İnsanoğlunun hayatı ne kadar güzel ve muhteşem görünse dahi kendi hayatından sıkılabileceğine ve yalnızlık hissedebileceğine dair yazılmış bir kitap. İnsanın hiçbir zaman sahip oldukları ile yetinmeyeceği; sahip olduklarından da sıkılabileceği, depresyona girebileceği, tekdüze yaşantıların bir yerden sonra insanı macera arama isteğine itebileceğini, yanlışlar yapmamızı sağlayabileceğini anlatıyor. Ve ne kadar kaçarsak saçmalarsak da yine bizi sevenin yoluna geri döneceğimizi. Şu dünyada ne kadar kendimizi övsek de, egodan kudursak da aslında bize verilen değer bizi seven insanlar ile baki. Onların sevgisi sayesinde değerli hissederiz, bir şeylere değdiğimizi, iyi olduğumuzu hissederiz. Ara sıra hepimiz yoldan sapsak da bizleri geri döndüren yine hayatımızdaki kişilerin sevgisi ve bizlerden umudunu kaybetmemesidir. Sanırım bu sebeple aldatan insanlar çoğunlukla eşlerine geri döner ve bazı aldatılan eşler bu durumu görmezden gelip beklerler. Okurken sıkılmadım desem yalan olur. Ama akıcılığı yerli yerinde olduğu için çabuk bitti. Romandan çok psikolojik bir değer taşımaya çalışmış ama olmamış sanki. Açıkçası kitaba dair ne düşündüğümden emin değilim. Okumayı bitirdiğimde bende bir his bırakmadı çünkü. Bu sebeple uzun uzadıya yorum da yapamıyorum.
2,5 yıldız. Kitabı sabah bitirdiğimden beri ne yazsam diye düşünüyorum. Çünkü sevmemekle takdir etmek arasında bir yerdeyim şu an. Öncelikle yazarın twitter hesabında yazdığı orjinal ve eğlendirici şeylerden sonra kitabın da daha güldürücü olmasını beklemiştim. Bu sebeple de okumaya başladım zaten. Bir kitaptan diğerine zıp zıp atlayan biri olarak araya böyle çok düşündürmeyen, kafa rahatlatan kitaplar koyarım ki biraz beynim açılsın, rahatlasın. Ama kitabı açtığımda bulduğum şey "size tek kelime etmeden terkeden sevgiliyi geri döner diye umutla nasıl beklersiniz" saçmalığıydı. Bu gibi durumları kişisel olarak anlayamadığım için -çünkü senden gidenin ardından onca zaman beklemenin saçma olduğuna inanıyorum- gerçekten kafasını falan kırmak istedim, gidip iki sarsmak istedim. Gerçi işe yaramazdı. Ayşegül bir şey yapamamış ben ne yapayım. Bazen olayların gerçekliğini cidden kişinin kendisinin anlaması gerekiyor. Bir ara yapmayı hiç sevmememe rağmen kitabı yarıda bırakacaktım ama kısa olduğu için devam ettim. Neyse ki sonunda mantığı ve olayları görme şekli değişti ki "ohh be" dedim. Bazılarımız deneyimlemeden ders alabilselerde bazılarımızın ders alması veya olgunlaşması için olayları baş kahraman olarak yaşaması gerekiyor; bunu bir kez daha anladım sadece. Bir de kendimde kilolu bir insan olduğum için açıkçası eskiden yaşadıklarımı ti'ye alan bir anlatımla da olsa okumak pek hoşuma gitmedi. Kendimle bir sorunum yok çok şükür ama her kilolu insanın başına gelen ya da duyduğu şeylerdir yazarın anlattıkları. Yazarında böyle bir kitap yazması demek zaten kendini kabullendiği anlamına geliyor. Ya da bunları yazıya aktarmasının kendini kabullenme yollarından biri olduğunu. Bu sebeple kitabı sevsem mi sevmesem mi diye düşünürken arada bir yerde yazarı takdir ederek kitabı bitirdim. Sizlerde kısa olsun, beynim rahatlasın derseniz okunur tabii. Ama aksi halde özellikle tavsiye edemeyeceğim.
10* veriyorum çünkü; - Gayet akıcı bir şekilde yazılmıştı ve okuması çok kolaydı. - Karakterler hikaye gibi değilde gerçek gibi hissettiriyordu; yaşadıkları, gördükleri, hissettikleri. Çünkü kitapta abartı yoktu. - Evet, kitabın tam olarak tahmin edilemez olaylardan oluştuğunu söyleyemeyiz. Buna rağmen, ortaya attığı sürpriz bilgiler ile size adeta "oku beni" diye bağırıyordu. Çocukken dahi bana gerçek dışı görünen masal kitaplarını sevmediğimi düşünecek olursanız, masal uyarlaması bir kitabı sevmem çok zordu. Ancak hikayelerin birbirine geçişi ve karakterlerin yaşamına eklenen daha gerçekçi olabilecek yaşam şekilleri, olaylar ve hisler sanırım kitabı bu denli sevmemi sağladı. Kitap bir kez daha sizlere hayal gücünün sınır tanımadığını gösterecek olanlardan. Kitabı okurken oldukça güzel vakit geçirdim. Bu sebeple yazarın hayal gücüne teşekkürler. Bugün kitabı okurken farkettim ki; kitabın ana karakterleri güçlü ve tuttuğunu koparan kızlar. Elbette uyarlanan kitapların ana karakterleri de Cinderella gibi kızlar. Ama kitap özellikle sanki "kızların gücü adına" der gibi. Bu kitaptaki büyükannemiz Michelle Benoit, mesela. Ne kadar da cool biri değil miydi? Ayrıca Levana kötü olmasına rağmen bir çok insana hükmediyor. Burada bir parantez açmak istiyorum ki; nedendir bilmem, Levana'yı da Cinder ve Scarlet gibi iyi bir şekilde görüp bağrımıza basabileceğimizi düşünüyorum bazen. Bazı davranışların ve sanırım yalnızlığı bende bu gibi hisler uyandırıyor olsa gerek. Aksi halde kendisinin bir şeytandan meleğe dönüşmesini beklemiyorum. Iko için ne denebilir ki... Çok sevimli değil mi? Saf, temiz <3 Kitabımızın erkek karakterleri ise kızlarımız için tam bir koruma kalkanı oldular; İlk kitapta tüm becilliğim ve saflığımla Kai'nin de bir hayatı olmasını ve Levana ile evlenmemesini dilemiştim... Bu kitapta o kadar bencil ve saf davranamıyorum sanırım ve bende olsam bende Levana ile bu şekilde bir ateşkes yapardım. Evet, bu kesin çözüm değil ama en azından katliamı durdurdu. Umarım Cinder da çok geç kalmaz ve Kai de kurtulur. Kurt kesinlikle yeni favorim. Nasıl kibar, nasıl düşünceli, kocaman, kızgın ama sevgi dolu bir kişilik. Thorne ise normalde irite olabileceğim bir karakter iken tamamen sempatik bir hale getirilmiş. Onu da bağrıma bastım gitti. Bu serinin bir üçlemeden oluşacağını düşünmüştüm ama bugün öğrendim ki Kasımda 4. kitap yayınlanacak. Bu açıkçası benim için mutlu bir haber. İyi okumalar
Şeytan mı peri mi ne olduğu bilinmeyen bir şey sizin de vücudunuzu bir günlüğüne ödünç alsa? Ya da siz her gün farklı bir beden ve hayatta yaşamak zorunda olan bir göçebe olsanız? İkisini de düşünmesi çok zor değil mi? Ama A'nın hayatı bu şekilde, her gün farklı bedenlerde hiç bir aitlik duygusunu hissetmeden geçiyordu... Ta ki Rhiannon'a aşık olana kadar. İlk aşkı, ilk onu bilen ve onu ilk seven kişi. Kitap insanda "Aman Allahım çok muhteşemdi" duygusu yaratmıyor. En azından bende yaratmadı. Ama çok ayrı bir etkileyiciliği olduğunu kabul etmek lazım. Hikayenin içinde ki aşkın imkansızlığı yüzünden olsa gerek kaptırıp gidiyorsunuz... Hele bir de hergün farklı bir hayatı sizlerinde okurken keşfetmek zorunda kalmanız sanırım olayı daha da ilginçleştiriyor. İlk başta cidden oyun gibi geliyor ama sonra işin ciddiyetini ve neyin olabilir neyin olamazlığını anlayıp üzüldüğünüz bir an geliyor. Ayrıca her gün şekil değiştiren bedeni ikinci plana atıp ruhu sevmeyi öğrenmekte demek. Kitap çoğunlukla asıl sevdiğimizin vücutlar değil bir kişinin ruhu&düşünceleri olduğunu vurguluyor resmen. Her ne kadar bir beden size çekici/seksi gelse de, sonunda o bedenle olan ilişkinizi devam ettirip bir düzene oturtmanızı sağlayan şey ruhlar ve düşüncelerdir. Sanırım bu sebeple bedenlerin sadece ruh&düşünce taşıyıcısı olduğunu da söyleyebiliriz. Buna ek olarak şu dünya da sadece tek bir doğru olmadığını A'nın her gün tanık olduğu yaşamlar sayesinde bir kere daha görüyoruz. Herkesin yaşantısı ve doğruları, yanlışları kendine. Bize düşen bizimle aynı düşüncedekileri bulup hayatımıza onlar ile devam etmek. Diğer doğrulara sahip insanlara saygılı olarak elbette. Ama bunu ne kadar uyguluyoruz... O tartışılır. Kitabın bittiği halini alıp sonlanmasını beklemiyordum açıkçası. Öğrendiğimiz yeni gelişme ve A'nın ilk aşkı ile ilgili aldığı karar olayı değişik bir açıya soktu. Kitap bittiğinde duygusal açıdan oldukça doymuştum; sadece merakım devamı için kıvranıyordu. Yine de yazar kitabın size verdiği bu duyguları mahvederse diye bir yanımda devam etmesin kalsın burada istiyor. Bugün yurtdışındaki kitapçılarda ikinci kitap olan Another Day yerini aldı. Bu kitap olayları bir de Rhiannon'nun gözünden anlattığı için okumayacağım. Olaylar A'nın bakış açısından o kadar güzel ve saf ki bunu bozma riskini göze almayacağım. Olayı kaldığı yerden devam ettirecek bir üçüncü kitap çıkarsa hayır demem. İyi okumalar:)
Günümüzde görmekte zorlandığımız bir aşk ilişkisini anlattığı kesin. Bu kadar saf, bu kadar temiz şekilde yavaş yavaş, tanıdıkça oluşan bir hayranlıkla ve aşkla ilerleyen ilişki maalesef artık her yaş kesiminde zor bulunan bir şey. Artık öyle bir zamandayız ki; sevgililerimizi bile yakınımızdaki insanların seviş tarzı nasıl ise o şekilde sever olduk. Herkes birbirinin aynısı kalıplara girmiş, herkeste bir sevgiliyi övme iyi gösterme durumları ile birbirine hava atma derken iyice yozlaşmış garip bir haldeyiz. Gerçek hayat bu kadar mide bulandırıcıyken arada bu gibi kitaplar okuyup biraz nefes almak gerekebiliyor sanırım. Ayrıca insanları dış görünüşü değil size hissettirebildikleri, ortak noktalarınız ve davranışları; belki gülümsemesi ile nasıl sevebileceğinizi gösteren çok cici bir kitap. Oldukça da akıcı. Okunması tavsiyedir.
Muhteşemdi!! Hikaye ile alakalı söylenebilecek çok şey olsa da spoiler vermemek adına çok fazla uzun bir yorum yapmayacağım. Ama genel anlamda şu kadarını söyleyebilirim ki; maalesef ki günümüz modern zamanında pek de göremediğimiz/hissedemediğimiz aile, bağlılık, arkadaşlık, sevgi, birbirine saygı, başarı gibi kavramların çok içe işlenecek şekilde gayet süper bir akıcılıkla verilmiş olduğu; insanı kimi zaman gülümseten çoğu zaman kalbini ısıtan bir kitap. Yıllardır kitap okuyan ve kitaplar konusunda özellikle son zamanlarda iş hayatı vs yüzünden kısıtlı okuma sürem olmasından kaynaklı çok seçici olan biri olarak kesinlikle tavsiye edebileceğim ve okumaktan pişman olmayacağınız bir kitaptır. Okuyun, okutturun :)
En kısa haliyle aklınıza koyduğunuz herşeye sahip olabilirsiniz diyen, 5* alarak favorilerim arasına girmiş olan kitaptır. Neden mi? Diğer kişisel gelişim kitapları gibi sizleri sıkmıyor. Çünkü; 1) Kitap tanımları, sözlük açıklamaları veya kalıplar ile işi yoktur. İçinden geldiği gizi yazar, anlatır. 2) Gerçekçidir. Yazar, bir yerde kendi hayat hikayesini anlatır çünkü zaten kendi kobayı yine kendisidir. 3) Dili ağır değildir; yazar sanki karşınıza oturmuş kendinden de örnekler vererek sohbet ediyordur sizinle. Aykut Oğut'un yazdığı kitapların bana hep pozitiflik aşılaması gibi de bir özelliği var açıkçası. Geçen yıl sonunda Evrenden Torpilim Var adlı kitabını okumadan önce içsel bir çöküşteydim desem yeridir. Hani tüm berbat olaylar sizin başınıza gelir ya, işte ondan. Sürekli bir çalışma, sürekli bir yoğunluk vs vs. Kitabı okuduktan sonra kendi kendimi depresyona soktuğumu anladım. Öyle özellikle oturup egzersizleri yapmadım, hayır. Ama ona rağmen bende kendimle ilgili farklı farkındalıklar oluşturmuştu. Herşeyi yapabileceğimi biliyordum; istemem yeterliydi. Kimileri bunun gerçekten saçma olduğunu düşünüyor biliyorum ama şöyle bir oturup düşündüğümde bu hayatta en azından iş ve başarı anlamında istediklerimi aldım. Sadece benim istediğim zamanlarda olmadı. Evren'in kendi oyunuyla onun yoluyla oldu. Ama oldu. Tek şanssızlığımın romantik ilişkiler olduğunu biliyorum. Ama kitabın dediği bir şey var ki; bir şeyi çok istiyormuş gibi görünsenizde aynı zamanda arka planda o şeyin gelmesinden korkuyorsanız ya da isteğinize ters negatif bir sinyal yolluyorsanız Evren sizin ondan ne istediğinizi anlamadığı için o da ne yapacağını bilemiyor yazık. Verdiği örnekler çok içinizden, hep yaşadıklarınızdan, 'saçmalıyor canım' düşüncesinin son hecesine gelmeden 'aaaa doğru valla' demeye başlayacaklarınızdan. Benim gibi egzersizleri yapacağım diye kendinizi parçalamasanız bile bir okuyun derim. En azından sonunda pozitif bir enerji verdiği kesin. Şu an kendimi çok güçlü ve inandığımda herşeyi elde edebilir olarak görüyorum. Etrafımda beni rahatsız eden şeylerin, hatta insanların ve onlara karşı olan tavrımın/tutumumun ne olması gerektiğinin daha çok farkında, daha çok kendime güvenliyim. Hep farkındayım kelimesini kullanıyorum. Çünkü kişisel gelişim kitaplarının hiçbirinin sizlere bilmediklerinizi söylediğine inanmıyorum. Bu tarz kitaplar sadece gün içinde yaptıklarınızın, konuşmalarınızın, davranışlarınızın nasıl olduğunun/nasıl algılandığının farkına varmanıza, yani genel bir farkındalık oluşturmanızı sağlarlar. Aykut Oğut'un da bu konuda oldukça başarılı olduğuna inanıyorum.