Yaratık Avcısı oldukça başarılı bir kitaptı. Hiç sıkılmadan okudum. Yazarı gayet yetenekli ve hayal dünyası için de ayrı bir tebriği hak ediyor. Yarattığı akla hayale sığmaz yaratıklar insanda gerçekmiş hissi uynadırıyor. Bir yandan da bu kadar detaya girebilmesi insanı ürkütüyor.
Kitabın başlangıcında ölmüş bir adamın günlüğünü keşfeden bir adamla karşılaşıyoruz. Yaşamını kaybettikten sonra bulunduğu huzurevinde geriye sadece bir günlük bırakan Will Henry'nin yazdıklarına hiçkimse inanmıyor. Ve böylece yazar günlüğü bir de bizim zevkimize sunuyor.
Günlüğe ve 1800'lü yıllara on iki yaşındaki Will Henry'le giriş yapıyoruz. Doktor Pellinore Waltrop'un asistanlığını yapan küçük çocuk ailesini bir yıl önce çıkan bir yangında kaybetmiş. Babasının da daha önce asistanlığını yaptığı Doktor tarafından kabul edilip hem evine hem de asistanlığına alınmış. Doktor Waltrop bildiğimiz doktorlardan değil elbet. O bir yaratıkbilimci. Diğer bir deyişle Yaratık Avcısı. İnsanların adlarını duymayı bir yana bırakın, varlıklarından haberdar dahi olmadığı korkunç yaratıkları araştırıp, bulup, gerekirse avlıyor. Onunki de babadan kalma bir meslek. Aileden kalan serveti ve babasının geride bıraktığı gizli saklılıklarla birlikte Doktor oldukça tuhaf bir insana dönüşmüş. Will Henry onu duygulardan yoksun olarak görüyor. Ve meslek aşkı her şeyin önünde geliyor. Malikanesinin mahzenini laboratuvar olarak kullanan Doktor, burada yaratıkları inceleyip, organlarını ve belki de yaratığın daha tuhaf parçalarını muhafaza ediyor.
Birgün kapılarına gelen yaşlı bir mezar soyguncusunun getirdiği şeyle birlikte kitabın ilk yaratığıyla karşı karşıya geliyoruz. Yaşlı adamın getirdiği iki cesetten ilki genç bir kıza, diğeri de bir Anthropophagus'a ait. Anthropophaguslar kafası olmayan dev bir insanı andıran, ağızları karınlarında, gözleri ise omuzlarında bulunan ve insan etiyle beslenen tiksindirici yaratıklar. Genç kızın cesedine sarılı halde bulunmuş bu yaratık Doktoru çalışmaları için oldukça heyecanlandırıyor. Yaratığın her bir detayını anlatması hatta otopsisine bile geniş yer vermesi açısından kapakta da yazdığı gibi "mideniz çok hassassa okumayın." Eğer benim gibi normal bir mideye sahipseniz de o kadar da iğrenç gelmeyecektir.
Dönelim konumuzuza; yaratıkların izini sürmeye başlayan Doktor ve Will Henry yaşlı mezar soyguncusu Erasmus Gray'le beraber mezarlığa gidiyor ve incelemelerine burada devam ediyorlar. Burada Gray'in yaratıklardan biri tarafından acımasızca öldürülmesiyle olaylar silsilesi hareket kazanıyor. Anthropophagusların doğal yaşam alanlarının aslında çok uzaklarda olması, Amerika'ya nasıl geldikleri konusunda hem bizim hem de Doktorun aklında soru işaretleri bırakıyor. Bir yandan da kasabada meydana gelen katliamla uğraşmaya çalışıyor yaratık avcısı ve asistanı. Kitap boyunca pek çok kez korkunç yaratıklarla karşı karşıya geliyor ve heyecanlı saheneler yaşıyorlar.
Hem aksiyon, hem macera, hem polisiye, hem fantastik birazcık da gerilimin harmanlandığı bu hoş roman benim kalbim ve aklımda güzel bir yere oturdu. Tuhaf, küstah, ürkütücü diğer bir yaratık avcısı John Kearns'de hikayeye eklenince daha da sevilir hale geliyor. Bu arada kitabın sonunda yazar ikinci kitabın sinyallerini de veriyor. Birkaç baskı ve yazım hatası dışında baskısı gayet iyi ve kapak tasarımı bence yeterince başarılı. Rick Yancey'in yeni nesil yaratıkları kalıplaşmış diğer yaratıkları unutturacak türden. Ve eminim ki ileriki kitaplarda daha çok çeşit bizi bekliyor olacak. Okuyun ve onlarla tanışın.
ben okurken zevk aldım neden bilmiyorum ama doktor ve will henry nin ilişkileri çok hoşuma gitti..
Benim midem böyle iğrençlikleri daha yeni yeni kaldırmaya başladı, kendimi hazır hissetmiyorum. Ama elbet bir gün okuyacağım bu herkesin müthiş dediği kitabı.
“Türümüz neden lanetli biliyor musun, Pellinore? Kendi yarattığımız kuralların her
şeyden üstün olduğunu düşündüğümüz için."
En baştan belirteyim hikayeyi çok beğendim. Gotik bir macera. İçinde korku, kan, yaratıklar, sorgulamalar, mizah ve heyecan bolca mevcut. Olduğu yerde saymayan, hızlı akan bir nehir gibi.
Aslında üç ciltlik serinin ilk kitabı. 2010 yılında basılmış. Yazar seriyi tamamlamış fakat güzel ülkemde serinin devamını çevirip basacak yayınevi çıkmamış. Kınıyorum. Devamını getirmeyecekseniz hiç başlamayın.
Hem bu kitap özelinde hem de genel olarak hazır yeri gelmişken bir kaç eleştiri de eklemek istiyorum.
Yaratık Avcısında çeviri güzeldi. Sıkça geçen gözü tırmalayacak " tiksinç " sıfatı haricinde. Tiksindirici, iğrenç anlamında kullanılmış. Yerine " iğrenç " olarak çevrilse daha mı iyi olurdu? Pek günlük hayatta kullandığımız bir kelime değil tiksinç.
Ayrıca bolca yazım yanlışı da mevcuttu. Okumaktan soğutacak kadar. " Sen mi geldim " gibi. Harfler çok yerde yanlış yazılmış. Bir editör de çıkıp basımdan önce çeviriyi okuyup bu tür hataları düzeltmez mi?
İnternet sitesinden aldığım 2010 yılında basılmış bu kitabın arka kapağındaki fiyatı 20tl idi. Yaklaşık 6 yıl önceki fiyat gerçekten uçuk. Kaz mıyız biz?
Her ne kadar o fiyattan elime ulaşmasa da bana gelen kitabın ön kapağına da 5tl'lik etiket yapıştırılmıştı. Kitap kelepire düşmüş bir anlamda.
Madem 5 liraya dahi bitsin diye satılıyor bunu zamanında uygun fiyatlı yapın ki insanlar hem kitap almaktan imtina etmesin hem de korsan yayınlara yönelmesin. Yok mudur bunun ortası?
Günümüz kitaplarının çıkış fiyatları da dudak uçuklatacak cinsten. 40-45 liralık etiket koyuyorlar. %25-30 indirimi görünce de aman kaçırmayalım alalım moduna giriyoruz. İndirimli hali bile otuz lira olur mu bir kitabın? Ayda bir kitap tüketen veya bir kitabı uzun soluklu okuyan okurlar için bahsettiğim fiyatlar el yakmayabilir. Boş vakitlerinde değil de okumak için vakit yaratanlar açısındansa durum iç açıcı olmuyor maalesef.
O vakit de seçici davranmak, bandrolsüz yayınlara ulaşmak, farklı kitap formatlarını edinmek mecburi yön oluyor.
Sonrası malum. Yeteri kadar satış olmayınca devam kitapları çevrilmiyor. Kısır bir döngü bu.