İki farklı zamanda ama aynı mekanda geçen dostluğu, sevgiyi, aileyi ve tutkuyu anlatan, son ana kadar insanı meraka sürükleyen güzel bir kitaptı Gölgedeki Yıl.
1980 yılında, üniversiteden yeni mezun olmuş, hayata atılmaktan korkan beş arkadaş ile başlıyor kitap. Bu beş arkadaş birlikte geçirecekleri son bir kaç günü geçirmek için ne yapacaklarını düşünürken içlerinden birisinin fikri ile orman içine gizlenmiscesine saklı duran cennetvari bir göl kenarına giderler. Gittikleri yerde terkedilmiş bir ev bulurlar. İşte bu beş arkadaşın hikâyesi orada değişir.
Şimdiki zamanda bebeklerini yeni kaybetmiş acılı bir çift. Lila ve Tom. Lila çocuğunu kaybettikten sonra herşeyden elini çekmiş, depresyonda olan genç bir kadındır. Bu olay yüzünden kocası ile de araları eskisi gibi değildir. İsimsiz biri tarafından Lila'ya bir anahtar ve harita yollanır. Lila, haritada gösterilen yere gittiğinde vadi ortasında saklı bir göl ve terkedilmiş bir ev bulur.
Yaşadığı depresyon ve kayıp ile herşeyden uzaklaşmak isteyen Lila kendini bu eve adar.
Zaman geçtikçe eskinin anıları ile yüzleşir ve sırlar günyüzüne çıkar.
Başta kitaba odaklanamadim çünkü hastaydım. Ama sonra beni öyle bir sardı ki her fırsatta elime aldım birakamadim. Artık çok kitap okumaktanmidir bilmiyorum ama okurken sürekli tahmin yürütürüm ve genelde de tahminlerim çıkar. Bu kitapta da tahmin ettiklerimin bir kısmı çıktı ama bazı yerler beni ciddi anlamda şaşırttı. Hele sonu... Eğer ki sonunu okurken tek başıma olsaydım kesinlikle ağlardım. Tutkudan nefret ediyorum. Tutku derken birisine delicesine aşık olmak değil. Aşık olmanın yanında gözünün de kör olmasından. Okuduğunuzda ne demek istediğimi anlayacaksınız. Ben sevdim kitabı bence okuyun :D