Uzun ve süslü cümleler... öyle bir havası var ki sanki çok önemli, çok anlamlı şeyler söylüyor ama öyle değil. Bol kelime oyunu, sulu bir duygusallık...
Bir cinnetin, bir karabasanın yaşandığı bu hayatta artık yoksun. İyi ki de yoksun diyorum; çünkü çok acı çekerdin. Beynindeki esrar da yetmezdi seni avutmaya.
Ölümüne kadar, sana olan aşkımı bir sır gibi saklayıp, bu aşka o derin merhametinle bağlandığın için sana minnettarım. Çok yalnızım ve seni çok özlüyorum…
Sen benim için kırk yılda bir gibisin; öyle eksik, öyle hazin, öyle paramparça…
Okuduğum kitapları paylaşma fikrini hayata geçirdikten sonra, her kitabın bıraktığı izler gözlerimde canlanıyor. İkibin üç yılıydı...
Diyarbakır-Ergani'de askerdim. O yaşa gelinceye kadar hiç kitap okumamış olsam da, şiir ve denemelere ilgim fazlaydı.
Gece santralde boş vaktim çok olduğundan, melankolik bir arkadaşımın deneme tadındaki yazılarını okur, "neden ben böyle güzel yazılar yazamıyorumki," der dururdum. Tabi o dönem, iyi yazmanın koşulu, iyi bir okuyucu olmaktan geçtiğini düşünmemiştim -zaten düşünmediğimiz içindir ya, her şeyi şansa bağlayışımız!
Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sındaki Raif Bey gibi sessiz, okuyan, benden yaşca büyük İsmail ağbi, okuduğum yazıları görüp, "Bu tarz yazıları seviyorsan Cezmi Ersöz'ü oku" demesiyle kalmayıp, çarşı iznine çıktığında elinde Leman dergisiyle döner, santralde birlikte okur sıcağı sıcağına yorumlardı bana, geceleri...
Bir gün İsmail ağbi koğuşa gelip, başucuma kart koymasıyla uyandığımı anımsıyorum. Cezmi Ersöz’dendi gelen kart: "Adnan'a sevgilerimle"...
Yaşadığım mutluluğun ardından açıkladı İsmail ağbi; "Diyarbakır Kültür Merkezi'ne imza gününe geleceğini duydum, ona senden bahsettim. Yazılarını çok sevdiğini. Eğer ayarlayabilirsek, imza gününe de gideriz."
Sekiz yıldan fazla olmuş...
Askerden sonra Leman dergisinden yazılarını bir süre daha okumaya devam ettim. Sonrasında üşengeçliğimden mi bilinmez bir daha okumamıştım, ta ki bir ay kadar önce sevgili dostum Eren’in "Kırk Yılda Bir Gibisin" kitabını hediye edinceye kadar.
Bir solukta okudum, buram buram melankoli kokan Cezmi Ersöz'ün enfes denemelerini. Benim gibi aşk'ın kendisini seviyorsanız, şiddetle tavsiye etmek yerine, kitabın arka kapağındaki bir denemenin son bölümünü yazıp, okuma kararını size bırakacağım!
"Biraz Sabahattin Ali'nin 'Kürk Mantolu Madonnası'ydın; biraz Ahmet Hamdi Tanpınar'ın 'Huzur'da anlattığı Nuran, ve en çok da Nilgün Marmara'ydın. Ne yalan söylemeli, yine Tanpınar'ın 'Bir Yaz Yağmuru' romanındaki o büyülü, o uçarı kadında da senden çok izler vardı. Masum bir sevinç için ikbal yakan kadınlardandın sen...
Bir cinnetin, bir karabasanın yaşandığı bu hayatta artık yoksun. İyiki de yoksun diyorum; çünkü çok acı çekerdin. Beynindeki esrar da yetmezdi seni avutmaya.
Ölümüne kadar, sana olan aşkımı bir sır gibi saklayıp, bu aşka o derin merhametinle bağlandığın için sana minnettarım. Çok yalnızım ve seni çok özlüyorum...
Sen benim için kırk yılda bir gibisin; öyle eksik, öyle hazin, öyle paramparça..."