Louis Aragon’u ; Cengiz Aytmatov’un “Cemile” kitabını okurken dünyanın en güzel aşk hikayesi” söyleminden sonra merak edip okumaya karar verdim. Çünkü malumunuz üzere Aragon dillere destan bir aşkla bağlandığı Elsa’yla 42 yıl birlikte olmuş ve bu süre içinde aşık olduğu kadına herkesin bildiği “Elsa’nın gözleri” şiiri gibi onlarca şiir yazmıştır. Gerek Türk gerek yabancı şairlerde aşkı anlatmada hep erkekler ön planda olmuştur. Cemil Meriç’in Lamia’sı, Turgut Uyar’ın Tomri’si, Orhan Veli’nin Nahit Hanım’ı, Sezai Karakoç’un Mono Rosa’sı, Özdemir Asaf’ın Lavinya’sı, Dali’nin Gala’sı Kafka’nın Milena’sı vs. Haşmet Babaoğlu bir yazısında “Tanrı kadınlara aşkı cesaretle yaşamayı biz erkeklere ise yazmayı bahşetmiştir ”demiş doğru mu acaba bilemiyorum. Ama şahsi fikrim ben erkeklerin aşkı anlatıştaki samimiyetlerine daha çok inanıyorum. Önyargılarımdan mı anti feminist yanımdan mıdır bilemiyorum kadınların yazdıklarını samimiyetsiz bulduğumdan aşkla ilgili şiir roman tarzında yazdıklarını okumuyorum. Sanırım bir tek Frida Kahlo’nun Diego’ya olan aşkına inanıyorum. Kim bilir beni aşkına inandıran bir kadın şair okurum. Şimdilik yok. Gerçi yazana değil yazdırana bak gibi bir durumda söz konusu mesela Lamia gibi kadınlar adama şiir yazdırırlar. Ya da “Yani Tahir’i Zühre sevmeseydi artık yahut hiç sevmeseydi Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?” durumu da var. Bu iki durum için şöyle söyleyebiliriz. Birincisi, tutkularını kendileri üstünden yaşayarak, yalnızlıklarını, buhranlarını, gözlemlerini yazanlar; ikincisi, tutkularını birine yönelterek, onun üstünden ilerleyerek yazanlar. Aragon ikinci kısma giriyor sanırım .
Gelelim bu romantik aşk hikayesinin Aragon’u hüzne boğan bir diğer gerçeğine. Aragon Elsa’ya tutkuyla bağlıdır peki ya Elsa? Elsa 1970’de kalp krizinden öldüğünde Aragon Elsa’sız nasıl yaşanır bilmediğinden onu çok özler Paris’teki evlerinde ona dair bir şeyler bulmak için odasına gider fakat çekmecede Elsa’nın birlikte olduğu ve olmak istediği erkelerin listesini ve içinde “herkes beni sevsin tüm erkekler bana hayran olsun istiyorum” yazan bir günlük bulur. Tabi Elsa artık ölmüştür ve Aragon’da “bunlar ne anlama geliyor? Elsa onu aldattı mı? Aldattıysa Neden?” sorularına cevap bulamadan son günlerini bu soru işaretleriyle yaşayarak ölüyor. Tabi bu isimler listesi Elsa’ın Aragonu aldattığı anlamına gelmez. Ki aldatmak kavramı; fiziksel birlikteliğin çok masum kalacağı çok derin aldatmalara gebedir. Ama Aragon’un bu günlüğe yazılanlara ya da isim listesine gülüp geçmeyip kahrolması demek Elsa’nın ona olan aşkından şüpheye düşmesi demektir. Aşkta şüphe! Aragon’un bir diğer ünlü dönemin Fransa’sında mutlu birliktelik yoktur temasından yola çıkarak yazdığı “mutlu aşk yoktur” şiiri; hayat ve aşk bazında onun için gerçek olmuştur. Peki Elsa bu listeyi neden yapmıştır. Gelelim Elsa’ya;
Elsa Moskava’da yaşadığı dönemde ilk aşkı ünlü şair Vladimir Mayakovski’yi ablası Lili’ye kaptırmıştır. Bunu hazmedemeyen Elsa ünlü yazar, şairlerle aşk yaşamaya başlamış ve bunları ablasına “bak beni de çok seviyorlar” diye nisbet yaparcasına göstermiştir. Bu bitmeyen tüm erkeler beni sevmeli durumu onun ilgi hastalığına yakalanmasına ve Aragon’a rağmen bu huyunu devam ettirmesine neden olmuştur. Esasen kendisi de yazar olan ve edebiyat ödülü alan Elsa; romanlarının iyi olduğunu söyleyenlere “mutsuz bir kadınım ve mutsuzluğu iyi anlatıyorum hepsi bu” diyecek kadar mutsuzdur. Adına şiirler yazan, ona tüm sevgisini ve imkanlarını sunan bir erkek bir kadını nasıl mutlu eder? Tabi ki bilmiyorum:)
Kitaba gelecek olursak; şiirde duygu ön plandadır. Pekala, bir duygu çeviride nasıl aslını ve ifadesini koruyarak aktarılır? Okumayı ciddiye alan okuyucular derler ki; “kitaplar yazıldığı dilde okunmalıdır”. Tabi her dili bilmenin mümkün olmadığı bizim gibiler için el mahkum kendi dilimizde okuyacağız:) Bir İtalyan atasözü de“çeviri kadına benzer;güzel olursa sâdık olmaz,sâdık olursa güzel olmaz” demiştir. Ufku geniş olmayan bir çevirmenin; başka bir coğrafya da, başka kültürde yaşamış bir başkasının duygularını, aşkını, bakış açısını bizlere doğru aktarabileceğini düşünmüyorum. Mesela Elsa’nın gözleri şiirini çeviren Orhan Veli ile Hüseyin Demirhan arasında ifade farkı vardır. Bu farklılıktan yola çıkarak bu kitap için çeviride başarı sağlanamadığı için kitabın içinde anlatılan aşkın yüreğime dokunmadığı yönünde izlenimim var. Ve bundan sonra da yabancı eserlerde kendi dilinde hariç şiir kitabı okumamak gibi bir düşüncem var. Gerçi hakkını yemeyelim kitabın çevirmeni Hüseyin Demirhan’da çeviri olayını ciddiye almış yıllarca yaptığı çevirinin yetersiz olduğunu düşünüp aslına sadık kalma düşüncesiyle her defasında beğenmeyip yeni baştan yazmıştır. Hatta eserin çevirisini tamamlayamadan vefat etmiştir. Velhasıl şiir kitaplarının duygu bütünlüğünü bozmamak adına çevirisi yapılmamalıdır diye düşünüyorum ya da yapılacaksa şairin yüreğine denk düşen başka bir şair yada çevirmen tarafından yapılmalıdır. Mesela Aragon’nu Nazım çevirseymiş…