Pek beğenmeyeceğimi düşünüp sonradan bu düşüncelerim için pişmanlık duyduğum bir yazar ve kitap.Türk edebiyatının da çok güzel eserler çıkardığını gösteren bir kitap.Her kütüphanede bulunması gereken bir kitap.
1 an bile vakit kaybetmeyin Kırtuluş savaşı ve 1 köy her şey anlatışdığı kadar toz pembe mi ?
Yaban, Birinci Dünya Savaşı'ndan kolunu kaybeden romanın başkahramanı Ahmet Celal'in, gittiği Anadolu'da köylünün milli mücadeleye olan tavırlarını, köylünün durumunu anlatır. Ahmet Celal; karamsar, şehirli (bu yüzden köylülerle iletişim kurmakta güçlük çeker) ve köylünün gözünde "Yaban"dır.
Yazar, kitabın başında köylüleri aşağılamadığını,hatta köylünün bu durumlara gelmesinde aydın kesiminin payının olduğu savunmasını yaparak kendini aklamış gibidir..Gibidir diyorum çünkü ben öyle olmadığını düşünüyorum.
Zira birisini tahkir ettikten sonra "suç sende değil suç benim gibi akılsız adamda!" örnek söyleminde olduğu gibi karşı tarafa hakaret etmediğin anlamına gelebilir mi? Hayır, bal gibi küçümsüyorsun demektir.
Çok enteresandır ki yazar bu kabahatini de kitabının sonunda da itiraf etmektedir.Şöyle ki yazar düşman askerleri tarafından vurulduktan sonra kendi iç sesinde kaldığı köydeki insanları küçük gördüğünü dile getirir.
Haddi zatında yazar, köylüyü değil milli mücadeleye mugayir tavırlar takınan toplulukları küçümsemektedir.
harika bir roman. türk köylüsünü, türk aydının yererek anlatan ilk köy gerçeğini anlatan romanlardan birisi, tavsiyedir.
Cihan harbinde bir kolunu kaybeden Yedek Subay Ahmet Celal emirerinin daveti ile işgal altındaki İstanbul'dan ayrılıp Anadolu'nun bir köyüne yerleşir. Giyimine özen gösteren, hergün tıraş olan, sürekli kitap okuyan bu adam köylüler tarafından benimsenmez ''yaban'' olarak adlandırılır.
..
- Beyim geceleri, sabahlara dek mırıl mırıldandı ne okuyup duruyorsun? Seni büyü yapar sanırlar..
.
+Geceleri sabahlara kadar okumayayım da ne yapayım? Ben, el ayak çekildikten sonra odamın kapısını sürmeleyip kitaplarımla baş başa kalmak saatini dört gözle beklerim. Çünkü , bu ömrümün bütün hazin sergüzeştini ve yaşadığım anın ağır sıkıntısını unuttuğum tek saattir..
----------------------------------------------------
Ahmet Celal içinde bulunduğu ruh halinin burada düzeleceğini, iyileşeceğini düşünse de işler istediği gibi gitmez. Kafasındaki gerçekle köylünün gerçekleri sürekli çatışır, onları bilgilendirmeye, eğitmeye, yol göstermeye çalıştıkça aralarındaki uçurum giderek açılır.
-------------------------------------------------------
Yazar Milli mücadeleye karşı halkın kayıtsızlığını eleştirirken bir yandan da şu satırlarla aydın kesimi eleştirir. .
..
''Anadolu halkının bir ruhu vardı; nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın. Bir vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı; işletemedin. Onu, hayvani duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti. Şimdi elinde orak, buraya hasada gelmişsin! Ne ektin ki, ne biçeceksin.''
..
Zamanında çok ses getirmiş, eleştirilmiş, dili akıcı bu kitabı herkes okumalı ve okutmalı.Bazı şeyler her iki taraf içinde hala değişmiş değil.
Yaban okuduğum ve çok etkilendiğim kitaplardan biri. Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun okuduğum ilk kitabı. Ayrıca Kiralık Konağı okumaya başladım.
Yazar, kurtuluş savaşını anadolunun ücra bir köyünden,köylünün mücadeleye olan kayıtsızlığını gözler önüne sermiş. Mutlaka kitaplığınızda olması gereken ve tekrar tekrar okunması gereken kitaplardan biri.
Merhabalar sevgili okurlar ve kendini okur gibi hissedenler;
3 alıntıyla başlıyoruz:
1-) Geçen gün, kırlarda dolaşırken ayağım bir konserve kutusuna çarpmıştı. Durup bakmıştım. Bu kutu Amerika' dan gelmiş bir kutu idi ve üzerinde İngilizce bir şeyin adı yazılı idi. Bu kutuyu buraya hangi yolcular bıraktı? Kim bilir ne zamandan beri kaldı, bilmiyorum. Fakat tuhaf bir ilgiyle eğildim, elime aldım, baktım adeta eski bir aşinayı görür gibi oldum.
Ben, bu topraklarda, işte bu teneke kutunun eşiyim.
2-)Bir gün de, yolun kenarında eski bir heybe gibi bırakılmış bir ihtiyar kadın buldum. Kupkuru, kapkara bir kocakarı... (Hepsini yazmıyorum çok yorucu, ninenin tasviri işte)
-Nine, nine hasta mısın?
-Hasta mı? Ne hastası? Bana yiyecek vermediler. Bana içecek vermediler. Beni yedi gün, yedi gece yürüttüler. O kızım olacak karıya, ''beni biraz sırtına al'' dedim. Kabahatim işte o. Beni şuracığa atıp gidiverdiler. ''Sen şuracıkta biraz bekle. Biz seni gelir alırız,'' dediler. Yalan, yalan, yalan... Ben yalan olduğunu bilirdim ama ne ideceksin, bey!
(Tasvir paragrafı)
-Gel, seni bizim köye götüreyim
-Olmaz, olmaz. Belki döner gelirler. Kim bilir, belki döner gelirler de, beni bıraktıkları yerde bulamazlar
3-)(Düşman uçakları seyrettikleri sırada bir köylü diyor ki)Sen öyle diyon emme, bunların bize faydası oldu. Görmüyon mu, hiçbir yanda kargalardan iz kalmadı. Harman yerinde, tahılı hep yirlerdi.
Kitap, sol kolunu savaşta kaybetmiş eski bir subayın terhis olduktan sonra askerlerinden birinin Anadolu' daki köyüne gitmesiyle başlıyor. Kitap, sözde bu subayın yazdığı bir defterden oluşuyor ama sakın buna kanmayın, Yakup Kadri yazmış kitabı, internetten araştırdım kesin bilgi, yayabilirsiniz.
Şimdi ilk alıntı zaten kahramanımızın köyde ne durumda olduğunu mükemmel şekilde özetliyor. Üçüncü alıntı, köylünün ne durumda olduğunu, memleket meselelerinden nasıl bihaber olduğunu mükemmel şekilde özetliyor. Zaten kitap da baştan sona bu iki alıntıda özetlenen durumun anlatılmasından ibaret. Tabii bunu muhteşem şekilde yapıyor gerçekten.
2. alıntıya gelince; onu, savaşın acımasızlığını çok güzel özetleyen bir pasaj olduğunu düşündüğüm için buraya koydum.
Gerçekten harika bir kitap yanlışım yoksa da Yakup Kadri' nin en önemli eseri zaten. Kitabın daha ilk birkaç sayfasından itibaren aklıma takılan bir şey var; neden bir subayın gözünden direkt anlatılmıyor olay da onun defterinin okuyucuya sunulmasından ibaret kitap? Kendimce nedenlerimi sıralıyorum şimdi;
1- Yakup Kadri şekil yapmış.
2- Sözde defterde yazanların okuyucuya sunulmaya başlamasından önceki son cümle için bunu yapmış olabilir; ''Dee, sizin gibi yabanın biriydi.'' Yani hala olan biten hiçbir şeyin farkına varamadı diyor köylüye. Eğer bunu yaptıysa muazzam bir hareket yapmış olur yalnız. O kadar laf edip hatayı üzerine alıp(alıntılar bölümünde de göreceğiniz üzere köylünün bu cahilliğinden Türk aydınını sorumlu tutuyor yazar) sonra böyle incede vurulu mu lan?
3-Bir karakterle aslında Türk aydınını anlatıyor yazar ki bu benim keşfim değil her yerde bu yazıyor zaten ama kitaba bir gerçekçilik, tutarlılık katıyor bu hareket. Neden? Kendimce cevaplayayım sorumu; eğer sözde defterde yazanı okuyucuya sunmak yerine, kahramanın gözünden anlatsaydı olan biteni ''kalktım, elimi yüzümü yıkadım'' modunda bir iki şey zırvalaması lazım gelirdi ki yazarın derdi burada karakteri anlatmak değil, Türk aydını ile Anadolu arasındaki uçurumu anlatmak olduğundan ve bunu bir roman kurgusuna yedirmesi gerektiğinden kendisini, asıl anlatmak istediği şeyleri anlatmaktan uzaklaştıracak her türlü zırvanın önüne geçiyor bence bu hareketiyle.
Bir de bu kolsuz subayın aşık olduğu bir hatun var kitapta. Yok lan hatun çok ağır oldu, kız var diyelim. İşte ikisi arasındaki ilişkinin durumu, benim aşk teorimin -ki bana göre çoktan kanun o neyse- geçerliliğini ispatlayan bir örnektir. Ne der M. Samsa' nın aşk teorisi: Aşk, karşılıklı bir faydacılık durumudur. Kızın kaşı gözü, gönlü, kalçası, beyni, sesi, düşüncesi vs. için istersin onu. Kız da senin kaşın, gözün, paran, araban, cümlelerin vs vs. için ister seni. Şimdi Ulu Odin' in bile varlığından bihaber olan köyde adam eldeki imkanlar dahilinde en güzel kıza vuruluyor. Sonuçta büyük şehir görmüş bir adam, vizyon sahibi, sevişmişliği var boru değil yani. Kız ise adamı istemiyor zira adam kolsuz en başta. Hem köyde takdir gören popüler bir adam değil, aksine dışlanan bir yaban. Fakat düşman askerleri bu köyü talan edince kız kendisini o ortamdan kurtarabilecek tek kişiye, bizim kolsuz subaya yakınlaşıyor bir anda. Ve ruh eşlerini buluyorlar. Oysaki şehirde olsalar bulamayacaklar. Girmişken bitireceğim konudan saptım devamını okumayın bence; Önceden kimle sevgili olurduk abi, internetten önce? Arkadaşın sevgilisinin arkadaşlarıyla. Neden? E portföy o kadardı. Şimdi internet filan derken dünyanın her yerinden ilik gibi hatunlarla konuşabiliyoruz. Kes interneti; komşu kızı, otobüsteki esmer, okuldaki sarışın ya da o lokasyondan biri hayatının aşkı olur. Ver interneti; gelsin facebook, gitsin twitter, ahan da check in yaptım, Rus sitelerinde daldım derken ruh eşin Ukrayna' dan çıktı. Aşk işte.
Kitaptaki muazzam noktalama işareti kullanımını övmek gerek aslında ama İletişim Yayınları söz konusu olunca bu övgü çok basit kalır onlar için.
İlk 50 sayfası sıkıcı ama ilerlerine doğru çok sarıyor. biraz eski osmanlıdan kalan kelimeler içeriyor ama genel olarak içerdiği konu ve olayları bakımından çok güzel bir kitap.