İyi bir hayal gücüne sahipseniz, sizi korkutacak bir kitap olduğunu şimdiden söyleyeyim.
tanıtım yazısında da dediği gibi ve romandaki kahramanları metafor olarak kabul edersek felsefi bir kitaptır frankenstein...ama ne olusa olsun aynı zamanda korku edebiyatının da babasıdır tabii ki...
Ceset parçalarını birleştirerek oluşturduğu ölü vücudu, elektrik akımı yardımıyla canlandırmayi basaran tıp öğrencisi Victor Frankenstein'in öyküsünü anlatan güzel bir kitap...
İç içe üç kahramanın ağzından anlatılan öykü, bilim kurgu edebiyatının ilk örneği olarak sunulsa da, bu roman bir bilim kurgu eseri değil. Frankenstein'ı gotik edebiyatın bir örneği kabul etmek sanırım daha doğru olur.
Roman, kaptan Walton'ın ağzından Dr. Frankenstein'ın, Dr. Frankenstein'ın ağzından da isimsiz yaratığın öyküsü üzerine kurulu. Arada başka öyküler de var ve bu yan öyküler de ana temaya bağlanıyor.
***** SPOILER *****
Her şeyden önce Dr. Frankenstein'ın canavarı nasıl yarattığı anlatılmıyor. Ölü hücrelerden mi, cesetlerden mi, yoksa cansız maddeden mi yarattığı belli değil. (Roman bu anlamda klasik bilim-kurgunun en önemli ögesi olan, bilimsel verilere dayanma unsurunu içermiyor.) Frankenstein'ın (kimseye görünmeden) Ingolstadt'tan Cenevre'ye, Cenevre'den İngiltere'ye, İskoçya'ya, İrlanda'ya nasıl seyahat ettiği belli değil. Romanın bütün kritik anlarında birdenbire nasıl belirdiği de anlatılmamış. Bütün bunlar dikkate alındığında belki de romanda anlatılan öykü, Kuzey buz denizinde hayaller gören (ya da fantastik bir öyküyü kaleme alan) Walton'ın düş gücünden ibarettir. Romanın yazıldığı dönemin edebiyat anlayışı da dikkate alındığında, Shelley'in pek çok mantık-dışı olay ve olguyu es geçerek, öyküye odaklanması belki de hoş görülebilir. Sanırım yazarın ahlaki kaygıları vurgulamak üzere, yaratığın günah dolu canavar ruhundan hareketle insanlığa dair bir metaforu dile getirmeye çalıştığını varsaymak daha mantıklı.
elimden düşürmeden okuduğum süper bir kitap bu tür sevenler için okunması gereken bir roman.
Frankenstein denilince aklıma hep filmlerden ve kitapların üzerinde gördüğüm koca kafalı çirkin robotumsu yaratık gelir ve onun hep bir kötülük abidesi olup insanların düşmanı olduğunu düşünürdüm. Oysa kitabı elime aldığımda düşündüklerimle okuduklarımın birbirine hiç benzemediğini kavramış oldum. Şaşırarak ve iştahla bitirdim bu kitabı.
Kendisine kötü dediğim bu yaratık , bir bebeğin ana rahminden doğduğu gibi saf ve temiz duygularla dünyaya açıyor gözünü ve kendisini terkeden babasına karşın o, hayata tutunmaya çalışıyor ve yavaş yavaş öğrenmeye başlıyor. Kendisi hakkındaki gerçeği ise şöyle aktarıyor ;
"Bedenim iğrenç ve boyum devasaydı. Bu ne demekti ? Ben kimdim ? Neydim ? Nereden gelmiştim ? Gideceğim yer neresiydi ?"
İnsanlardan dışlanan , inanılmaz acılara maruz kalan bu "temiz kalpli olmaya aday canavar" her yerden taşlanarak ve korkularak dışlanır. Sevgi arar ama bulamaz ve en sonunda yaratıcısı ile karşılaşmaya karar verir ve herkesin kabullenip hak vereceği , bir takım kelimeleri aktarır kendisine ;
(laf aramızda alttaki cümle o an içime işleyip, acıma duygularımı da gün yüzüne çıkarır)
"Ben senin yaratığınım ; senin Adem'in olmalıydım. Fakat ben aslında hiçbir kabahati olmadığı halde senin mutluluktan men ettiğin düşmüş meleğim. Mutluluk gördüğüm her yerden bir tek ben değişmez bir şekilde dışlanmışım. İyi kalpli ve usluydum ; mutsuzluk beni bir şeytan yaptı."
Ve o kendi gerçekliğinin farkında olarak bunları ilave eder ;
"Benim bedenim , seninkinin iğrenç bir örneği."
Üstteki kısa ve anlamlı cümle başka bir yorum gerektirmiyor bu "canavar-iblis-yaratık" aday adayına. Kendisini sevgiyle anıyorum.
Kısaca değinmek gerekirse ; daha az canavarımsı olabilmek için sevgiye ihtiyacı vardı ancak bir "canavar" olduğundan sevgi ondan esirgendi ve o istemeyerek de olsa artık gerçek bir "canavar" oldu.
Frankenstein'nın ön yargısı ve Canavarının yalnızlığı... Sonunda Frankenstein'nın ön yargısı gerçek bir yargıya dönüşüyor.
Ne yazık! İnsan denen varlık, hayvandan üstün hassasiyetleriyle ne diye böbürlenir ki? Bunlar onu daha kendisi dünyaya gelmeden önce oluşan şartların belirlediği davranış biçimine yönlendirmekten başka hiçbir işe yaramıyor. Dürtülerimiz yalnızca açlık, susuzluk ve şehvetten ibaret olsaydı, neredeyse özgür olacaktık. Oysa şimdi esen her
rüzgârdan, tesadüf eseri edilmiş bir sözden ya da o sözün zihnimizde uyandırdığı manzaradan etkilenir durumdayız.