Rowling gerçekten de çok usta bir yazar. Buna “Guguk Kuşu” ile tekrar şahit oldum. Farklı ve ilgi çekici karakterler yaratmada ve iç içe geçmiş olay örgüsü oluşturma da ki başarısı takdire değer. Bir kere karakterler çok gerçekçi. Özellikle dedektifimiz Cormoran Strike (karakterin sırf geçmişi ve çalkantılı özel hayatı bile başlı başına bir roman çıkartılacak kadar ilginç bence) ve “kazara” yanında asistanlığa başlamış yardımcısı Robin (aşık olunacak bir kadın karakter!) inanılmaz derecede gerçek. Sanki okurken yanınızda bitiverecekmiş gibiler. Kitapta ana hikayenin yanında bir çok şey anlatılıyor. Ünlülerin kokuşmuş sahte yaşantılarına tanık oluyoruz. Modacıların, film prodüktörlerinin, paparazzilerin, rapçilerin de dahil olduğu bir “toplum eleştirisi” yapıyor Rowling. Aynı şekilde insanların para için neler yapabileceğini ve nelerden vazgeçebileceğini çarpıcı bir şekilde görüyoruz. Hikaye boyunca lüks malikanelerde, gece klüplerinde, bakımsız dairelerde ve Londra’nın ilgi çekici bar ve sokaklarında dolaşıyor ve çeşit çeşit insanla tanışıyoruz. Kitap ta ki bahsettiğim karakter yaratımında ki "gerçekçilik" aynı şekilde mekanlarda da karşımıza çıkıyor. Sanki dedektifle beraber sizde o mekanda bulunup sorgulama yapıyorsunuz. Kitabın yarısından çoğu diyalog şeklinde ilerliyor ve dedektif Cormoran Strike gibi siz de küçük ipuçları yakalayarak katilin kim olduğunu bulmaya çalışıyorsunuz. Kendi adıma bu durumdan çok zevk aldığımı ve heyecanla okuduğumu söyleyebilirim. Sanki bir puzzle tamamlıyormuşsunuz gibi bir his yaratıyor. Kitap bittiğinde de kurgu da ki “kusursuzluğu” fark edip hayran kalıyorsunuz. Bence yazarın burada ki en büyük başarısı kitap her ne kadar fazlasıyla “gerçek” bir dünya da geçiyor olsa da Rowling’in harika anlatım dili ve büyüleyici tasvirleriyle oldukça “fantastik” görünmesi. Hatta kitap ta ki bir diyalog ta bir gönderme yaparak fantastik edebiyatta olduğu gibi polisiye roman yazmada da “gerçekten iyi” olabileceğini gösteriyor bize. Bahsettiğim diyalog şu; "Çok saçma" diye fısıldadı. "Dedektifliği bırakıp fantastik edebiyata geçmelisin Strike. Söylediklerini ispatlayacak tek bir delilin bile yok!..." "Yanılıyorsun var!..." Kitabın finali ise, bence tatmin edici bir şekilde noktalanıyor. Katilin hiç birinizin beklemediği bir kişi çıkacağına garanti ederim, sadece o kadarını söyleyeyim. Apışıp kalıyorsunuz hani! Sonuç olarak; benim için harika bir deneyim oldu. Hem iyi bir dedektif romanı, hem de tekrar müthiş bir Rowling hikayesi okumuş olduğum için memnunum.
Yazar ve çizer Lee Bermejo'nun hazırladığı bu çizgi roman yurt dışında ilk olarak 2011 yılında satışa sunulmuştu. JBC Yayıncılık sağolsun, biz de nihayet bu harika eseri türkçe okuma şansına erişebildik. Lee Bermejo, Charles Dickens'ın ünlü "A Christmas Carol" hikayesini Batman'e uyarlamış. Ortaya da harika bir noel hikayesi çıkmış. Kesinlikle gerek çizimleri, gerek hikayesiyle şimdiye kadar okuduğum en iyi Batman hikayelerinden biriydi. Dickens'ın hikayesinde ki Scrooge karakterini burada Batman olarak görüyoruz. Yaşlanmış, hasta, huysuz ve acımasız bir Batman...Ve adım adım Batman'in geçmişi hatırlamasına ve "değişmesine" tanık oluyoruz. Verdiği mesajlarıyla, masalsı anlatımıyla, olağanüstü Gotham atmosferiyle kursursuz bir çizgi roman olmuş benim için. Ayrıca enfes Hard Cover cilt baskısı ile kullanılan font ve çevirileri ile çok özenilerek hazırlanmış gerçekten, JBC Yayıncılık'ı bu bakımdan kutluyorum.
Kitaba başlamadan önce hiç böyle bir yorum yapacağım aklıma gelmezdi. Ne de olsa kitabı okuyanlar öve öve bitiremiyordu. Ülkemizde de, yurt dışında da bir tür internet fenomeni haline gelmişti kitap, haliyle beklentim büyüktü. Açıkçası hiç beğenmedim. “Allah’ım nolur bitsin artık!..” diye diye bitirdim kitabı. Bitmek bilmeyen bilimsel açıklamalar, sayısal terimler, teknik veriler, bla bla bla…Kitabın daha en başında bilgi bombardımanına maruz kalmaya başlıyoruz ve kitabın sonuna kadar bu durum hiç bitmiyor. Fenalıklar geçirecektim en sonunda. Çok daha farklı bir hikaye ve anlatım tarzı beklemiştim ben, Mars’ta tek başına kalan insanın çaresizliğini, yalnızlığını ve hayata tutunma isteğini etkileyici bir edebi metin ile okuyacağımı sanıyordum. Ama ciddi bir hayal kırıklığına uğradım. Kitabın çok basit bir dili var ve hiçbir şekilde bir derinliği ve etkileyiciliği yok. Bu konuda kesinlikle uzman değilim ama “bilimkurgu edebiyatı”nın bu olmadığını gayet rahat bir şekilde söyleyebilirim. Roman kahramanımız olan Mark Watney karakterine (gerçi ortada bence bir karakter bile yokya) ise hiç alışamadım ve beni hiçbir şekilde “Mars’ta tek başına kalmış bir adam” olduğuna inandıramadı. Issız bir çiftlikteymişçesine patates yetiştiriyor, gezintiye çıkıyor, duş alıyor vs. Ayrıca bütün sorunları lay lay lom şeklinde hiç zorlanmadan çözüveriyor. Esprileri ise "hadi sıkıldınız burada, bari biraz gülün" dercesine çok çocukça ve zorlama. Okurken hiçbir aksiyon, heyecan ve gerilim yaşamadım. Bu da bana göre kitabın başarısızlığını gösterir. Sonuç olarak, bu kadar ilginç ve farklı bir konu ancak bu kadar teknik bilgilere boğdurularak, sıradan ve sıkıcı bir metin haline getirilebilir, tebrikler sevgili Andy Weir. Çok büyük bir hayal kırıklığı!.