Ursula Le Guin bilim kurgunun en özgün yazarlarından biri. Le Guin'i diğer tüm bilim kurgu yazarlarından farklı kılan bir takım özellikleri var: Kadınca bir sezgi, ahlaki kaygılar, çevre duyarlılığı, farklılıklara saygı, otoriteye ve yerleşik düzene tepki ve daha pek çok özellik. Le Guin bu özelliklerini müthiş bir hayal gücüyle harmanlıyor ve yazdığı bütün eserlerde, bilim kurgunun fantazya ile karışmış müthiş lezzetli ürünlerini ortaya çıkartıyor.
1976 yılında yazdığı bu roman bir Mülksüzler, ya da bir Karanlığın Sol Eli değil.
Romanda anlatılan öykü, 1970'lerin başlarındaki Vietnam Savaşı'nı, ya da Amerika kıtasının kolonileştirildiği dönemde Beyaz Adam/Kızılderili çelişkisini çağrıştırıyor. Bir tarafta gezegenin ormanlarını keresteye dönüştürmeye çalışan insanlar, diğer tarafta boyları bir metre kadar, yeşil tüylerle kaplı bir tür hominid olan Athsheliler var.
İnsanlar, tıpkı bugün olduğu gibi, saldırgan, çıkarcı ve doğaya karşı duyarsız. 18. yüzyıl köleciliğine benzer biçimde Athshelileri köleleştiriyor ve ağaçları kesme işinde çalıştırıyorlar. Athsheliler ise anaerkil denebilecek eşitlikçi bir toplum düzenine sahip ve ormanla iç içe yaşıyorlar. İnsanlardan farklı olarak düşler görüyor, dünya zamanla rüya zamanı beraber yaşıyorlar. Düş görmek onlar için uyanık oldukları zamanda yaşadıklarından farklı bir deneyim değil. Bu nedenle de insanların deli olduklarını düşünüyorlar, çünkü insanlar düş görebilmek için zehir (marijuhana) almak zorunda ve bu zehir onları hasta ediyor.
Bu şekilde kurguladığı dünyada insanlar Athshelilere "öldürmeyi" öğretiyor. Olayların akışı da bu "öldürme" sorunsalı etrafında gelişiyor.
Roman, şiddet düşkünü bir tür kovboy olan Davidson'un düşünceleri ile başlıyor. Daha ilk sayfada Davidson'un doğayı, evcilleştirilmeyi bekleyen bir vahşi çevre olarak gördüğünü öğreniyoruz. Davidson'un zihninde sadece doğa değil, yerliler ve kadınlar da evcilleştirilmeyi bekleyen "vahşiler".
Le Guin Davidson'un karşısına bir biyolog olan Lyubov'u koyuyor. Böylece bir iyi-kötü çelişkisi yaratıyor. Romanın Athsheli kahramanı olan Selver ise iyi-kötü çelişkisinde iyiden kötüye dönüşen bir figür olarak kurgulanıyor. Ama Davidson'dan farklı olarak Selver kendi kötülüğünün farkında ve bu kötülüğü iradi bir tercih olarak değil, bir zorunluluk, doğal bir sürecin kaçınılmaz sonucu olarak görüyor. Böylece Le Guin kötülüğü, iki farklı türdeki roman kahramanlarının kişiliğinde sorguluyor.
2009 yılında çevrilen Avatar, Ursula Le Guin'in bu romanından esinlenerek çekilmiş. Söylemeye gerek yok; Avatar, Le Guin'in romanının çok kötü bir kopyası.
Dünyaya Orman Denir, bilim kurgu türü ile tanışıklığı olmayan bir okur için iyi bir başlangıç romanı değil. Bu romanda bilim kurgu unsurlarından daha fazlası var.
Bilim kurgu tutkunları için ise muhakkak okunması gereken bir roman; hem bilim kurgunun ilgi alanının nerelere uzandığını görmek için, hem de bilim kurguya bir kadın gözüyle nasıl bakıldığını kavramak için. Hele ki bu romanın yazarı bir de Ursula le Guin'se...
Uzun bir süreden sonra çok iyi geldi.
Kitapta insan- insandışı ırk işlenmiş ama aynı meseleler kolonileşme dahil insanın kendi cinsine karşı uyguladığı manevralarla da meydana gelebiliyor.
Üstelik fantastik yönü de gayet güzel olan bir bilim kurgu kitabı olmuş.
Eline sağlık ustanın.