Konuya ve olay örgüsüne bakarsak; zaten Berlin’de başlayıp Bergama’da devam ettiği arka kapakta yazılı. Tıpkı Patasana gibi, artık var olmayan bir konuşmacının anlattıklarıyla günümüzde geçen bir maceranın kesişiminden oluşuyor. Açıkçası içimden bir ses katilin kim olduğunu bana hep söyledi -ki yazarın da bunu hissetmemizi istediğine eminim-. Ama cinayet sebebi hiç aklıma gelmemişti. Sonda gerçekten şaşırdım. Bu da bir polisiye kitabın en önemli başarı ölçütü olsa gerek.
Detaylı inceleme şurada: https://dengeliyorum.com/kayip-tanrilar-ulkesi/
İstanbul Hatırası gibi ara öykülerin ana olaydan daha başarılı olduğu roman. Fakat yazarın son kitaplarında görünen diyalog sorunu bu kitapta da göze çarpıyor. Sanki bir yapaylık var ve bu da karakterlerin iki boyutta kalmasına sebep oluyor. Bir de gündeme duyarlı bir yazar olarak, kitaba yine birden fazla toplumsal sorunu katmış. Böyle hepsinden azar azar olunca etki zayıflıyor aslında. Biri derinlemesine işlense -ki burada ırkçılık kafiydi- konu daha derli toplu olurdu. Bu yüzden kitabın en başarılı kısmı Zeus’un dile geldiği bölümler. Ahmet Ümit başarılı hikayeciliğiyle Yunan mitolojisini o kadar sade ve anlaşılır hale getirmiş ki sırf bunun için ayrı bir tebriği hak ediyor. Hatta neredeyse ana olayı da Zeus’un ağzından dinleseymişiz keşke diye düşündüm.
“Bilgelik yaşanılmış olanı anlamakla başlar, ki zaten geçmişi bilmeyen bugünü kavrayamaz.” S.205
Ahmet Ümit bu işin ustası olduğunu bir kez daha kanıtlıyor polisiye dalında en iyi Türk edebiyatçı bu kitabıyla sıradışı alanlara yönelmiş ve etkileyici ve beklenmedik sonuyla bu romanı da müthişti!