Bazen öyle bir cümleye rastlarız ki kitapta, o tek cümleden koca bir roman yazılabilir... Bu grup, işte o sözler için...
Dip Not: Her kitap için ya da her yazar için bir konu açıp, o kitaptan veya yazardan alıntıları ekleyebilirz. Bol konulu, bol alıntılı, boooollll paylaşımlı bir grup olması dileğimle :)
Bu kitabın alıntısı dahi okunurken bilinmelidir ki baştan sona ironilerle doludur. Hiciv tarihinin en güzel örneklerindendir. Atsız Ata, Başbuğ Atatürk'e olan sevgisini her daim dile getirmiştir. Burada kullanılan sözcükler sadece dönem siyasilerinin görüşlerini yansıtmak için yapılan kinayelerdir.
...
‘'- “Aziz Beşeri Şef! Ulu insanlık önderim! İnsanoğlunun kemale ermesi hayali, sizin çağınızda ve sayenizde gerçek olacaktır. Artık siz bir Beşeri Şefsiniz! Beşeri Şefin saltanat ettiği, yani idare ettiği bir ülkeye Türkiye demek biraz irticai bir düşünce gibime geliyor. Türk nedir? Beşeriyet içinde küçük bir parça... Sonra acaba Türk var mıdır? Türk kalmış mıdır? Vaktiyle bir Türk ırkı varmış. Fakat zamanla bu ırk ötekine berikine saldırarak ve başka ırklara karışarak yok olup gitmiş... Beşeriyetin bir parçasına Türk demek, Türk ırkçılığı yapmak ve faşizmi hortlatmaktır ki, buna ne Amerika, ne İngiltere, ne İsrail, ne Rusya, ne de diğer devletler razı olamazlar. Zaten insanların bir kökten geldiğini en eski ve en yüksek kitap olan Tevrat yazmıyor mu? Memleketimize Türkiye demek, Rum, Ermeni, Yahudi, Zenci, Çingene ve başka köklerden gelen yurttaşlarımızı incitir, milli birliği bozar. O- “Parlak ve feyizli bir düşünce... Fakat bunu halka nasıl kabul ettireceğiz?”
''Beşeri Eğitim Bakanı Falih Rıfkı Atay söz aldı:
- “Sayın Şefim! Bunun çaresi basit ve basit olduğu kadar da kesindir. Söyle ki değerli arkadaşımız Ahmet Erim Yalman, bugünkü bayrağımızın güzelliği ve asaleti hakkında bir demeç verirse, millet o bayraktan derhal soğur. Milleti bir şeyden iğrendirmek için aziz arkadaşımın o şeyi övmesi birebir tedbirdir...”
Başbakan Yardımcısı Ahmet Erim Yalman, bu sözler üzerine küplere bindi. Şefe saygıyı unutarak masaya yumruğunu indirdi. Fakat eli acıdığı için yerinden hoplaması bir oldu ve bağırdı:
- “Sen kendine bak, komünist, dinsiz!..
Beşeri Eğitim Bakanının tepkisi de yaman oldu:
- “Yıkıl ordan, mandacı!... ''
‘’ Kesin olmak siyasi ihtiyata uymaz.''
‘’ - “Bu ne kepazelik böyle! Hangi memlekette, hangi asırda yasıyoruz? Bu kadar devrim yaptıktan sonra hala irtica mı? Deminden beri “sağ ol”, “sağ ol” dediğiniz yetmiyormuş gibi simdi bir de “sağ bak” mı çıktı?''
“Bir de subayların askere kabaca muamele etmelerine müsaade edemem! Sola bak, antisola bak ne demek? Emir zamanı geçti. Simdi demokrasi çağıdır. Bundan sonra hazır ol, sola bak, bölük dur seklinde kumanda yok. Lütfen hazır olur musunuz, lütfen sola bakar mısınız, sayın bölük lütfen durur musunuz seklinde komut verilecek. Anladınız mı?''
‘’ 2001 yılının 1 Ocak günü, aksama doğru bütün ülkelerden Çankaya köşkünün laboratuarında toplanmış ve Sağlık Bakanı Doktor Pavalaki ile Sağlık Sûrasının ileri gelen üyeleri Beşeri Şefe iğne yapmak üzere hazırlanmışlardı. Beşeri Şef, bu tarihi anın televizyonla cihana yayılmasını emrettiği gibi gelecek nesilleri de bu şereften
mahrum etmemek için film çekilmesi hakkında direktifler vermişti. Bakanlar Kurulu da törendi idiler. Her kandan bir milimetre küp verilecekti. Başbakan Yardımcısı Ahmet Erim Yalman atıldı:
- “Tabii ilk önce asil İsrail kanının verilmesini arzu buyurursunuz aziz şefim.”
- “Hayır, hayır! Evvela dost Moskof kanının şırıngasını isterim. Aziz dostum Stalin’e sempatim devamdadır. Bu dost kan, damarlarıma girerken Beşeri Eğitim Bakanı Falih Rıfkı Atayın dost Stalin’le benim hakkımda yazdığı cümleler okunsun! Aynı zamanda Stalin’e bir dostluk mesajı gönderilsin. Bu mesajı Başbakanım Hasan Ali Zaro yücel kaleme alsın.”
Sağlık Bakanı, Beşeri Şefe ilk iğneyi yaparken Falih Rıfkı Atay hazin bir sesle ve ağlayarak 16.01.1994 tarihli Ulustaki makalesinden su ölmez satırları okuyordu:
- “Lenin ve Atatürk ölmüşlerse de, onların eserlerini ancak yürüten, ilerleten ve yükselten iki şef, İnönü ve Stalin başımızdadırlar.
İğne büyük bir başarı ile yapılırken yan salondaki cumhurbaşkanlığı bandosu bir cemile olsun diye Sovyet marsını çalıyor ve Patrik Athenagoras da haç çıkararak Beşeri Şefi takdis ediyordu. Sonra sırasıyla Yunan, İsrail, İngiliz, Amerikan, Fransız, Ermeni, Çin, Arap, Bulgar, Sırp, Romen, Çingene, Hotanto, Pigme kanları ve diğer birçok kanlar verildi. Beşeri Şef büyük bir medeni cesaretle, güzel nükteler yaparak bu kanları kendi kanına karıştırıyordu. Masanın üzerinde beş altı tüp daha kalmıştı. Sağlık Bakanı Doktor Pavlaki Özoğuzer bunlardan en bastakini alarak, bilinen ustalığı ile Beşeri Şefe zerkedince Şefte bir keyif, bir genişleme oldu:
- “Kuzum Pavlaki, bu hangi kandı?”
- “Kürt kanı, aziz şefim!”
- “Ya, öyle mi? Kırmançi zoni? Bu kan pek hoşuma gitti. Gücümü ve neşemi arttırdı. Bundan bir tane daha yapar mısın ?”
- “Aziz Sefim ! Bu kandan bu kadar hoşlanacağınız hiç aklımıza gelmediği için ikinci bir tüp hazırlamamıştık. Bununla beraber onun benzeri olan Zaza kanı var. Emir buyurursanız simdi onu zerkedelim....”
Şefim emir ve isteği ile Zaza kanı da yapıldı. Beşeri Şefin sevincine son yoktu. Dans etmek istiyor ,içinden yalnız “varalo” kelimeleri anlaşılan bir şarkı söylüyordu.
Heyecanlı sevinci biraz durulunca son kalan tüplere bakarak sordu:
- “Kuzum Pavlaki! Bu kalan tüplerde hangi kanlar var?”
- “Aziz şefim! Bunlar Özbek,Kırgız, Türkmen, Kazak,Baskurt ve Tatar kanlarıdır.”
Bu cevap, Beşeri Şefi çıldırttı:
- “Ne!...Bu mendebur vahşi kanlarını hangi cüretle benim asil kanıma karıştırmak istiyorsunuz? Bunlar Turan kanları değil mi? Beşeristanın bu barbarlarla ne ilişiği var? Çabuk, kanları yok
edin!....”
- “Emredersiniz efendim!”
Doktor Pavlaki korkudan titreyerek tüpleri aldı. Hızlı adımlarla kapıya doğru yürüyordu. Şef bağırdı:
- “Nereye gidiyorsunuz ?”
- “Bunları imha etmeye aziz şefim.”
- “Nasıl imha edeceksin?”
Pavlaki sasırdı ve kekeliyerek cevap verdi:
- “Derin bir çukura atıp üstünü kireç ve toprakla örteceğim!”
- “Olmaz !.... Ben o vahşi kanı bilirim. Onu on metrelik toprağa da gömsen yine oradan da
çıkarak ordular yaratır ve dünyayı kana boğar. Bu tüpleri derhal uçakla Atlas Denizine
attırınız!.....”
- “Emredersiniz aziz şefim!”
‘’ - “Sayın ve aziz şefim” diye söze başladı. “Lenin öldü, Troçki öldü, Stalin öldü, fakat siz başımızdasınız. Bu, Beşeristan için talihin büyük lûtfu, tarihin parlak tecellisidir. Yeni bir devrimin tomruklarını yani tomurcuklarını hazırladığınız bu dakikada bazı maruzatımı lütfen dinlemenizi istirham ederim. İnsanlara numara koymak gibi dahiyane bir icadın bazı mürteciler, yobazlar ve gardistler elinde suiistimal olunmaması için insanlık tarihinde değeri olamayanlara numara verilmemesini böylece onların sınıf döndürülerek beşeriyet kadrosundan çıkarılmasını teklif ediyorum. Mesela Atillâ ve Cengiz gibi vahşilerin insanlar arasında ne isi var? En iyisi onları almayarak unutturmak ve beşeriyete huzur ve rahat getirmektir...”
“İstediğinizi verdim! Zaten bu milletin o padişahlardan çekmediği kalmamıştı. Millet açlık içinde inlerken onlar saraylarda zevk sürüyorlar, hiçbir evde elektrik yokken kaplumbağaların sırtına mum dikerek bahçe eğlenceleri yapıyorlardı. İsrafın derecesini görüyor musunuz? Milleti nasıl ihmal ettiklerini görüyor musunuz? 36 padişahın her biri 100 kilometrelik demiryolu yaptırsaydı, memlekette 3600 kilometrelik demiryolu olurdu. Her biri 10 tanecik uçak alsaydı, Cumhuriyet devrinde 360 uçakla girerdik. Her biri 20 tane klasik tercüme ettirseydi 720 kitapla memleketimiz aydınlaşmış olurdu. Halbuki onlar yalnız ordular kurup dünyayı yağma ettiler. İçlerinde ince ruhlu tek kişi çıktı mı? Müzikten anlıyorlar mı idi? Aralarında viyolonsel çalmasını bilen var mıydı?”
‘- “Necdetim, Nazımım! Size yine is düştü! Irkçılar – Turancılar davasında gösterdiğiniz zeka ve liyakati bu davada da göstermenizi isterim. Simdi bir sıkıyönetim mahkemesi kuruyorum. Burada isi daha sıkı tutmanız için adını “SımsıkıYönetim Mahkemesi” koyuyorum. Bu mahkemenin yargıcı Necdetim, savcısı da Nazımım olacak. Yakovos Hazretlerine kafa tutan su öğrencileri yargılayın!''
“Efendim. Lise öğretmenleri olan Irkçılar öğrencilere Türk ırkının üstünlüğünden bahsediyorlar.”
- “Vay hainler vay!...”
- “Üstelik de padişahları yükseltiyorlar. Fatihi, Yavuzu göklere çıkarıyorlar.”
- “Onun için Sımsıkı Yönetim vasıtası ile liselerde bir araştırma yapalım. Çocukların mektuplarını
kontrol edelim. Öğretmenlerin dolaplarını arayalım. Eminim ki, birçok mürteci ele geçecektir.”
‘’ - “Aferin Kazımım. Senin zekândan ve sadakatinden zaten emindim.”
- “Elbette aziz şefim! Ben vaktiyle size olan sadakatimden babamı bile inkar etmiştim!”
- “Ya.... Baban ne yaptı?”
- “Abdülhamid’e jandarmalık etmişti.”
- “Aferin Kazımım! İste Cumhuriyetin feyzi.... Cumhuriyet potasında insanları kaynatarak
Beşeristan vatanperveri yetiştiriyoruz. Bizim gibi vatanperverlik kazanını kaynatan başka bir devlet var mı? Ne dersin Cevdetim?
‘’ - “Sayın Şefim. Allah size bir milyar yıl ömür versin ama Nabit Koyan öldü.”
- “Ne öldü mü? Neden öldü?”
- “Efendim, bilmiyorum ama Irkçılar öldürdü galiba...”
- “Ne diyorsun? Nasıl öldürdüler?
- “Beddua ederek öldürmüşler. Halk arasında böyle bir söylenti var.”
Beşeri Şefin gözleri açıldı ve rengi sapsarı oldu:
- “Aman sakın bizi de öldürmesinler!”
- “Merak buyurmayın Şefim. Irkçıların duası kabul olunsaydı gökten Türk yağardı.”
“Yarın meclisten çıkaracağımız kanunla hem dünyaya parlak bir medeniyet örneği verecek, hem de balık ecdadımızı yok olmaktan kurtaracağız. Biliyorsunuz ki, Darvin Hazretleri, insanın maymundan, maymunun şebekten, şebeğin köpekten, köpeğin inekten, ineğin köstebekten, köstebeğin kelebekten, kelebeğin sivrisinekten, sivrisineğin de balıktan geldiğini ispat etmiştir. Demek ki, balık bizim ecdadımızdır. Ecdada saygı Beşeristanın şanındandır. Biliyorsunuz ki, ecdadını inkar eden, hor görülenler piçtir, soysuzdur. Biz ise asla soysuz değiliz; olamayız! Balıktan daha önceki ecdadımıza gelince, orası tarih öncesi çağına ait olduğundan onu kurcalamak, tehlikeli faraziyelere girmek istemiyorum. Bu, ilmi ihtiyata uygun değildir. Fakat sevgili Bakanlarım, biliyor musunuz, mazinin karanlıklarında hala aydınlanmamış noktalar bulunması insanın içini nasıl hüzünle dolduruyor. Acaba benim ecdadım hangi balıktı?
‘’ - “Arzedeyim aziz şefim, ırkî ve ırsî hususiyetler vardır. Ayı balığının bıyıkları bende kas haline gelmiştir. Bundan biliyorum ki, büyük ceddim fok hazretleridir.”
- “Neden hazretleri diyorsun?”
- “Aziz şefim. Ben Mevleviyim. Hiç şüphesiz ceddim de bana çekmiştir.”
‘’ Atatürkten büyük olamamak, yıllardır onun içini kemiren dertti.''
‘’ “Böyle bir meselenin halli zamanı çoktan gelmişti. Hatta biraz geç bile kaldık. Hiç şüphe yok ki, Beşeri Şef, Atatürk’ten daha büyüktür. Çünkü Atatürk sadece Yunanlıları yenmiş ve Dumlupınar Savasını kazanmıştır. Buna bir kardeş kavgası diye de bakabiliriz. Halbuki Beşeri Şef, Ankara Ulus Meydanı Savasında ırkçıları imha etti. Atilâ’nın, Çengiz’in, Timur’un, zalim Dördüncü Muradın torunları olan bu barbar Irkçılar, Türkçüler, Turancılar, Ankarayı bir ele geçirselerdi sonumuz ne olacaktı? İnsanlığın hali nereye varacaktı? Bunlar derhal Orta Asya’dan bir Kırgız getirip hâkan yapacaklar, bugünkü medeni kisveyi kaldırıp kalpak ve çizme giyecekler, canım şampanya ve likörü yasak edip medeniyetin istirahat yerleri olan meyhaneleri kapatacaklar ve içki yerine ayranla kımız içecekler, medeni ve nazik çocuklarımızın beline kılıç takıp padişah türbelerinin önünde kaz adımıyla resmi geçitler yaptıracaklar, hemen Rusya’ya savaş açıp, Allah korusun, Sovyetler Birliğini ortadan kaldıracaklar, Beşeristanın en seçkin unsuru olan Yahudi vatandaşlarımızı İsrail’e gönderecekler, Athenagoras Hazretlerini mübarek sakalından Fener Patrikhanesine asacaklar, ruhun gıdası olan caz müziğini kaldırarak yerine kaba askerî marşları ve Zeybek havalarını koyacaklar, liselerimize disiplin sokarak çocuklarımızı sıkı bir istibdat ve işkence altına alacaklar, Fatih ve Yavuz gibi büyük kan içicilerinin heykellerini dikecekler, Beşeristanın adını Türkeli, İstanbul’un adını Mehmetkent yapacaklardı. Bunlar yetişmiyormuş gibi ırk ayrılığı yaparak Beşeristanı bin bir parçaya böleceklerdi. Beşeri Şef bunlara karsı 1944’te kazandığı zaferle bütün Beşeristanı, hatta dünyayı, hatta kainatı yok olmaktan kurtarmıştır. Türkçüler iktidara geçseydi doymak bilmeyen iştahlarıyla herhalde balık neslini tüketeceklerdi. Simdi soruyorum: Neticesi bu kadar keskin olan bir zaferi sağlayan Şeften daha büyük bir insan bulunabilir mi? Elbette bulunamaz!”
‘’ Bütün 2000 yılı Beşeristan’da köklü devrimler ve ileri hamlelerle geçti. Beşeristanın dünyadaki durumu kuvvetlenmişti. Doğuda bir Ermenistan yapılarak Rusya ile aramıza bir tampon devlet kurulmuş ve Doğu sınırlarımızın emniyeti sağlanmıştı. Ayasofya kilise yapılarak Ortodoksların merkezi haline getirilmiş, Topkapı Sarayı Patriğe verilerek Romadaki Papaya karsı Beşeristanı himaye edecek bir kuvvet ortaya çıkarılmıştı. San Marino Cumhuriyeti ile şerefli bir barış yapılarak 85 yıldır süren harb sona erdirilmiş, İsraile iktisadi imtiyazlar verilerek ittifakları kazanılmış balık nesli yok olmaktan kurtarılmış, ırkçılar yeniden tasfiye olunmuş. Şengül Üniversitesi kurularak dünya ilminin ağırlık merkezi Ankara’ya alınmıştı.
‘’ Dilde görülmemiş bir devrim yapılacak ve isimlere harf-i tarif konarak dil gericilikten, iptidailikten, Turan dili olmaktan kurtarılacaktı. Bütün medeni dillerde harf-i tarif varken Beşeristan dilinde olmayışı ne yüz kızartıcı şeydi!''
‘’ Ayrıca Beşeri Şefin dehasından yeni bir doğuş olmuş, kelime baslarındaki “t” lerin kaldırılmasına da karar verilmişti. Beşeri Şef bu suretle çok korktuğu Türkçülerden de kurtulmuş oluyordu. Türk kelimesi bası sonu kırılıp “ür” haline girince “Türkçü” yerine de “ürcü” denecek ve böylece bu bozguncu grup mahvolacaktı.
‘’ İsmet İnönü memnundu. Türklüğü ortadan kaldırıyor, soyadlarını Ruslarınkine benzeterek Rusları, isimlere “er” ve “di” harf-i tariflerini getirerek Almanları avlamış oluyordu. İngilizlerle Amerikalılar uzakta için onlardan fenalık gelemezdi. Maksat insanlığa hizmetti. İnsanlık arasındaki küçük bir azınlık olan Türkleri düşünecek değildi ya... İnsanlık Türklerden hoşlanmıyordu iste... İlle de Türklük yapacağız diye insanlığa karsı gelmek akılsızlık, tedbirsizlik olurdu. Patrik olmak lazımdı.
‘’ - “Çabuk, başbakan Hasan Ali’yi çağırın...”
- “Aziz şefim! Hasan Ali, Mevlevi sikkesi giyerek Türkçülerin ortasında dönmeye başlamış.
Mevlevilik Türk tarikatıdır, ben de Mevleviyim diyip Türkçü olmuş!...
‘’ - “Hay korkak çıfıt hay!... Simdi ölmenin sırası mıydı? Öyleyse çabuk, Beşeri Eğitim Bakanı Falih Rıfkı’yı çağırın! Onda Aristo aklı vardır. Elbet beni kurtaracak bir çare bulur...”
- “O da kendisinin kültür Türkçüsü olduğunu, kültür Türkçüsü ile ırk Türkçüsü arasındaki farkın yoğurtla ayran arasındaki fark kadar olduğunu söyleyerek onlara katıldı...”
‘’ - “Öyleyse çabuk, Dışişleri Bakanı Bayan Aliye Itır’ı çağırın!”
- “Aziz şefim! O da Türkçülerden birine asık olup onlara katıldı’’
‘’…
-Biz Kırımlı şehitleriz…Buraya giremezsin…
-Biz Azerbaycanlı şehitleriz… Buraya giremezsin…
-Biz Türkistanlı şehitleriz… Buraya giremezsin…
Sonra aradan korkunç bir feryat yükseliyordu :
-Moskoflara teslim ederek boğazlattıkların da aramızda!
Birden büyük bir kasırga uğultusu içinde sert bir kumanda sesi… Ses pasaparola halinde uzaklaşa uzakşama dipsizliği gezdi. Milyonlarca asker bir anda esas vaziyetinde… Selam boruları… Davudi bir ses :
-Merhaba asker!
-Merhaba paşam!
Müşir Fevzi Çakmak…
İnönü, Müşir’i görür görmez dizüstü düştü.
Müşir sağ eliyle İnönü’yü göstererek askere hitap etti :
-Şu gördüğünüz adam, askeri talebeliğinde, zabitleri görsün diye seccadesini koridora atıp namaz kılan seciye!.... İstemeye istemeye katıldığı İstiklal Savaşı’nın istismarcısı, İnönü zaferinin hırsızı, Lozan’da Türk mukaddesatının peşkeş çekicisi, Müslümanlık, Türklük ve Türkçülük düşmanı ; başvekilliğinde en feci zulüm ve suistimallerin, Devlet reisliğinde de en korkunç istibdat ve ve yâran saltanatının merkezi ve nihayet muhalefetinden ebediyyen kendisi için kurulan muhalefet makamının meccani ve sahtekar lüpçüsü!... Sonunda meccânilik ve lüpçülüğün son basamağı olan “Z” vitamini sayesinde ölüme çare bulunacağını sanırken şimdi şerefli ölüler arasında kendisine yer arıyor! Yeri yoktur!
İnönü, korkuyla bağırıyor, yalvarıyor, ağlıyor, nefesi tıkanarak topraklarda yuvarlanıyor, taş parçalarına tutunmak için mezbuhane gayretler sarfediyordu.
Sahnenin bir köşesinde ak sakallı ‘’Tarih Baba’’, önündeki büyük kitabın yazısız sayfası açık olarak duruyor, bu kıyamet manzarasına bakıyordu.
Esen, kasırga değil, şehit ruhları idi. Bunlar Beşeri Şef’i paramparça etmişlerdi. Şimdi ondan yegane şey birkaç damla kara boya.
Kasırga, bu kara boyayı Tarih Baba’nın kitabına doğru sürüklüyor. Ak sakallı ihtiyarsa bu kapkara boyaları ak sayfaların üstüne kabul etmek istemeyerek eliyle itiyordu. Fakat kasırga galip geldi ve kara boyalar ak zayfanın üstüne bir iki satır halinde yapışıp kaldı.
Kasırga bir anda dinmişti. Bütün şehitler, bütün ölüler kendi yerlerine gitmişlerdi. Tarih Baba kitabına yazılan iki kara satıra eğilip okşayarak, başını kaldırdıktan sonra yüzünü buruşturdu :
‘’Yazık…! Kitabım hiç böyle kirlenmemişti.!’’