Ana karakterin farklılığı daha ilk cümlelerde öne çıkıyor. Görülen mor tavşanlar, su içen minareler, duyguların kaybı, dokunanama, kıyafetlerdeki aşı düzen, kokuya hassasiyet, aşırı soğukkanlılığı bir araya getirince, sonu şaşırtıcı olmadı benim için. Her haliyle psikolojik sorunlu bir karakter portresi, açıkça okuyucuya sunulmuş. Bu noktada tam bir ikilemde kaldım, ana karakterin psikolojik profilinin çok öne çıkması ister istemez farklı bir katil arayışına sevk ediyorken, kişilik bölünmesi, şizofreni gibi hastalıkların izlerini arıyorsunuz. Mehmet'le Olga arasındaki aşk da Olga ve Ludmilla arasındaki ilişki de yetersiz kalmış, kitapta betimlenen "aşktan üstün", "karasevda" okuyucuya tam ulaşmıyor. Bir tat eksikliği var. Ya da ben uğruna savrulacak, acı çekilecek bir aşk tadı alamadım. Ana karakterin kaybolmuşluğu, kendini kitaplara adayışı, bir nevi kendini arayışı, bence kurgunun en iyi bölümüydü. Kitabın sonunun gerçek bir dava kararı şeklinde yazılması oldukça başarılıydı. Yine de gerek alıntılar, gerek hikayeler, gerekse Kavabata, Marquez ve Türkali'den esintilerle dolu konuşma ve düşünce kısımları, güzel bir edebi söyleşi tadı bırakıyor damağınızda. Tabii araya ürün alınan reklamlarını saymazsak. Dili sade, akıcı, sayfaları çevrirken ne kadar ilerlediğinizi fark etmiyorsunuz bile. Kısaca eksik bir kurgu, tam oturmamış bir hikaye ama olağanüstü bir dil.
Kitabı ilk adığımda kapak tasarımını itici bulmuştum, büyük bir ön yargı ile başladım. Mahir Ünsal Eriş'le tanışmam da bu kitap sayesinde oldu. Kitabı bitirip kapattığımda, içindeki öyküyü bu kadar yansıtan bir kitap adı ve kapak tasarımını uzun zamandır görmediğimi fark ettim. Olay döngüsü oldukça vasat olmasına rağmen, kurgusu oldukça başarılıydı. Her bölümde anlatılan karakterin kendi öyküsü, tam bir "yaşanmışlık" havası veriyor kitaba. Öykülerdeki yan karakterler, ilerleyen sayfaların ana karakteri olarak karşınıza çıkıyor, ve bu döngü kitap boyunca hiç değişmiyor. Karakter bolluğu farklı ve hikayeler, ilk başta kafa karışıklığına yol açsa da(karakter haritası çizerek okumak en kolayı), konu ilerledikçe yabancılaşan karakterleri içselleştiriyor. Türkiye'nin geçmişi hakkındaki detaylar lezzet katmış kitaba. Siyasi eylemlerden, depremlere, savaşa, bağ-bahçeden, define haritalarına farklı konular, farklı hayatlar, yanıbaşınızda yaşanıyormuşcasına yakın ve sıradan bir dille anlatılmış. Dili sade ve akıcı olmasına rağmen garip bir yoğunluk var kitapta. Bir an dalıp okuduğunuzu kaçırırsanız, zircir kırılıyor...
Strateji hataları ile dolu bir polisiye daha... Bir tarafta vicdansızca kadınları hedef alan ve onları öldürmenin en kötü yöntemiyle cezalandıran bir seri katil. Diğer tarafta işlenen bir cinayetin, seri cinayetler taklit edilerek örtbas edilmesi... Buraya kadar anlatılanla sıra dışı bir polisiye ile karşılatığınız fikri oluşuyorsa kafanızdan o düşünceyi hemen atın. Bu bölümden itibaren kitap hakkında bilgi verilecektir, spoiler! Öncelikle bölümlerin karakterler üzerinden anlatılmasını büyük bir stratejik hata olarak görüyorum, kitabın başından beri 5. kurbanın kimin tarafından öldürüldüğünü az çok ortaya çıkıyor, sadece gerekçelerini hangi mantığa oturtmuş onu merak ettiğimden devam ettim. Kurguda Ateşçi tarafından işlenen seri cinayetler 2. olay gibi bırakılmış, 4 cinayet ana karakterlerin 5. kurbana yoğunlaşması nedeniyle hep gölgede kalmış. Doğal olarak bu cinayetin çözümü de kurgusunu hayli basitleştirmiş. Özellikle bana cinayetlerden birinin işlendiği yerde ikinci kez cinayet teşebbüsü çok mantık dışı geldi. Gerek bölümün anlatımı, gerekse bölümdeki mantık hataları pes dedirtti. Seri katil avlamaya "Biber Gazı" ile giden üzerine cop, silah vs almayan bir polis. Kondisyonu düşüklüğü nedeniyle olaylara müdahalede geciken diğer bir polis? En başından beli profil incelemesinde yanılan ve tüm teşkilatı yanlış yönlendiren bir Doktor. Son cinayet ile diğerleri arasında bağlantı olmadığı açıkça okuyucuya yansıltılmışken, polis teşkilatından sadece 1-2 kişinin bu şekilde düşünmesi, doğal olarak tüm araştırmaların çizilen profile göre ilerlemesi, bu iki Polisin de yanlış kişiler üzerine oynaması. Vs... İnsana ister istemez, siz cinayet falan çözemezsiniz, oturun yerinize duygusunu aşılıyor kitap. Kitabın ortalarından sonlarına geçişte seri cinayetlerimiz çok kolay bir şekilde çözülüyor. Bu noktada heyecan da bitiyor. Kalan kısım bağımsız cinayet için delil toplama süreci. Kısaca kurgusu bu kadar pamuk ipliğine bağlı bir polisiyeyi ilk defa okudum. Aralarda Türkiye basımından mı kaynaklı bilmiyorum isimlendirme hataları da var. Gil'le konuşurken Ian oluveriyor, belli başlı yayınevlerinden okumadıkça imla hataları ve anlatım bozuklarına alışmak lazım sanırım. Anlatımı ise yer yer değişkendi, bazı noktalarda ilerlemediğiniz hissine kapılıyorsunuz.
Çarlık Rusya'sında gerçekçiliği nedeniyle itelenen, günümüzde ise tiyatro oyunlarına konu olmayı başarabilen, yazımından neredeyse ikiyüz yıl geçmiş olmasına rağmen; sade, akıcı ve içten anlatımıyla, hala keyifle okunan güzel bir öyküdür Palto. Sosyal sınıf baskısının, sınıflar arasındaki uçurumun, fakirliğin, yalnızlığın, tükenmişliğin, çaresizliğin adıdır Palto. Sınıfsal ayrılıkların insanların hayatını nasıl etkilendiğini, Rus bürokrasisinin çarpıklığını, Akakiy Akakiyeviç üzerinden oldukça başarıyla anlatmış yazar. Hayattaki tek gayesi yazıları kopyalamak olanan Akakiy'in hayallerden, hedeflerden ve en önemlisi sosyallikten uzak monoton hayatının Palto ile renklenmesi, Palto'yla kararması, inasana ister istemez kendi hayatını ve hedeflerini de sorgulatıyor.
Yeni bir yazarla tanışacağım zaman genelde sitelerdeki puanlamalarına odaklanırım, puanlamaları çok yüksekti, bu nedenle büyük bir beklentiyle okudum. İlk şok anlatım bozukluklarından geldi. Özellikle fiillerdeki çekim hataları şaşılacak kadar çoktu, Ben gitti, O geldim, Andy bağırdın... Anlatım bozukluklarını, tercüme hatalarını ve imla hatalarını sayamıyorum bile. Çeviride muhtemelen eşsesli kelimelerde yanlış anlam seçimleri kullanılmış yoksa o kelimelerin cümlenin gidişatı ile ilgisi yok. Detaylarda gereksiz uzatmalar çok fazla, kitabın 500 sayfadan fazla olmasının nedeni içeriği değil sadece bu. Kurgu da, cinayet konusu da enteresan, merakla çeviriyorsunuz sayfaları. Fakat her zaman ki gibi; Polis-Tanık yakınlaşması klişesi kullanıldığından ortalarda bir hayal kırıklığı yaşamadım da değil. Değişiklik yapmak isteyenler için tadımlık bir kitap olmuş, iyi polisiye okurları için ise vasatın altında kalacaktır.
Anlatım tarzı biraz yorucu olsa da okudukça ilginçleşen, derin anlamlar yüklü bir eser. Eğer o derinliğe incek bir psikolojide değilseniz, okumayı ileri bir tarihe ertelemenizi tavsiye ederim. 'Sokakta' işlenen bir cinayet, cinayeti çözmeye çalışan o "Sokakta" çocukluğunu geçirmiş bir komiser, katil zanlısı çocukluk arkadaşı... Buraya kadar kitap polisiye bir roman gibi seyretse de, manevi ve kültürel değişim, maneviyat ve metaryalizm çatışması, toplumsal değişim, sokak üzerinden işleniyor. Bir tarafta sokaktan ayrıldıktan sonra, bu değişime ayak uyduran komiser, diğer tarafta sokakta yaşamaya devam eden çocukluk arkadaşının, manevi ve dini değerlere bağlı yaşamı.... Yazarın "Onlar" olarak betimleyerek anlattığı, kimi zaman yenilikçilik ve batılılaşma, kimi zaman şeytan ve mistik güçler; toplumdaki değişimin en büyük etkenleri olarak karşımıza çıkıyor. Okuması zor ama ilginç bir eser...
Yüzümde garip bir tebessümle okudum kitabı, iyi kötü cemaatin yapısını bilen insanlarda sanırım tuhaf bir his bırakıyor. Kurgusu oldukça ilginç, üniversite yıllarında cemaate katılan Murat ve Ahmet etkileşimi gerçekçiydi. Roman, dört karakter etrafında şekillense de cemaaten insan manzaraları sunuyor. Ahmet'in ölümünden etkilenen Murat'ın kendini arayış yolculuğunda, geçmişe dönüşlerle hizmetle tanıştırmaya çalışıyor sizi. Geçmişte Murat'la Ahmet'in yaşadığı gelgitler günümüzde Yusufçuk'la şekil buluyor. Genel olarak eksikliklerine rağmen kitabı beğendim, ama karakterler biraz sığ kalmış, Ahmet'in derinliklerine çok inemedim mesela. Hikayeler, hikayeler arasındaki geçişlerde devamlılık sorunu karakterleri oturmama engel olan nedenlerden birisi... Konu bütünlüğü bulamadım. Diğeri ise cemaatin içinde kendimi fazla bulamamam, özellikle Murat ve Ahmet'in arayışının gerekçelerine, kafalarındaki sorunlara ve sorulara tam giremedim, her ne kadar cemaate eleştirel ve sosyal bir bakış ile yazılmaya çalışılsa da içeriği tam dolmamış. Etrafımızdaki her insanın Cemaat üyesi olabileceği hissini karşılaşmalarla iyi yansıtmış yazar. Bazı noktalarda gereksiz uzun anlatımlar var. Ne başarılı diyebilirim, ne de başarısız.