Tomris Uyar'ı sadece II. Yeni şairleriyle anmak ona büyük bir haksızlıktır, demişti üniversitede hocam. Ne kadar doğru!
Okuyun, Tomris'in sadece rakı içmeyi seven, habire âşık olan bir kadın olmadığını, çok güzel şeyler yazmış olduğunu göreceksiniz.
Tomris Uyar'ın okuduğum ikinci öykü kitabı bu kitap oldu. Yaza Yolculuk'u beğenmiştim ama bu kitaptaki öykülere pek ısındığımı söyleyemem. Genel olarak yazar öykülerinde okuyucunun doldurması için büyük boşluklar bırakıyor. Yazarın iyi bir okuyucusu olmadığım için öyküleri pek rayına oturtamadım doğrusu.
Tomris Uyar’ı biraz magazinsel olacak ama öykülerinden, çevirilerinden önce; şiire ilgi duymaya başladığım zamanlarda aşkı anlatımına hayran kaldığım, bütünleştiğim, hayalimdeki romantik adam tanımına uyan, şiiri sevmeme neden olan Turgut Uyar, Cemal Süreya, Edip Cansever gibi sevdiğim şairlerin hayatını araştırırken sürekli karşıma çıkmasıyla fark ettiğim kadın olarak anımsarım. Ama beni asıl kendisine bağlayan yanı aşkları değil elbette. Öncelikle bilge, esprili, acımasız ve çok zeki bir kadın olduğunu düşünüyorum. Adını koyamadığım bir nedenden belki de eyvallahı olmayan cool tavrı yüzünden bir diğer sevdiğim kadın Virginia Wolf’le özdeşleştiriyorum. Sonrasında ise; kendisiyle benim de savunduğum bir düşüncede ortak paydada birleşiyor olmamız. Bizi birleştiren ortak paydada Tomris şöyle diyor:“İlişkilerimde hep kendime bir dokunulmazlık alanı oluşturmuşumdur. Başkasına verdiğim yaratma, tek başına düşünme ve yalnız kalma özgürlüğünün bana da verilmesini isterim.” Bunların haricinde yazarlığına birazdan değineceğim ama bir kadın düşünün; Ülkü Tamer şiirinde tanrılaştırılan, Edip Cansever tarafından ölene dek beklenen, Turgut Uyar tarafından ömür verilen ve Cemal Süreya tarafından terk edilen… Hayatı anlamlandıran şiirlerin sahibi şairler, kalbine girmiş kadını bakın nasıl anlatmışlar.
Turgut Uyar; elinden her an kaçırabilecekmiş gibi bir endişeyle sevdiği Tomris için “bir bozuk saattir yüreğim hep sende durur” der.
Edip Cansever; her doğum gününde kendisine bir şiir yazdığı Tomris için; “seni görünce dünyayı dolaşıyor insan sanki” der.
Cemal Süreya; ayrılık kararı aldığı Tomris’ten sonrasında pişman olur ve onun için “daha nen olayım isterdin, onursuzunum senin” der. Özetle her kadın biraz Tomris olmak ister Gelelim edebi yönüne;
Altını çizerek söylüyorum günümüzde okuduğum kadın yazarların; edebi anlamda vizyon sahibi olmadıkları, sığ kaldıkları, tıpkı günlük hayatta olduğu gibi fazla laf kalabalığıyla ilgiyi olması gereken yerden alıp başka yerlere dağıtıp kafa yordukları gibi güçlü bir önyargıya sahibim. Hâlbuki temel algıda kadınlar daha ince düşünür, daha hassas yapıdadır, fazlasıyla irdelerler ve derinlik sahibidirler. Yazmaya başlamasındaki asıl etken; iç hesaplaşmalarından sonra haykıramadıkları çığlıkları dışa vurum olmalıdır. Yani günümüzün kadın yazarları olması gerekenin tam tersi gibi davranıyorlar edebiyatta. Kahraman Tazeoğlu tayfasını saymazsak erkek yazarlar, günümüzde ve tartışmasız en başından beri tüm zamanlarda okuru, okuduktan sonra eskisi gibi olmayacak şekilde değişim içine sokuyorlar. En azından benim açımdan durum böyle. İşte bu erkek yazarların dişi versiyonları okuduklarım arasında; Leyla Erbil’dir, Tezer Özlü’dür, Sevgi Soysal’dır, Tomris Uyar’dır. Belki zamanla bu listeye başka isimler de ekleyebilirim. Sanırım Tomris’de bu konuda benim gibi düşündüğünden olsa gerek Tahin Pekmez Günleri öyküsünde “kadınlık hallerine” dokundurmalar, acımasız eleştiriler yapar.
Tomris Uyar; öyküyü “dünyayı anlatma ve algılama da görme biçimine en uygun dal” olarak tanımlarken “öykünün uzun vadede okurda yaşam kültürü, ahlak anlayışı gibi konularda sorgulama, düşünme ve iç hesaplaşma uyandırarak sonraki yıllara dair algı hazırladığı kısacası okuru değiştiren bir sanat olduğunu savunur. Öyküde hep erkek yazarları okudum fakat onları okurken farkına varamadığım bir olguyu Tomris sayesinde fark ettim. Şiir gibi öykü okumakta öğrenilmesi gereken bir kavrammış. Bunun için öykü nedir, nasıl yazılmalıdır, nitelikleri, öykücülüğün dünya üzerindeki tarihi ve Türk edebiyatında öykücülük üzerine akademik yazıları inceledim. Öykücülüğün olay hikayesi ve durum hikayesi olmak üzere ikiye ayrıldığını öğrendim. Durum hikayesinin öncülerinden edebiyatımızdan Sait Faik ve durum tarzına bir nev-i adı verilen Çehov’dan etkilendiğini düşündüğüm Tomris’in dili az kelime ile çok anlatıma, içtenlik ve sahicilik içeren imgelerin vurucu gücüne ve yoğunluk üzerinedir. Öykülerinde bir yanıyla geleneksel, diğer yanıyla çağdaş bir anlatı vardır. Toplumsal ve bireysel konuları; eleştrisel ve umutlu gözlerle bakarak bazen şiirsel, bazen mizahi, bazen ironik, bazen düşsel anlatımı sayesinde kendini tekrar etmekten kurtarmıştır. Röportajlarında kendini uyumsuz olarak tanımlayan Tomris öykülerinde tıpkı Çehov’un doktorları-öğretmenleri, Gogol’un memurları, Turgenev’in köylüleri, Maupassant’ın fahişeleri gibi derinliği olan uyumsuz kahramanları anlatır. Hikaye yazarda başlar, okuyucunun kendi dünyasında devam eder. Bu anlamda Tomris’in öyküleri; anlaşılmayı hedefleyen amacıyla kolay okunan, okuyucuyu bilişsel yetilerini en üst seviyeye çıkarmasını ve entelektüel birikime sahip olmasını zorlayan öykülerdir. Tomris’in öykü kitapları yabancı dillere çevrilmiş, iki kez Sait Faik Hikaye ödülüne layık görülmüş, içlerinde Edgar All Poe, Nabokov, Berger gibi çevirisi zor yazarların bulunduğu elli dolayındaki çeviri ile takdir toplamış, eşi Turgut Uyar’la birlikte Lucretius’tan çevirdikleri “Evrenin Yapısı” ile Türk Dil Kurumu’nun 1975 yılı çeviri ödülünü almaya hak kazanmıştır. Çeviri demişken Antonie de Saint Exupery’nin Küçük Prens isimli kitabı Tomris çevirisi ile en başarılı çevirilerdendir. Öykücülükte metin-içi gerçeklik tartışmalarında Borges ve Duras çevirileriyde Tomris’in adı geçmektedir.
Metal Yorgunluğu kitabına gelince; Umberto Eco “ironi, belirtisini tanıyabilen bir toplumda dil zafer haline gelebilir” demiştir. İşte Tomris, tüm kitaplarından birer öykü alınarak yayınlanan metal yorgunluğunda bunu net görürüz. Her birinde gülümsemeye ramak kala, trajediye dönüşen olayları öykülemiştir. On öyküden oluşan kitapta beni en çok etkileyen öyküler “Dön Geri Bak” ve “Metal Yorgunluğu”dur. Tomris’in öykülerini okurken şunu fark ettim. Öykülerde genellikle kahramana ne oldu diye merak ettiğimiz olgudan başka yani “ne oldu” değil “neden oldu” merakı içinde olmak. Keyifle okunan kitabın sonuna geldiğinizde “her hikaye bir hayattır” dedirtir.
Kitabı; gece sakinliğinde, Cemal Süreya’nın “ay ışığında oturduk bileğinden öptüm seni” dizelerinin yer aldığı sayım şiirini seslendiren Sezen Aksu’nun öptüm şarkısı eşliğinde okumanızı tavsiye ederim.
Kitaptan Altını Çizdiklerim:
-Hayatın dalaşı, gürültüsü, küfürleri, şarkıları güçlükleriyle bilenmiş, elleri kaba işlere girip çıkmış , sevmeyi yaşamaktan öğrenmiş, yaşayarak öğrenmiş bildik Mustafa'yı gerçekten sevdiğini düşündü en son.
-İnsan hayatın gerçekleriyle karşılaşınca, çocukluk hevesleri de geçip gidiyordu kendiliğinden.