50'lı yaşlardaki profesör David'in Melaine adındaki üniversiteden öğrencisi ile yaşadığı cinsel birliktelik sonrası görevine son verilmesiyle başlayan silsile. Profesör, cinsel içgüdüsüne yenik düşen ve kitap boyunca gozlemledigim kadariyle bu duygunun esiri bir karakter. Zaten bundandır ki -tabiki burasi bana göre- öğrencisiyle olmaması gereken bir konuma gelir. Asıl enteresan olan ise , bu olaydan sonra profesorun kendisine yoneltilen suclamalari kabul edip herhangi bir savunma yapmayi reddetmesi. Zira buna bir tecavüz denilemez, çünkü öğrencinin hocasina karsi koyma gibi bir tutumu olmamıştır. 👀
Toplum ve çevresi tarafından utanç icinde bırakılmış ve asıl olaylar ve kitabin verdiği cogu mesajı barındıran yeni bir hayatı tercih etmiş Prof. Güney Afrika'nin kırsalında yaşamını bir çiflikte sürdüren kızının yanina gitmiş,kendini bu kent yaşamından elindeki utançla beraber soyutlama yoluna gitmiştir. Burda yaşam bambaşkadır. Aslinda verilmek istenen mesajlardan biri de bu. Kent ve kırsal yasam arasındaki sosyal yasam farkı,insani değerler acısından farklar, siyah beyaz arasındaki mücadele yani ırkçılık yazar birçok konuda sembolik unsurlarla mesajlar verme yoluna gitmiş. 📢
Kızı Lucy'nin yanında kaldığı sürede kizinin üç genç siyahi tarafından tecavüze uğraması da kaderin cilvesidir sanirim. Tabiki kendisinin de yakılmaya çalışılması,darp edilmesi cabasi. Kabul edilmez bir ilişki sonrası buralara gelmeyi seçenek olarak goren Prof'un lezbiyen kızının üç genç tarafından tecavüze uğraması yazarın kurduğu cok iyi bağlantılardan. 👍
Beyazların siyahlara bakışı ve kırsal kesimdeki siyahların beyazlara bakışı uzerinden de romanın geneline yayılan bir ırkçılık mesaji var zaten.
Karakterlerden prof kizi Lucy gerçekten çok zor ve aksi bir karakter. Yasadıgı ağır travmadan midir bilinmez ama hal ve hareketleri,konusmalari kitabin sonuna kadar istikrarlı sekilde garipsemiş vaziyette. Kendisine tecavüz edilmesine rağmen burda kalmayı yeğlemiş ve üstüne üstlük başlarda yaninda yardimci iken patron konumuna gelmiş, komşusu Petrus 'un üçüncü karisi olmayı dahi göze almıştır. Travmadan söz ettim ama kendince haklı sebepleri de olabilir. Babasının ısrarla buralardan ayrıl yanıma gel demesine rağmen, alıştığı bu topraklardan gitmeyi istememekte ama başına gelenlerin tekerrür etme ihtimalinden dolayı bu sekilde bir sığınmayı göze almis olabilir. Okuru en çok sinirlendirecek karakter Lucy sanirim. Ve yine Petrus karakteri de sinsi, sinir bozucu,bulunduğu ortamda elde ettiği yetkinliği kullanmaktan da geri durmuyor.
Prof'un yaşadığı çöküş, dibe vuruş da okuyucuyu eminim uzecektir. Tabiki neticede o da arzularının esiri olmasının bedelini ödedi.
Ve yine yazarin köpekler uzerinden verdiği sembolik bir mesaj var. Köpekler bu kitapta bir şeyi simgeliyor ama neyi. Kimi kaynaklar köpeklerin siyahileri temsil ettiğini savunuyor ve yazarı da bundan ötürü ırkçılıkla suçluyor. ✔
Kitabin sonu da zaten bu neydi şimdi dedirtecek sekilde havada kalmış.
Coetzee ilginç bir yazardır. Kitaplarını okurken sık sık hikayeyi düşünmekten uzaklaşır, yazarı düşünmeye başlarım. Onun düşüncelerine, görüşlerine dair çıkarımlar yapmaya çalışırım metinlerinden. Ancak kolay değildir bunu yapmak. Bir çok kez ters köşeye yatırır zaten beni.
Güney Afrika-Apartheid Rejimi ile ilgili okurların okumasını tavsiye ederim. Ama bu konu ana teması değil kitabın, yanlış anlaşılmasın.
Kitabın arkasındaki Coetzee fotoğrafı ile kendisinin arasında dağlar kadar fark olan 2003 Nobel ödüllü bu yazar amcanın kitabı öyle çok sürükleyici değil.(Nobel ödülü alan yazarlara da hep şüphe ile bakmışımdır).Sadece ilginç bir konusu var.Kitabın arka kapağında bu olayın yarısı anlatılmış.Can yayınlarından okuduğum kitapta dipnotların kimisi havada kalmış.Açıklanması gereken cümle ve terimler fazla.
Üstelik yazar kahramanı konuşturmamış onun yerine kendi ağzından anlatmıştır.Lord Byron'a bulanmış kitap içerisinde metresinden düşüncelerine kadar her şeyi bulabilirsiniz.
Yorum yapmamaya karar vermiştim ama bir iki cümle yazmak istedim; düşündüklerimin içimde kalmaması adına. Sanırım bu kitap benim boyumu aştı. Okumakta ya da kitabı anlamakta zorlanmasam da kendime ait bir çıkarım yapamadığım için kitabı sevemedim. Kitap hakkında okuduğum yorumlar, benim kitabı okurken veya bitirdikten sonra aklıma gelmeyecek seçeneklerle doluydu. Ayrıca her bir yorum farklı bir seçeneği göz önüne koydu. O yüzden sanırım bu kitabı okuyan herkesin kendine öz yorumu olacaktır. Kitabın iki ana kahramanı var. Bir tanesini anlamaya çalışmadım dahi ama diğerini anlamak istesem de anlamadım. Bu da insani duygularımız ve karakterlerimizle ilgili olmalı. Kısacası bu benim için karışık bir kitap oldu. Başından dediğim gibi sanırım bu kitap benim algılamalarımın çok üstünde bir kitap.
Enteresan bir kitap, bir o kadar da sürükleyici. Başlarda David'in tutumu bana Camus'nün Yabancı'sını hatırlattı. Ama sonradan sonraya David'in aslında çoğumuz gibi alelade arzularının, alelade avunmalarının olduğunu fark ettim. Kast ettiğim genç bir kızı arzulaması değil. Arzulamayı arzulaması. Bu sayede acziyetini gidermeye çalışması, bir şekilde avunup hayata tutunmaya çalışması. Hatta bunu zaman zaman kabul etmesine rağmen, temelli bir inkar halinde olması. Bağımlılıkların temelinde de evvela bir şeylerin üstünü kapatma çabası yok mudur? Acıların, anıların, geçmişin, stresin, tutunamayışın... Ve bu düşkünlükler sadece sigara, alkol gibi şeylerle sınırlı değildir. Cinselliğe de düşkün olabilir insan, David gibi. Ve bunun için işinden dahi olabilir, hatta kılını kıpırdatmadan, David gibi.
David karakteri, anlamakta zorluk çekilecek ve ötelenecek bir karakter gibi dursa da aslında monologları, ruhunun kirlilikleri, akademisyen de olsa iç dünyasıyla asla bir baltaya sap olamayacak olması lâkin tüm bunlara rağmen Lucy'yi sarıp sarmalayışı ve babalık yaparken(her ne kadar kendisi bunu yapamadığını düşünse de) gösterdiği tavırları, hayvanları neredeyse bir "eşya" olarak gören söylemlerine rağmen ölülerine dahi saygı, hatta fazlaca saygı duyuşuyla, kısacası tüm tenakuzlarıyla içimizden biri.
"Öyle bir utanca bulandım ki, bundan kendimi kurtarmam pek kolay olmayacak. Benim yadsıdığım bir ceza değil bu. Verilmesin diye sızlanmıyorum. Tam tersine, her gün yaşıyorum bunu, utancı varoluş konumum olarak kabul etmeye çalışıyorum. Belli bir süreyle sınırlanmadan, utanç içinde yaşamam Tanrı için yeterli mi sizce?"
Ve Lucy'nin dünyası... İşte o içimizden biri değil. Hayata bakış perspektifi anlaşılmakta güçlük çekilecek bir karakter. Susarak mücadele eden, belki de pasif direnen. Yine de direniş, direniştir be Lucy, bilhassa Afrika gibi bir yerde kimse böyle direnemezdi.
Güzel kitaptı, çok güzel.
Yazarın okuduğum ilk kitabıydı, kitapta bazı olaylar gelişmesini istediğim gibi gitmedi bunu sevdim ama aynı zamanda anlam veremedim bu nedenle yorumlarına baktım kitabın ve yavaş yavaş anlamlandırmaya başladım kafamda. Anlam veremediğim şey Lucy'nin kararıydı, onun neden sessiz kaldığına ve eylemlerine sürekli bir direniş olarak bakmasına saçma buldum ama sonradan bunun aslında dışardaki insanların bu olayları kısa bir lanetle geçiştirmesi gibi yazarında karakteri böyle düşündürerek bir ders ve duygu aşılamaya çalıştığını düşündüm ama belkide sadece yazarın ayrı bir direniş biçimi de olabilir. David'in suçunu kabul ettiği sırada suçu kabul etmekle suçunu itiraf etmek ayrı şeydir davasına giren kısımları beğendim. Kitabı çok beğendim ama Lucy' nin sondaki kararından dolayı 9 yıldız veriyorum