Mongoliad özünde tarihi bir roman olsa da tıpkı fantastik bir roman kadar rahat ve akıcı bir biçimde okunuyor. Sayfalar boyunca kovalamacalara, entrikalara, kılıç dövüşlerine ve meydan muharebelerine tanık oluyoruz. Aslına bakarsanız fantastik romanlardan tek eksiği içinde büyü ya da olağanüstü yaratıkların bulunmaması. Ama bana sorarsanız bu onu çok daha ilginç ve etkileyici bir hâle getiriyor. Çünkü Yüzüklerin Efendisi’nde Sauron’un kötülüklerine ya da orkların insanlara yaptığı zulümlere tanık olurken aklınızın bir köşesinde tüm bunların birer kurmacadan ibaret olduğunu bilirsiniz. Fakat söz konusu Mongoliad olduğunda durum hiç de öyle değil. Moğolların savaş esirlerine yaptıkları işkencelere, öldürdükleri düşmanların sayısını belirlemek için cesetlerin kulaklarını kesmelerine, çaresiz kalan insanların çocuklarını kurtarmak için yaptıkları fedakarlıklara ve yerle bir edilen şehirlerin içler acısı durumlarına şahit oldukça tüm bunların bir zamanlar gerçekten de yaşandığını biliyor ve ürpermeden edemiyorsunuz. Zira Mongoliad gelmiş geçmiş en büyük canavarla yüzleştiriyor bizleri: insanoğluyla.