Okuma Günlüğü

En Son Değerlendirmeler

7 puan

“Kitaplar vardır, bir sayfadan öbürüne geçerken unutarak keyifle gözden geçiririz; bazılarını, hemfikir olmaya ya da karşı çıkmaya kalkışmadan saygıyla okuruz; bazıları yalnızca bilgi sunar bize, yorum beklemez bizden; yine bazılarını, nicedir, nasıl büyük bir aşkla sevdiğimiz için, sözcüğü sözcüğüne tekrarlayabiliriz, çünkü tam anlamıyla ezberimizdedirler.”
(Alberto Manguel, Okuma Günlüğü)

“Okumak, rahat, tek başına gerçekleştirilen, yavaş ve duygusal bir görevdir. Bir zamanlar yazmada da vardı bu niteliklerden bazıları. Fakat son zamanlarda yazarlık uğraşı, eski gezgin satıcıların, repertuvar aktörlerinin uğraşlarına benzer nitelikler edindi; yazarlar, tuvalet fırçaları ya da ansiklopedi setleri yerine kendi kitaplarının özelliklerini övecek bir gecelik gösteriler yapmak üzere uzak yerlere çağırılıyor.”
(Alberto Manguel, Okuma Günlüğü)

“Belki de, bir kitabın bizi çekmesi için, yaşantımızla kurgunun yaşantısı arasında -bu iki imgelem; bizim imgelemimiz ile kitabın sayfasındaki imgelem arasında- bir rastlantılar bağlantısı kurması gerek.”

(Alberto Manguel, Okuma Günlüğü)

“Başkalarının bizim en yüce başarılarımız olarak gördüğü şeyler, çoğu kez bizim için öyle değildir. Bir zamanlar Edith Sorel, Marc Chagall'la St. Paul de Vence'taki evinde bir röportaj
yapmıştı. Ressam seksenli yaşlarının ortasındaydı, on yıl önce evlendiği ikinci karısı Vava ile yaşıyordu. Vava özür dileyip bir dakikalığına dışarı çıkarken, Edith dünyanın en ünlü ressamlarından biri olmanın nasıl bir his olduğunu soruyordu Chagall'a. Chagall hemen Edith'in elini yakalamış, odadan çıkmakta olan karısını işaret etmiş ve hazdan ışıldayan yüzüyle fısıldamıştı: "O bir Brodsky!" Vitebsk'in küçük bir kasabasında büyümüş yoksul bir Yahudi oğlanın içini gururla dolduran şey, dünyaca ünlü bir sanatçı olmaktan çok, zengin bir tüccar ailesinin kızıyla evlenmiş olmaktı.”

(Alberto Manguel, Okuma Günlüğü)

“Bir şeyi kesinlikle, açıkça anımsadığımı sanıyorum. Bir kitabın rastlantıyla açtığım son sayfasındaki bir not, yanıldığımı söylüyor bana; olay başka bir yerde, bir başkasıyla, farklı bir zamanda geçmiş. Bioy'un anlatıcısı: "Alışkanlıklarımız bazı şeylerin belli bir şekilde meydana geldiğini, dünyanın bulanık bir tutarlılığı olduğunu varsayıyor. Şimdiyse gerçeklik değişmiş, gerçekdışı görünüyor bana," diyor.”

(Alberto Manguel, Okuma Günlüğü)


"Birçok cennet olasılığından söz ediliyor. Yalnızca bir tane olsaydı, hepimiz oraya gitmek zorunda kalsaydık ve bizi orada her hafta edebi toplantılar düzenleyen sevimli bir çiftin beklediğini bilseydik, birçoğumuz uzun zaman önce ölmekten vazgeçerdi." Bir de şu: "Erkek ve çiftleşme, uzun ve yoğun anlara katlanamaz." (Borges, "Tlön, Uqbar"daki ünlü alıntıyı Bioy'a yorarken bu dizeyi düşünüyor olmalıydı: "Aynalar ve çiftleşme iğrençtir, çünkü erkeklerin sayısını çoğaltır." İki dost, Borges ile Bioy, yazılarında birbirlerinin yüzünü yansıtmışlardır.
Hem Morel’in Buluşu hem de "Tlön, Uqbar" aynı yıl, 1940'ta yazıldı.)”

(Alberto Manguel, Okuma Günlüğü)




“Bir şeyi kesinlikle, açıkça anımsadığımı sanıyorum. Bir kitabın rastlantıyla açtığım son sayfasındaki bir not, yanıldığımı söylüyor bana; olay başka bir yerde, bir başkasıyla, farklı bir zamanda geçmiş. Bioy'un anlatıcısı: "Alışkanlıklarımız bazı şeylerin belli bir şekilde meydana geldiğini, dünyanın bulanık bir tutarlılığı olduğunu varsayıyor. Şimdiyse gerçeklik değişmiş, gerçekdışı görünüyor bana," diyor.”
(Alberto Manguel, Okuma Günlüğü)

"Bioy'un günlüğünde şu yorumu görüyorum: "Okur için yazdığımı söyledim hep, ama okurlar (samimi, safkan okurlar) yok olmuşken halen yazmayı sürdürüyor olmam, yalnızca kendim
için yazdığımı yadsınmaz biçimde kanıtlıyor."

(Alberto Manguel, Okuma Günlüğü)

Borges'in, James Whale'in 1937 tarihli filmi The Road Back için yazdığı eleştiriden:"Sadece pasifizm yeterli değildir. Savaş, zahitçe ve öldürücü büyülerle insanların aklını çelen kadim bir tutkudur. Savaşı ortadan kaldırmak için onun karşısına başka bir tutku konmalıdır. Belki de kendini bütün ülkelerin mirasçısı ve ardılı olarak gören iyi Avrupalı tutkusu; Leibnitz, Voltaire, Goethe, Arnold, Renan, Shaw, Russell, Unamuno,T. S. Eliot gibi. Avrupa'da sırf Alman ya da sırf İrlandalı bolluğu var; eksik olan şeyse Avrupalılar."

(Alberto Manguel, Okuma Günlüğü)

Sherlock Holmes'un bir kokain bağımlısı olduğunu öğrendiğimde tepkimin ne olduğunu anımsayamıyorum.

Kitaplığımın kapısına, Rabelais'nin Thelême Manastırındaki düsturunun değişik bir şeklini yazmıştım: "LYS CE QUE VOUDRA" ("Canın ne istiyorsa onu oku")

(Alberto Manguel, Okuma Günlüğü)

“Londra'nın gözetlemeye en uygun yerinden görülen dünya, "Gerçek Hindu'nun uzun ve ince ayakları vardır," der Holmes. "Çarık giyen Müslüman'ın, ötekilerden tamamen ayrı büyük başparmağı vardır." Daha sonra, yakın zamanda yayımlanan bir atlasın "güvenilirliğine" dayanarak Andaman Adaları'nın sakinlerini anlatır: "Bunlar sert, suratsız ve serkeş insanlardır, ama güvenleri kazanıldıktan sonra insanın en sadık dostları haline gelebilirler... Doğaları gereği, iri, şekilsiz kafalara, küçük, ateşli gözlere ve çarpık yüz hatlarına sahip çok çirkin kimselerdir. Ama ayakları ve elleri dikkati çekecek kadar küçüktür. O kadar inatçı ve serttirler ki, Britanya yetkililerinin kendilerini kabul ettirmek için bütün çabaları boşa çıkmıştır." (…)

“Gerçek safkan Yahudi," der ona Roger, "dünyadaki en iyi insanlardan biridir. Bu ırkı bu kadar kötü biçimde aşağılatanlar, melez Yahudilerdir, Rus, Polonyalı ve Alman cinsidir."
1928'deki İngiltere budur.”


(Alberto Manguel, Okuma Günlüğü)

“Goethe bunu söyler Eduard'ın Ottilie'e aşkı konusunda:
"Gizlice, ihtiras duygusuna bırakmıştı kendini bütünüyle." Bir anlamda bu, politik edilginliğin coşkusal eşdeğeridir; tutku olarak kendini gizleyen bir dalınç.”

(Alberto Manguel, Okuma Günlüğü)

Ottilie'nin günlüğünden:
• "Aşk olmaksızın, sevdiğin kimsenin fiziksel varlığı olmaksızın, yaşam bir 'comédie à tiroir'dan, bildiğimiz farstan başka bir şey değil." Daha ilerde: "Gönül inceliği" olağanüstü bir kavram ve öyle hakiki ki, hemen tanınıyor. Chateaubriand buna, aşkın artık bir kendinden geçiş olmadığı, ama "tutkulu bir dostluk" haline de gelmediği coşku diyor.

• "Hiç kimse cezalandırılmaksızın dolaşamaz palmiyelerin altında, fillerin ve kaplanların yuvalandıkları bir yerde insan, hiç kuşkusuz, davranış tarzını değiştirmek zorundadır." Ya da tersi, tabii. Ottilie'nin bu çok alıntılanan satırı, başıboş dolaşan benim için, kendime sadık kalma ve bir okur-yazar yaşamını kabul etme kararını verdiğimde -yetmişlerde Tahiti'de bir yayınevi için çalışıyordum palmiye ağaçları altında olduğum için de son derece ironik bir şey. "Palmiye ağaçları altında" her konukluk bir sürgündür. Ovidius yabancı topraklarda oluşuna gözyaşı döker; Cortázar Paris'e gitmek üzere Arjantin'den ayrılırken sevinir. Her iki durumda da imgelem yenilik ve zıtlıkla beslenir.

• "İnsan hep gördüğünü hayaller. Sanıyorum, sırf durmadan görmek için düş görürüz." İnsan bilincinin, onun o korkunç, Argos benzeri uyanıklığının bu kesin tanımı, bütün romana pathosunu veren şeydir; dört karakter, yazar ve onun uzantısı okur devamlı olarak eylemlerinin
farkındadır ve kendilerini aldatamadan ya da başlarını çeviremeden, kendi sonlarına doğru hızla ilerleyişlerini seyrederler.

(Alberto Manguel, Okuma Günlüğü)

“Belli bir evde yaşamanın nasıl bir şey olacağını, eşikten içeri adımımı atar atmaz söyleyebilirim. Duygu yakınlığı (ya da yokluğu) hemen ortaya çıkar. On altıncı yüzyıl pikaresk romanı El
Lazarillo de Tormes'te [Tormesli Lazarillo] kahraman şunları yazar:
"Talihsizliklerini, içinde yaşayanlara yapıştıran mutsuz ve köksüz evler vardır." Neşeli yerler için de aynı şey geçerlidir.”

(Alberto Manguel, Okuma Günlüğü)

“Juan José Saer'e göre, Don Quijote, adalet uğruna üstlendiği görevin başarıya ulaşması ya da başarısız olmasıyla hiç ilgilenmediği için bir destan kahramanıdır: "Akılda tutulması gereken temel nokta şudur," der Saer; "her insani girişimde, başarısızlığın kaçınılmazlığının açık ya da bulanık bir biçimde de olsa farkında olmak, destanın verdiği derse temelden zıt bir şeydir."
Stevenson'un düşüncesiyle karşılaştırın bunu: "Hayattaki görevimiz başarılı olmak değil, cesaretimizi yitirmeden başarısız olmayı sürdürmektir."

(Alberto Manguel, Okuma Günlüğü)

“Çoğu yazarın tarihsel bir varlığı vardır; benim belleğimde Don Quijote’deki bir karakter kadar gerçek bir insan olmayan Cervantes içinse durum böyle değil. Goethe, Melville, Jane Austen, Dickens ve Nabokov kanlı canlı, az çok tanınabilen yazarlardır; Cervantes ise kitabı tarafından yaratılmış gibi gelir bana.”

(Alberto Manguel, Okuma Günlüğü)

“Proust, bizzat yaratmış olduğu kurgusal "ben"e yargılı kaldığını hissediyordu. Don Quijote’de ise Cervantes olmaya yargılı olan kişi, kurgusal "ben"miş gibi görünüyor.”

(Alberto Manguel, Okuma Günlüğü)

“Dr Jekyll ve Bay Hyde ile karşılaştırıldığında Sancho ve Don Quijote: Nicholas Rankin, o harika gezi kitabı Dead Man's Chest'te [Ölü Adamın Sandığı], ‘alfabenin harflerinden Hyde'ın H'sı ile Jekyll'in J'si arasında I'nın olması belki de rastlantı değildir,’ diyor.”

(Alberto Manguel, Okuma Günlüğü)

“Don Quijote'de "hiçbir şey sonuçlandırılmaz"çünkü kahramanın bedensel ölümü, etik kanıt tartışmalarının sonucunu işaret etmez.
Flaubert: "Evet, budalalık, sonuçlandırma arzusuna dayanır."

(Alberto Manguel, Okuma Günlüğü)

“Ödünç alınmış kitaplar, misafirliği fazla uzatan ziyaretçileri anımsatır. Onları okumak ve bana ait olmadıklarını bilmek, bir bitmemişlik, yarıda kalmış bir zevk duygusu verir bana. Kitaplıklardan alman kitaplar için de aynı şey geçerli.”

(Alberto Manguel, Okuma Günlüğü)

geri ileri