Kitabın ressam olan başkarakteri bir gün eski bir okul arkadaşından bir davet alır. Kendisi muazzam bir servete sahiptir ve Asya’da bir yerde bir ülkeye sahiptir. Karakterimiz eşiyle birlikte bu davete icabet etmeye karar verir. Oldukça zahmetli bir yolculuğun ardından Rüya Ülkesi’ne varırlar. Dış dünyanın haberdar olmadığı bu ülkeye giriş kadar bu ülkeden çıkış da zordur. Ülkede her şeyde bir geçmişe dönüklük vardır, dolayısıyla ülkedeki her şey 1860 ve öncesine aittir. Ayrıca bu ülkenin insanları, ekonomisi, yönetimi, kısacası her şeyi son derece nevi şahsına münhasırdır.
Alfred Kubin sadece ülkemizde değil, dünyada da fazla bilinmeyen bir yazar. Diğer Taraf ise kendisinin tek romanı. Asıl mesleği ressamlık olan Kubin’in ağırlıklı olarak ekspresyonist tarzda tablolar ortaya koyduğu görülür. Çoğu resminin ürkütücü havası, gotik korku hikâyelerine yakışır cinstendir.
Kubin’le ilgili olarak bahsedilmesi gereken enteresan bir ayrıntı da şudur: Das Cabinet des Dr. Caligari’nin senaristlerinden Hans Janowitz, Kubin’e hayrandır ve set tasarımları için kendisinden yardım ister. Fakat Kubin meşgul olduğunu bahane ederek bu teklifi reddeder. Seti tasarlayacak yeni ressama, dekorların “Kubinische” (Kubinvari) olması söylenir. Ancak tanımın “Kubistische” (Kübik) yanlış okunması sonucu ortaya bugün hepimizin çok iyi bildiği o meşhur görsel yapı çıkar.
Kitaba dönecek olursak… Kubin’in anlattığı ülke bir ütopya olamayacak denli grotesk bir havaya sahip. Dolayısıyla yazarın mükemmel bir ülke değil de tuhaf bir ülke anlatma derdinde olduğu anlaşılabilir. Kısa ve basit tutulan giriş bölümünden sonra gelen bölümler enteresan ve şaşırtıcı. Ancak sonuç bölümü beni pek de tatmin edemedi.
Kubin’in aynı zamanda ressam da olması hasebiyle kitaptaki çizimlerin kendisine ait olduğunu belirtmem şaşırtıcı olmayacaktır. Ayrıca yer yer Kafka ve Mervyn Peake tadı hissettiğimi itiraf etmeliyim.