Öncelikle, Blood of Elves (BoE) Sword of Destiny'nin (SoD) bıraktığı yerden bayrağı alıp özellikle bu kitaptaki bir kaç öykü üzerine konusunu inşa eden (ve aslında içeriğinin temelleri Last Wish'te (LW) atılmaya başlanan) bir kitap. O yüzdendir ki LW'ten sonra SoD'nin pas geçilip direk bu kitabın çevrilmesi ve internette kitap hakkında göreceğiniz olumsuz yorumların çoğunun temelinde bu durumdan kaynaklanan kopukluk hissi olduğu gerçeği göz önüne alınınca ne kadar yanlış (rezalet!) bir yayın politikası izlenmiş olduğunu tahmin etmek pek zor değil. (Neyse ki yardımsever Witcher hayranları boş durmamış: http://forums.cdprojektred.com/threads/16494-Our-Community-Fan-Translations) Ben de baştan uyarayım: Olur da 'Bundan önceki iki kitap kısa öykü kitabıymış, ben BoE'den başlayayım. Bişey olmaz caaanım.' diyeseniz gelir, işte o an kitaptan alacağınız haz yarıya iner; aman dikkat! (Bu Ciri de nereden çıktı? Yoksa Witcherlar leylekle mi ürüyor!)
Neyse efenim... :)
Kitabın en sevdiğim yönüyle devam edeyim ki bu önceki kitaplarda da olduğu gibi karakterleri oluyor. Kitap boyunca Geralt'ın biraz biraz baba rolüne bürünmesini görüyor ve aslında hakkında düşündüğü gibi duygusuz bir mutant olmadığını daha da anlamaya başlıyoruz. Karizmasına karizma katmaya devam eden hal ve hareketleri, tarafsızlık üzerine yaptığı değerlendirmeleri de yerli yerinde durunca Geralt Efendi benim için fantastik kurgunun en olağanüstü karakterlerinden biri olduğu gerçeğini perçinliyor. Geralt'a ek olarak, kitap boyunca Ciri'nin de korunmaya muhtaç çocuktan sinir bozucu ergene, oradan da yavaş yavaş etrafında olanları anlamlandırmaya başlayan birine dönüşümü de (hala çok saf davrandığı durumlar olmaya devam ediyor tabii :) ) onu ilginç ve iyi yazılmış bir karakterlerden biri yapmış. Bir yandan da Yennefer, Dandilion, Triss, Yarpen ve hikayede önemli önemsiz rolü olan bir sürü karakter de kendilerine özgün bambaşka yönleriyle hikayeye zenginlik katmaya devam etmiş tabii. Sapkowski bir kez daha benden okkalı bir 'Helal olsun!' lafını hakediyor yani. :)
BoE ilk iki kitap gibi kısa öykülerden oluşan bir kitap olmasa da yapı olarak onlara benziyor aslında. Kitap 7 bölümden oluşuyor ve her bölüm kendi içinde başlı başına öykü olabilecek bir bütünlüğe sahip diyebilirim. Diğer kitaplara nazaran ise bu bölümler birbirleriyle hem kronolojik olarak daha yakın hem de içerik olarak daha bağlantılı yazılmış. (7. bölüm yapısal olarak biraz garip kaçsa da.) Bir diğer değişiklik de bölümlerin artık sadece Geralt'ın bakış açısından anlatılmıyor olması ki bunun kitaba kazandırdığı artılar muazzam boyutta. Bunların en başında da Geralt'ın çevresindekiler tarafından nasıl algılandığını okuyabilmek geliyor tabii ki. (Evet, Geralt manyağıyım ben. :P )
Neyse efenim, BoE bu 7 bölüm boyunca bizleri Kaer Morhen'den Kaedwen'e, Oxenfurt'tan Cintra'ya bir çok yere götürüp türlü türlü hikaye kollarıyla karşılatırıyor. Ve bu hikayelerimizde olayların daha çok Ciri ve onun Geralt'la olan kader bağı üzerine döndüğünü söyleyebilirim. Ayrıca olayların aksiyon, savaş, politik ve ekonomik entrikalar, gizem vb. unsurlarla bol bol desteklendiğini de görüyoruz. Özellikle benim gibi siyasi oyunlar işin içine girdiğinde ağzınız sulanan biriyseniz kütüphanenize temiz temiz koyabilmek için ikinci bir BoE'yi almak isteyeceksinizdir, onu belirteyim. :) Bir de internetten bir Witcher haritası indirmenizi tavsiye ediyorum ki neresi neresiydi, bu neyin nesiydi, bu adam nerenin adamıydı gibi şeyler daha rahat kavranabilsin.
Bir de Sapkowski'ye bir çift laf edivereyim: Yav arkadaş bir kitap o cümleyle biter mi? G.R.R. Martin'e laf ediyordum da en azından o okuyucularını vurdu mu öldürüyor. Seninki vurup süründürmek olmuş yani. Ayıp!
Uzun lafın kısası bu kitap da çok şahane olmuş ve Witcher kitapları beni benden almaya daha devam edecekmiş gibi görünüyor. (Aman tahtaya falan vurayım da nazar değmesin.) Bir de (umutlarım azalıyor olsa da) kitapların en kısa zamanda Türkçe'ye kazandırılmasını diliyorum. Çünkü, her fantastik kurgu severin okuması gereken bir seri olduğuna inanıyorum.
Okuduğum onca olumsuz yorumun ardından biraz endişeyle başlamıştım kitaba; ama sayfalar ilerledikçe o soru işaretleri kafamdan bir bir silindi, ben de kitabın içinde kaybolmaya başladım.
Öncelikle "Bu kitapta Geralt yok!" diyenler ya kitabı doğru dürüst okumamışlar ya da yarım bırakmışlar. Çünkü son bölüm hariç tüm kitap boyunca beyaz saçlı Witcher'ımızı öyle ya da böyle görüyoruz. Evet, ilk bölümlerde bazen Ciri'nin bazen de Triss'in gözünden şahit oluyoruz yaptıklarına; fakat ilerleyen sayfalarda Geralt'ın tek başına hareket ettiği ve yaşadıklarını birinci elden gördüğümüz bölümler de var. Ayrıca onu başkasının gözünden görmek kitabı çirkinleştirmemiş, aksine Geralt'ın karizmasını iyice arttırmış. Çünkü ne zaman nereden çıkıp ne yapacağı belli olmuyor :)
Kitap ayrıca Dandelion, Ciri ve Yennefer başta olmak üzere pek çok eski ve yeni yüze de ev sahipliği yapıyor. Hepsinin hakkında daha fazla şey öğreniyor ve hiçbirinin birbirleriyle zerre kadar benzerlik göstermediğini görüp yazara bir kez daha saygı duyuyoruz.
Yine de itiraf etmem gerekir ki son bölümü biraz sıkıcıydı. Geralt'ın hiç görünmediği ve Ciri ile Yennefer arasında geçenleri konu alan bu 60 küsur sayfalık bölüm bazı güzel anlara sahip olsa da kitabın geri kalanının gölgesinde kalıyor.