimelerle birlikte modernlik, ilericilik, Avrupalılık elden gidiveriyordu sanki. Benzerim gençlerde edalar, tavırlar ne kadar ödünç alınmış batıcılıkla nitelendirilebilirse, bu edalar ve tavırlar içinde savunulan tezler ve deliller yabancı aleyhtarı, milli menfaat saplantısı içinde donup duran görüşlerdi. ‘’

‘’Ukalanın biriydim ben. Her yerde bilgiçlik taslıyor, sosyalist olmayanların adamdan sayılamayacağını söylüyordum. Bu halet içinde arkadaşlarımın sadece benimle aynı (veya benzer) etiketi taşıyan insanlardan oluşması kaçınılmazdı. ‘’

‘’Ama TİP üyeliği bir azınlığa mensubiyetin duyarlığını getirmedi. Bir kere parti (herhangi bir disiplinli, sıkı dayanışmalı bir partinin olduğu
gibi) bir şemsiye değildi. Tam tersine toplum karşısında insanı çırılçıplak bırakıyordu. ‘’

‘’Bu olgu benim «Anayasa sosyalizme açıktır» teziyle bir mesafe kat edilemeyeceği inancını taşımama yetiyordu. Eğer sosyalizmi getirecek olan bir askeri darbe idiyse bana göre bu kambur üstüne kambur demekti. Kendime yapılmasını istemediğim şeyi, kendim bir başkasına yapma taraflısı hiç değildim. ‘’

‘’Lenin'in «bir çocukluk hastalığı» dediği sol komünizm Türkiye’deki aydınlar arasında yıldırım hızıyla yayılmaya başlamıştı. Ama henüz veba mahzenlerdeydi ve merdivenleri inerken ayağımıza bir fare olusunun takıldığı vaki değildi. ‘’

‘’Bir başka belirtinin 27 Mayıs sonrasından örgütlenme imkanı bulan zıt istikametteki radikal görüşte, Türkeş’in CKMP'nde ortaya çıktığı söylenebilir. Gerçekte sağ-sol bölünmeleri dışında o günler Türkiye’sinin en önemli meselesi, beynelmilel kısıtlamalar karşısında, bu kısıtlamalara rağmen ülkenin büyük bir adım atmayı göze alıp alamayacağıydı. CHP’nin kendini «ortanın solu≫nda ilan etmesi bu adımın sola doğru atılmasını doğru ve gerekli bulanlara açılmış külliyetli miktarda bir krediydi. Birileri ne yapıp edip resmi iznin ötesinde bir sosyalizmi başarıya götüremezler miydi? Seçim sonuçları ve peşinden gelen akıntı bu ihtimale güç katar gibiydi. ‘’

‘’Bence sosyal değişmenin siyasi araçlarla fazla zorlanması felaketi çağırırdı. Eski komünistlerden biriyle bile karşılaşmak istemiyordum. Silahlı mücadele lafı edenler hem cahil hem provokatördü. Hele illegal çalışma heveslilerinin bu meselelere hiç aklının ermediğini düşünüyordum. Bir kere illegal çalışma «gizli el» marifetiyle bazı işleri yürütmek değildi. Bu tip örgütlerin yaptığı, legal çalışmanın mesafe kat etmesini temin içindi ancak. Hatta kimin yaptığı bilinen, ama bir turlu ispat edilemeyen eylemler illegal çalışmanın kapsamı içine girerdi. Kimin yaptığı bilinmeliydi ki o eylemden elde edilecek fayda ziyan olmasın veya başkasının işine yaramasın, ispat edilememeliydi ki karşı taraf çaresiz kalsın. ‘’

‘’Şair olmanın avantajı hayallerin ne işe yarayacağını bilmekte galiba. Şiiri hayatlarında arayanlar, hayallerin gücünden yararlanmayı bilemeyip güçlü hayallerin hayatlarını baskı altına almasına, hayatlarını berhava etmesine izin verenlerdir. Sonradan Dev-Genç’e dönüşecek olan Fikir Kulüpleri Federasyonu'nun kurulmasına şiddetle karşı çıktım.
(…)
Benim tezim şuydu: Öğrenciler liderliğin ne olduğu ve neye yaradığı konusunda en basit bilgilere sahip değilken ve bu talep (bırakalım zorlayıcı vasfını) kendiliğinden bir güç olarak ortaya çıkmamışken merkezcil bir örgütlenmeye gitmek kol ve bacaklarını kullanamayan bir baş çıkaracaktır ortaya. Yukarıda andığım toplantıda (muhalif olduğum için) benim konuşmam beklenmiyor, istenmiyordu, ama söz isteyince vermezlik edemediler (eh, o gençlerin eski tüfekleri bizdik ne de olsa!).'Suç ve Ceza’dan bir cümleyle başladım söze: «Romantikler atlaya atlaya yürürler≫ ve biz ilk adımı atıyoruz, dedim. Onlara bu usulle gerçek bir örgütlenmenin sağlanamayacağını üstü kapalı olarak (kimsenin cesaretini kırmaya hakkım yoktu) belirttikten sonra, hiç olmazsa haydut çetelerinin iç ilişkilerini örnek almalarını tavsiye ettim. ‘’

‘’Ben neyin olağan, neyin olağan dışı veya olağanüstü olduğunu doğru dürüst tartamamanın acısını çekiyorum. Bir şiirim var 1966'da.‘Kan Kalesi’. Kendimi Hz. Ali'nin Kan Kalesi cenginde mi farz ediyorum? Bu cengin neye varacağını kestiremesem de cenk içinde olmaktan bir beklentim var. ‘’

‘’Sonu gelmez rahatsızlıklarım, beni fakülteyi bırakmaya götürmüş, nefer olarak askere alınmış, dahası zihnen hem politik alanda dostluklar kurduğum kişilerle hem de şiir sebebiyle ilintili olduğum çevrelerle arama bir mesafe koymuştu. «Keşke» diye yazmıştım arkadaşlarımdan birine, «aramızdaki mesafe sadece kilometrelerle ölçülebilen cinsten ibaret olsaydı».‘’

‘’Bunun ötesinde doğru şeylerin ancak kendimize ait bir kültürel donatım sayesinde yapılabileceğini kafama iyice yerleştirdiğimden elverişli araçlar bulabilmek için caba harcıyordum. Mesela, devrimci
bir grubun toplantılarına katılma teklifini, cumartesi günleri Farsça dersine gitmek zorunda olduğumdan reddedebilecek güvene sahiptim. Güven diyorum, çünkü çevremdekiler semeresini uzun vadede verebilecek koklu girişimler yerine o gün kendi devrimci prestijlerini artıracak davranışları seçiyorlardı. Aksini yapmak için kişinin kendi sosyalistliğine ve Marksist formasyonuna sağlam bir güven duyması gerekti. ‘’

‘’«Benim katkım» diyor Marx, «şunları ispat etmekten ibarettir: (1) sınıfların varlığı üretimin gelişmesindeki belirli tarihî evrelerle sınırlıdır; (2) sınıf mücadelesi ister istemez proletarya diktatörlüğüne götürür; (3) bu diktatörlük bütün sınıfların ilgasına, sınıfsız bir topluma geçiş dönemini tesis eder.» Bu bilgileri Marx'ın ağzından almak benim için şaşırtıcı olmuştur. Çünkü marksizmde bana çekici gelen topluma bakış tarzı ve insanlık tarihini yorumlayış özelliğiydi. Meğer bunlar marksizmin tekelinde tuttuğu bilgiler değilmiş, birçok başka bilgiyi (kim bilir çok daha ilginç ve aydınlatıcı olanlarını) Marx'ı ve Marksistleri okuyup geçtikten sonra edinmek daha sağlıklı bir yolmuş. Dolayısıyla marksizmin de bir ürünü olduğu Batı kültürüne daha bir alıcı gözle bakma zorunluluğu doğuyordu.

İşin garip tarafı Marx'ın sunduğu haliyle Marksizmi elde tutmak, bir dünya görüşü olarak marksizmi iktisab etmek güçleşiyordu. Çünkü toplumların sınıflı olduğunu ve bu sınıfların çatışma içinde olduğunu
kabul etmeniz sizi marksistler arasına dahil etmeye yetmeyecektir. Sınıfların iktisadi anatomisi konusundaki bilgileriniz de «burjuva» kalmaya engel değil. Marx özel olarak sizden şunları kabul etmenizi istiyor: (1) İnsanlık Adn cennetinden (garden of Eden) kovulmuştur; (2) İnsanlar arasından yalnızca değer yaratanlar (Salih amel işleyenler) kazançlı çıkacaktır; (3) Cennete dönüş vardır. Eğer uzak veya yakın bir dünya cenneti tasarınız yoksa Marx'ın katkısından nasibinizi almanız yine mümkündür, ama sıradan bir ansiklopedi maddesi çevresinde. Ancak «messianic» çağrıya kulak vermişseniz sizi marksist sayabiliriz, işin garibi, bu «İsevî» daveti kısmen Hess'te kısmen de Babeuf te, Buonarroti'de, Blanqui'de bulmak mümkündü. Şimdi benim önüme iki mesele birbirleriyle kaynaşmış halde çıkıyordu: Batı kültürünü doğru algılamak için Hıristiyan zihin yapısını iyi tanıma zorunluluğu apaçıktı. Hıristiyanlığa alternatif olarak sunabileceğimiz marksizm de dünyevileşmiş bir ilahiyatı katkı diye sunuyorsa olayı yerli yerine oturtmamız ve Hıristiyan olduğumuzu kabul etmemiz gerekmez miydi? Adeste fideles! Hıristiyanlık, Batılı olmayan bir sosyalistin gözünde Baba-Oğul-Ruh-ul Kudüs üçlemesindeki ‘abra ka dabra’nın ötesinde, tarih boyunca yaşadığı çürümenin, kan dokuculuğun, tefessuhun ötesinde bir anlama sahipti. Batılı olmayan milletlerin boyunduruk altına alınmasında, ruhen zavallılaştırılmasında, değerlerinin yağmalanmasında militan bir ideoloji anlamı taşıyordu Hıristiyanlık. Marx doğulu kavimlerin özgürlüğünü savunan bir düşünür hiç değildi oysa. Onların da modernleşme aşaması geçirdikten sonra Batılı kavimlerle aynı kaderi paylaşmalarını öngörüyordu. Proletaryanın zaferi bir ihkak-ı hak mücadelesi sonucunda, yeni sosyal ve ekonomik şartların en güçlü sınıfı olması sebebiyle elde edilecekti. Darwin'in doğa bilimleri alanında yaptığı neyse, Marx onu sosyal bilimler alanında yaptığına inanıyordu. İyi ama neydi Darwin’in yaptığı ? «Darwin'in yaptığı, ekonomik başarı uğruna yürütülmekte olan mücadeleyi yüzünü doğaya dönerek aynen okumaktan ibaretti.» Malthus'un görüşlerini o ve A.R. Wallace, eleştirmeksizin ve Malthus'un yaptığı kesin genellemelerin kanıtını aramadan kabullendiler. Böylece Darwin hayatta kalma olgusuyla biyolojik gelişme olgusunu birbirine karıştırdı; hayatta kalabilmek için bireysel yapabilirlik ve yeterlik dışında bir çok başka şartlar gerekirdi. Bir yanda uyum sağlama diğer yanda daha iyi olana dönüşme vardı; bir yanda uyarlama (adaptasyon) diğer yanda fiziksel atılım vardı. Darwin bunları birbirine karıştırdı. Kısaca, çağdaş insanın kendi cinsine karşı gösterdiği insanlık dışı tutumu, yaşanmakta olan sürecin bütününü tabiatın üzerine iliştirmek suretiyle haklılaştırdı. ‘’

‘’Hangi ahlak? Bu soruyu 'yaratılışı, varlığı mümkün kılan ahlâk' diye cevaplandırabildim. Yeniden doğmayı, dirilmeyi mümkün kılan ahlak, ancak yaratılmayı mümkün kılan ahlak olabilirdi. Varlığımı borçlu olduğum, doğru mu eğri mi davrandığımı karara bağlayan olabilirdi ancak. Böylece öteden beri sahip olduğum ve beni kendimi kandırmaktan alıkoyan deus otiosus inancı, içimde İslam itikadının Allah, Kaadir-i Mutlak inancına inkılab etti. Ateş'ten uzak kalmayı, Bahçe'ye girmeyi isteyen biri olma güvenine (ve belki de safiyetine) sahip oldum. Elhamdülillah. ‘’

‘’Allah'a hamd ederim ki. 12 Mart sonrasında hiç bir şiddet ve yıldırma hareketiyle yüz yüze gelmedim. Eğer böyle olsaydı, gururum belki beni yanlış olduğunu bile bile belli bir tutumda kalmaya icbar edebilirdi. Zayıf yaratıklarız. Kendimize yediremediğimiz davranış tarzları oluyor. Nitekim, benim kendimi Müslüman saymamla, Müslüman olduğumu dışa vurmam arasında belli bir zaman aralığı vardır. Herkesin solcu düşüncelerini rahatlıkla ifade edip savunabildiği bir ortam olan Türkiye’ye dönene kadar Müslümanlığımı kendimden başkasına itiraf etmedim. ‘’

‘’İnsanın tabiatı var mıdır? Alman idealizmi, insanın tarihini keşfetmenin parlaklığıyla gözleri kamaşmış halde, insanın tabiatını
pozitif bilimlerin karanlığına teslim etti. Bu anlayış ise iki harf
arasında bolşevizmin, faşizmin ve nazizmin değirmenine çok su
taşıdı. Şu kadar zaman sonra anlamamız gerekir ki insanın tabiatı,
onun üzeri örtülü tarihi; insanın tarihi ise onun örtüsü kalkmış
tabiatıdır. ‘’

‘’Eğer sefil bir dünyada yaşıyor isek, bu sefalet tüketim araçlarından yoksun kalmaktan ibaret değilse, hayatımız bazı cahil, bencil ve habis insanların çıkarları (çıkar sandıklan tatmin ortamları) yüzünden karanlık kılınmışsa, bu sefalete karşı yapılabilecek şey mukabil bir cehalet, mukabil bencillik ve mukabil bir habislik olmamalıydı. ‘’

‘’Bir Müslim olarak bizi bekleyen ilk görev, kendimiz gibi Müslüman olan kişilerin, bizim fiillerimizden dolayı tehlikeye düşmelerini önlemektir. Bunu Müslümanların meselelerine sahip çıkmakla, Müslümanların birliğini esas saymakla yerine getirebiliriz. Mümin isek sahip çıkacağımız mesele, bütün insanlığın meselesidir. Göstereceğimiz odur ki Müslümanlık, insan oluşumuzun ekseninde yer almaktadır. Bunu nasıl göstereceğimizi soracak bazıları. Müslümanların dilinden ve elinden emniyette kişi olmak insanların emniyette oldukları kişi olmak karmaşık meseleler çıkarmaz karşımıza. Böyle bir kişi olmak için zorbalara yaltaklanmamak, zorbalıktan menfaat beklememek yeter. Bizi insanların gözünde güvensiz bir kişi haline getiren tek belirti, bizim o insanları ezen, o insanları sömüren, o insanların yaşama imkanlarını gasp eden güç veya güçlerin müttefiki olarak görünmemizdir. ‘’

‘’ Thoreau, ABD'nin Meksika'ya karşı yürüttüğü emperyalist savaş sırasında konan nüfus başına vergiyi «ödediği dolar bir adam öldürmek üzere, başka bir adam veya tüfek satın almaya yaramasın» gerekçesiyle vermeyi reddedince bir gece hapiste yattı. Kendisinden on dört yaş büyük olan ve birçok özgürlükçü düşünceyi kendisiyle paylaşan Ralph Waldo Emerson, telaşla arkadaşını görmek üzere onun
hücresine girdiğinde aralarında şöyle bir konuşmanın cereyan ettiği anlatılır:
«-Henry, neden buradasın ? »
«-Waldo, sen neden burada değilsin ?≫ ‘’

8 yıl, 11 ay     
« geri ileri »
Bu gruba katıl!
Grup Kütüphanesi
Tüm Gruplar