Serinin ikinci kitabında daha fazla olay daha fazla heyecan var. İlk kitabın finalinde Vhalla, imparatorluğun malı olarak savaşa katılmaya mecbur bırakılmıştı. Tam olarak nasıl bir güce sahip olduğunu tam olarak bilmeyen Vhalla’yı bu kitapta en azından ne istediğini bilen biraz sert bir karakter olarak okuyacağımı düşünüyordum. Ama tam tersi durumla karşılaştım. Vhalla’nın güçsüz,kendine güvensiz duruşu beni deli etti. Prens Aldrik’in bazı tutarsız davranışlarına ise hep kuşku ile baktım her an ters köşe edebilirmiş gibi geldi. Ama kitap o kadar akıcı ki nasıl bitti anlamadım. Ve yine final bölümü ayrı bir olay. İyi ki seriye yeni başlamışım; serinin tüm kitapları çıktığı için fazla beklemeyeceğim. Hatta yorumumu sizinle paylaştıktan sonra, beklemeden üçüncü kitaba başlıyorum. Görüşmek üzere..
#alıntı1
“Yeter!” diye bağırdı Prens Baldair. Adamlar sakinleşmemişse de sessizleşti. Prens, Vhalla’ya döndü. “Kendini savunmak için bir şey söyleyecek misin?”
Vhalla prensin derin, mavi gözlerine baktı ve sorusunu düşündü. Grun’ın tekmelediği, Fare ve Benli’nin tekmelediği böğrü acıyordu. Yumruğunu sıktı ve büyü Kanalını kapattı; aynı zamanda savaşmayı da bırakmıştı. “Hayır.”
“Hayır mı?” Prens şaşırmıştı.
“İmparatorluk’un,” Vhalla dönüp askerlere baktı, “insanların, gerçeği umursamadığını öğrendim.” Vhalla soğuk bakışlarını prensin gözlerine çevirdi. “Ben hanedanın malıyım ve mallar konuşmaz.”
#alıntı2
“Sen bir sembolsün Vhalla. Ve sen aksini düşünsen de neyin sembolü olacağına dair son karar senin.”
“Ben önemsiz biriyim,” diye fısıldadı ve Aldrik’in SavaşAşan’ına bindiğini duydu.
“Eğer güneşe yakınsa küçücük bir cismin gölgesi dahi kocaman olabilir.”