nessy,
İzmir Postası`nın Adamları başlıklı kitabın açıklamasını düzenledi
eski halini göster |
yeni halini göster |
değişimi göster
Levhayı kaldır, yuvaya yerleştir, kırmızıya bas, pis kokuyu çek içine, yansın gâvurun metali, pres yukarı, pis hayat dışarı... değişmez hiçbir yönü...İzmir Postasının Adamları bir "Yüz gün oldu babam öleli. Ölümün bana bu kadar yaklaşabileceğine inanmazdım. O hep küçük bahçemde dolaşır, duvarları yoklar, oradan çatıya akıp tahta nalınlarıyla üzerimizde gezerdi. Ama kapıyı zorlayıp içeriye kadar girebileceğini ve bunca yılın Nalbant Asım'ını soluksuz bırakacağını düşünmemiştim. Gece herkes uyurken koyduğum gözlerin tam yüz gündür aynı kavanozun içinde Nalbant Asım! Hâlâ mavilikleri durulaşmadı."
İzmir Postası'nın Adamları, öyküleriyle son yıllarda adından söz ettiren Ahmet Büke'nin ilk kitap. Hiç öykü kitabı. Yayımlandığında kendine özgü sesi ve biçimiyle hemen dikkatleri üzerine çeken bu öykülerde günlük yaşamın alçak sesli ama etkileyici esintisi var. Ahmet Büke, yalnızca yaşadığı kentin değil, Türk öykücülüğünün de ilk gibi durmayan bu kitaptaki hikâyeler, sert sesleriyle dikkat çekiyor. Hikâyelerin kahramanları hayatlarının yönünü değiştirmeye çalışıyorlar, değişmeyeceğini bildikleri halde. Sert hayatlar onların hayatları; görmezden geldiğimiz, gizlediğimiz, gizlendiğini bildiğimiz halde ses etmediğimiz pis hayatlar. Horlandıkları için hoyrat bu adamlar ve kadınlar. Onun için de çıkardıkları ses alabildiğine sert.Şakir yoksul çocuk. Uçan balon satar. Bizim mahalleleri arşınlar gün boyu. Mavi, kırmızı, beyaz, lacivert balonları elinde neşeli kuşlar gibi çırpınır... (...) Şakir imalathanedeki kıza tutkundur. Her gün deli gibi koşturur. Satamadığı balonları kendisi koyuverir. Uçup gitsinler ister. Göçmen kızın beyaz ağzı gibi asılsınlar gökyüzüne. (...) Şakir fakir oğlan. Elleri gibi yüreği de boşa çıktı o sabah. Yüz değil bin balon istedi. Gözleri nazar boncuğu damlası gibi kızın ruhunu tutan bin balon aldı. Ucunu boynuna bağladı. Bıraktı kendini. Uçtular. Göçmen kızın kirli soluğu, Şakirin bükük boynu, uçtular da bu adı unutulası şehrin göğünde kayboldular...Hikâyelerin dile ve kurguya sinen bu sert sesin yanı sıra bir diğer dikkat çekici yönü, İstanbulda geçmiyor olmaları. ara sokaklarını iyi tanıdığını, iyi okuduğunu ortaya koyuyor İzmir hikâyeleri bunlar... Dolayısıyla Boğazın yerini Körfez; Eminönü, Kadıköy vapurlarının yerini de Selçuklu, Körfez vapurları alıyor. Fakat Kordonboyunda gezen oğlanlar ya da güzel İzmirin deniz kokan güzel kızlarından çok arka sokakları, atölyeleri, posta trenleri ve delileri söz alıyor İzmirin.Karanlığın kuşları yorgun kanatlarını kavuşturdular. Nar gibi kızardı dünyanın bir ucu. Denize kızamık şekerleri düştü. Şahane Dünya Pavyonu ki Basmanenin en Şahanesidir, kapattı kapılarını. Darbukacı, Kordon Zeybeği tımbırtısını çala çala Tenekeli Mahallenin yolunu tutu. Postası'nın Adamları'nda.
Levhayı kaldır, yuvaya yerleştir, kırmızıya bas, pis kokuyu çek içine, yansın gâvurun metali, pres yukarı, pis hayat dışarı... değişmez hiçbir yönü...İzmir Postasının Adamları bir ilk kitap. Hiç de ilk gibi durmayan bu kitaptaki hikâyeler, sert sesleriyle dikkat çekiyor. Hikâyelerin kahramanları hayatlarının yönünü değiştirmeye çalışıyorlar, değişmeyeceğini bildikleri halde. Sert hayatlar onların hayatları; görmezden geldiğimiz, gizlediğimiz, gizlendiğini bildiğimiz halde ses etmediğimiz pis hayatlar. Horlandıkları için hoyrat bu adamlar ve kadınlar. Onun için de çıkardıkları ses alabildiğine sert.Şakir yoksul çocuk. Uçan balon satar. Bizim mahalleleri arşınlar gün boyu. Mavi, kırmızı, beyaz, lacivert balonları elinde neşeli kuşlar gibi çırpınır... (...) Şakir imalathanedeki kıza tutkundur. Her gün deli gibi koşturur. Satamadığı balonları kendisi koyuverir. Uçup gitsinler ister. Göçmen kızın beyaz ağzı gibi asılsınlar gökyüzüne. (...) Şakir fakir oğlan. Elleri gibi yüreği de boşa çıktı o sabah. Yüz değil bin balon istedi. Gözleri nazar boncuğu damlası gibi kızın ruhunu tutan bin balon aldı. Ucunu boynuna bağladı. Bıraktı kendini. Uçtular. Göçmen kızın kirli soluğu, Şakirin bükük boynu, uçtular da bu adı unutulası şehrin göğünde kayboldular...Hikâyelerin dile ve kurguya sinen bu sert sesin yanı sıra bir diğer dikkat çekici yönü, İstanbulda geçmiyor olmaları. İzmir hikâyeleri bunlar... Dolayısıyla Boğazın yerini Körfez; Eminönü, Kadıköy vapurlarının yerini de Selçuklu, Körfez vapurları alıyor. Fakat Kordonboyunda gezen oğlanlar ya da güzel İzmirin deniz kokan güzel kızlarından çok arka sokakları, atölyeleri, posta trenleri ve delileri söz alıyor İzmirin.Karanlığın kuşları yorgun kanatlarını kavuşturdular. Nar gibi kızardı dünyanın bir ucu. Denize kızamık şekerleri düştü. Şahane Dünya Pavyonu ki Basmanenin en Şahanesidir, kapattı kapılarını. Darbukacı, Kordon Zeybeği tımbırtısını çala çala Tenekeli Mahallenin yolunu tutu.
"Yüz gün oldu babam öleli. Ölümün bana bu kadar yaklaşabileceğine inanmazdım. O hep küçük bahçemde dolaşır, duvarları yoklar, oradan çatıya akıp tahta nalınlarıyla üzerimizde gezerdi. Ama kapıyı zorlayıp içeriye kadar girebileceğini ve bunca yılın Nalbant Asım'ını soluksuz bırakacağını düşünmemiştim. Gece herkes uyurken koyduğum gözlerin tam yüz gündür aynı kavanozun içinde Nalbant Asım! Hâlâ mavilikleri durulaşmadı."
İzmir Postası'nın Adamları, öyküleriyle son yıllarda adından söz ettiren Ahmet Büke'nin ilk öykü kitabı. Yayımlandığında kendine özgü sesi ve biçimiyle hemen dikkatleri üzerine çeken bu öykülerde günlük yaşamın alçak sesli ama etkileyici esintisi var. Ahmet Büke, yalnızca yaşadığı kentin değil, Türk öykücülüğünün de ara sokaklarını iyi tanıdığını, iyi okuduğunu ortaya koyuyor İzmir Postası'nın Adamları'nda.