http://kitaphayvaniningunlugu.blogspot.com/2012/08/kitap-yorumu-delirium-lauren-oliver.html
Bu kitabı sevmeyi çok istedim. Öyle böyle değil yani. Konu güzel, puanlar güzel, yorumlar güzel; ama bir şeyler eksik. Kendini sardıramadı bir türlü. Kurgunun içine giremedim. İlk yarısını okurken zorlandım, öyle ki az kalsın isyan edip bırakacaktım. Çok yavaş ilerliyordu. Neyse ki son birkaç bölüm güzeldi. Özellikle son bölüm bol heyecanlıydı. Ama sadece bir bölümlük heyecan kitabı kurtarmaya yetmedi. Sadece seriye devam etme kararı almamı sağladı.
Delirium'da aşk tehlikeli bir hastalık. Hattâ adına artık amor deliria nervosa diyorlar. Uygun koşullara ulaşan her kişi bu hastalığın tedavisini almak zorunda. Böylece hayatın geri kalanı boyunca, ölüme bile sürükleyen bu ölümcül hastalıktan uzak durabilecek. Mantık çerçevesinde ailesini kurup, günlük işlerine devam edebilecek.
Lena Haloway, tedaviyi alacağı günü iple çekiyor. Bir an önce deliria olma ihtimalinden kurtulup, sıradan yaşamına başlamak istiyor. Ama tedavisine hâlâ doksan beş gün var. Lena, teyzesi ve teyzesinin ailesi ile beraber yaşıyor. Babası, Lena çok küçükken ölmüş, annesi ise kızın gözlerinin önünde intihar etmiş. Lena'nın tedavi olmayı sabırsızlıkla beklemesinin nedenlerinden biri de bu zaten.
Lena'nın yaşamında çok sevdiği iki kişi var; ilki diğer teyzesinin konuşmayan küçük kızı Grace, ikincisi ise en yakın arkadaşı Hana. Lena ile Hana çocukluk arkadaşları ve açıkçası Hana, Lena'nın tek arkadaşı. Fakat arkadaşı kendisinin tam zıttı aslında. Lena, kendisini son derece sıradan görürken, Hana'nın muhteşem olduğunu düşünüyor. Kendisinden bin kat daha güzel, daha akıllı, daha zengin olduğunu söylüyor. Ayrıca Hana bir özgürlük düşkünü olarak çıkıyor karşımıza.
Lauren Oliver'in Delirium'unda kısıtlı bir düzen mevcut. Tedavi edildikten sonra insanlar tamamen sıradan ve kurallarla çevrili bir hayata devam etmek zorundalar. İzin verildiği kadar çocuk yapmalılar, kadınlar ev işleriyle meşgul olmalı... Ve herkes aşktan kesinlikle kaçınmalı. Çünkü aşk insanı deliliğe sürükler. Elbette tüm bu kurallardan ayrı yaşayan bir grup da var. Onlara Invalid deniyor. Invalidler, şehrin tellerinin ardında Wild yani Yaban denilen yerlerde yaşamlarını sürdürüyorlar. Devlet, çoğu zaman onların varlığını reddetse de halk her şeyin farkında.
Lena, deyim yerindeyse insanları mimlemek için herkesin girmesini zorunlu tuttukları sınava girdiğinde çok tuhaf şeyler oluyor. Önce, yetkililere söylememesi gereken, onu deliria bulaşmış biri gibi gösterecek şeyler söylüyor. Sonra da, Invalidler sınav alanına bir baskın düzenliyor. Bu olayların ortasında Lena, Invalidlerin protesto amaçlı yaptığı şeye gülen bir oğlan görüyor. Bu oğlan Lena'ya göz kırpıyor.
Sonraki günlerde Hana'yla birlikte koşuya çıktığında Lena, yeniden bu çocukla karşılaşıyor. Adının Alex olduğunu öğreniyor. Alex ilk başta Lena'ya sınav alanındaki olayda yer almadığını söylese de sonradan bunu kabul edercesine kızın kulağına yarın onunla buluşmasını fısıldıyor. İşte her şey burada başlıyor. Lena yavaş yavaş Alex'e âşık oluyor, yani deliria'ya yakalanıyor. Alex'in Invalid doğumlu olduğunu ve doğduğu yere özlem duyduğunu fark ediyor.
Delirium'un yarısından çoğu işte bu olaylara ayrılmıştı. Genç bir kızın ilk aşkı ve içinde büyüdüğü kurallar doğrultusunda bunda yanlış bir şey olduğunu düşünmesi falan filan. Son sayfalara gelindiğinde, heyecan birden yükseldi. Eğer, en azından kitabın yarısına yakını son sayfalar gibi olsaydı ortaya çok iyi kitap çıkabilirdi. Ayrıca karakterlere tam olarak ısınamadım. Özellikle Lena'ya. Alex olmasa o ilk yarıyı okuyamazdım herhalde.
Kısacası, beklentilerimin altında bir kitap çıktı Delirium. Umarım üç kitaptan oluşacak serinin ikinci kitabı Pandemonium, son kısımların kaldığı yerden devam eder de yüzümü kızartır.