Perec her zamanki gibi dahiliğini gösteriyor. Yazım üslubu,içeriği ve gösterdikleri harika. Bir çırpıda okunacak,kısa ama etkili kitap.
Saatler, günler, haftalar, mevsimler boyunca her şeyden kopuyor, her şeyden soğuyorsun. Bazen, neredeyse bir tür sarhoşlukla, özgür olduğunu, seni bunaltan, senin hoşuna giden ya da gitmeyen hiçbir şey olmadığını keşfediyorsun. Ve oyun kâğıtlarının ya da kimi gürültülerin, kendine sunduğun kimi gösterilerin sana sağladığı bu yıpratıcı olmayan havada, anların heyecanından başka şeye yer vermeyen bu yaşamda, mükemmele yakın, büyüleyici, bazen de yeni heyecanlarla dolu bir mutluluk buluyorsun. Tam bir huzur içindesin, her an esirgeniyor, korunuyorsun. Çok mutlu bir parantez içinde,
hiçbir şey beklemediğin, vaatlerle dolu bir boşlukta yaşıyorsun.
Görünmez, duru ve saydamsın. Yoksun artık: Saatlerin ardından,
günlerin ardından, mevsimler geçerken, zaman akarken, neşelenmeden, hüzünlenmeden, geleceksiz ve geçmişsiz, öylece, düpedüz, apaçık yaşaya duruyorsun...
Yazının insanın içine işleyişi, anlatımı, yalnız bir insanın derin düşünceleri, düşündürücü ve bir o kadar da tanıdık bazen..
"Pek yaşadın denemez, oysa her şey çoktan söylendi, çokdan bitti.Topu topu yirmibeş yaşındasın, ama yolun çizilmiş bile.roller hazır, etiketlerde,bebekliğindeki oturaktan yaşlılığındaki tekerlekli sandalyeye varana kadar oturulacak tüm yerler orada durmuş sıralarını bekliyorlar.Serüvenlerin öyle iyi betimlenmiş ki, en şiddetli isyan bile kimsenin kılını kıpırdatmayacaktır. Sen istediğin kadar sokağa çıkıp insanların şapkalarını başlarından uçur, başına iğrenç şeyler tak, çıplak ayakla yürü, bildiriler yayınla, önüne çıkan bir kapkaçcıyı geçerken kurşunla, boşuna, bir işe yaramayacak,düşkünler yurdunun yatakhanesinde yatağın çokdan yapılmış, lanetli şairler sofrasında yerin ayrılmış. sarhoş gemi, sefil mucize, harrar bir panayır eğlencesi, turistik bir gezidir. Her şey öngörüldü, her şey en ufak ayrıntısına kadar hazırlandı, büyük aşklar, soğuk alaycılık, ıstırap ,bolluk, egzotizm, büyük serüven, umutsuzluk. sen ruhunu şeytana satmayacak, ayaklarında sandaletlerle gidip kendini etna ya atmayacak, dünyanın yedinci harikasını yıkmayacaksın.ölümün için herşey çokdan hazır.seni öldürecek top güllesi çok uzun zamana önceden eritilip döküldü, tabutunun peşinden ağlayacak olan kadınlar çokdan tutuldu."
Bir nev'i bilinç akışı tekniği içeren inanılmaz (hayır, gayet de inanılır aslında; modern 'yalnızların' derinlikli biçimde anlatılmış yüzeysellikle derinliklilik tanımını harmanlayan yalnız(lık) hikâyelerini müthiş 'literal' ve metaforik' biçimde tespit eden bir) anlatı-hikâye bu...
“Yalnızlığın bir şey öğretmediğinden, kayıtsızlığın bir şey öğretmediğinden başka hiçbir şey öğrenmedin. Bu bir aldatmacaydı, gözalıcı ve tuzaklı bir yanılsamaydı. Yalnızdın, hepsi bu, ve kendini korumak istiyordun; dünyayla senin arandaki köprüler, sonsuza dek atılsın istiyordun. Ama sen bir hiçsin, dünya ise öyle kocaman bir sözcük ki: Büyük bir şehirde başıboş dolaşmaktan, birkaç kilometre uzunluğundaki cepheler, vitrinler, parklar ve rıhtımlar boyunca yürümekten başka bir şey yapmadın hiç.”
http://filmonerisi.blogspot.com/2013/03/un-homme-qui-dort.html
"Kayıtsızlık dili geçersiz kılıyor, işaretleri anlamsız hale getiriyor. Sabırlısın ama beklemiyorsun,özgürsün ama seçmiyorsun, müsaitsin ama hiçbir şey seni harekete geçirmiyor." Hayat koşuşturması içinde okudukça durmayı,soluk almayı sağlayan ve bu 25 yaşındaki gencin hiçbir şeyliğine hayran bıraktıran kitap. İlk beş-altı sayfada dili biraz zorladı fakat alışınca su gibi aktı..
Bir adam düşünün! Aynı şeyleri yaparak yok olmaya çalışan bir adam! Her şeye -sadece insanlara değil nesnelere de- sıfır noktasında durarak kayıtsız kalıp ölümüne ulaşmaya çalışan bir adam... Bu kitap 'var olmayışın' kitabı...
Kafka'nın “Evinden çıkman gerekmez. Masandan kalkma ve dinle. Hatta dinleme, yalnızca bekle. Hatta bekleme bile, tamamen sessiz ve yalnız ol. Dünya, maskesini düşüresin diye, gelip kendini sunacaktır sana, başka türlü olamaz; kendinden geçmiş bir halde eğilecektir önünde.” sözleriyle başlar roman ve siz o an anlarsınız ki çok sağlam bir kitap var elinizde.
Fosil bir şehirdeki gündelik yaşamda, insanlık halleri, 'insan müsveddeleri', 'insan kalıntıları' arasında avare dolaşan bir adam izleriz kitap boyunca. Romanın otobiyografik bir özellik taşıyıp taşımadığı konusu ise tartışmalı olsa da kitaptaki bazı ipuçları bize Perec'in kendisini yazdığını gösteriyor.
İçsel düşünceler üzerine, kendi içinde kaybolmak hakkında. Karakterin depresif ruh hali, yalın bir dille anlatılmış. Zaman zaman tüm insanların içine girdiği kayboluşu anlatıyor, fazlasıyla başarılı.
Muhteşem! Defalarca okunası..âşık olunası..Benim çok sevdiğim ancak fazla tercih edilmeyen ikinci kişili anlatıcının kullanılması-ki size sesleniliyormuş hissine kapılırsınız- ;kısa, etkili cümleler...Zaman zaman belli pasajların tekrarıyla sağlanan bir şiirsellik -Peyami Safa'nın Bir Akşamdı romanını benim için özel kılan da budur mesela- ...Yalnız, insanlara ve kendine yabancılaşmış bir genç adamın ruh hali ancak bu kadar anlatılabilirdi...Son zamanlarda belki de hiçbir kitapta kendimi bu denli bulamamıştım..İçinde yiteceğiniz, içinde boğulacağınız, hayretlere düşeceğiniz bir kitap..
Yazarın notu keşke başta olsaydı. Bilseydim daha farklı bakabilirdim. Anlattığı amaçsızlık, hissizlik biraz içimi kararttı.