Kitabı okumaya başlamadan önce şöyle rahat, sessiz, sakin bir köşeye çekilip yanına büyük bir fincan çay, kahve alınmalı bence.. İlk 100 sayfada okuduğunu anlamak, sonrasında çevreden rahatsızlık duymamak adına..
Srebrenitsa katliamıyla ilgili okuduğum, bildiğim onlarca olaydan mıdır bilmem ağladığım yerler oldu.. Yakın tarihin yüz karası, karadan daha kara günler.. Binlerce şehidi ortaya çıkaran mavi kelebekler.. Bence anlatım diliniz sığlığından dolayı eleştiriler olsa da okunması gerek diye düşünüyorum..
Cinsellik üzerine tıpkı diğer olgularda oldugu gibi yazılar yazılabileceğine inanıyorum. Mesela L.Chatterley'in Sevgilisi ya da Sade' nin kitapları da erotiklikler barındırır ama aynı zamanda kült eserlerdir. Ama bu kitap için kitap söylemini kullanmanın bile büyük bir övgü olduğunu düşünüyorum. Ve satışa çıkar çıkmaz en çok satanlarda yer almıştı. Ve bu durumun sadece cinsel açlıkların ürünü olduğunu düşünüyorum. Para kazanmak için yazılmış ve amacına ulaşmış..
Spoiler İçerir.. Veda'nın devamı olan bu kitapta yeni bir rejim içerisinde yetişen, doğan bir nesille, bu yepyeni rejime, yepyeni ülkeye, gelişmelere ve Cumhuriyet dönemine geçişe adapte olmaya çalışan, bazen bocalayan ama yine de küllerinden doğan bu ülkeye sarılan insanların sahip oldukları ruh hallerine bence çok iyi değiniliyor.. Kadınların toplumda aktif rol almasından, yapılan devrimlere ve ülkeyi kalkındırma çalışmalarına, barajlar, demir yollarının yanı sıra başlatılan kültürel kalkınmaya kadar olayların içine öyle çekti ki sanki yaşayıp hafızamdan silinen hatıralarımı yeniden hatırlamış ve yaşamış hissine kapıldım.. Kaderin önce iki insanı aşkla birleştirmesi sonra iki aileyi birleştirdi.. Ve bu aşktan bizlere kadar uzanacak olan bir yazar dünyaya geldi.. Ayşe Kulin.. Ayşe Kulin bence aşkı, ayrılıkları, özlemi, vazgeçmeyişleri, direnmeleri mükemmel bir şekilde anlatmış ve yansıtmış.. Evet hayat akan bir suydu ayrılıklar, ölümler, hayal kırıklıkları ve başımıza gelen her türlü olumsuzlukta hayat devam ediyordu.. Umutta öyle..
Kitabın adı, şair John Donne’ın bir katedralde başrahip olduğu dönemdeki vaazlarından birinden alıntıymış.. İspanya'da bir iç savaş.. Cumhuriyetçiler faşistlere karşı.. Savaş ne şartlarda ve hangi amaçla olursa olsun insanları maddi ve manevi olarak yıkan bir eylem değil de nedir? Savaş boyutunu bir kenara bırakırsak, yazar insani bütün duygulara yer vermiş ve bunları bizlere çok güzel geçirmiş diyebilirim.. (Tabi bu benim fikrim) Belki de hiç beklenmeyen bir yerde, savaş planları arasında filizlenen bir aşk.. Bencillik, insanın kendi iç çatışmasına yaklaşımı, Birbirlerine tam olarak güvenemeseler de inandıkları doğrular çerçevesinde işbirliği yapmak zorunda olan insanlar.. Ülke için, gelecek için, umutlar için.. Kendime uzun boş vakitler ayırabileceğim zamanda, en kısa zamanda tekrar okuyacağım.. Teşekkürler Hemingway..
İnsanın bastırılmış iç güdülerini ve aslını ortaya çıkarmaya, belki bir gün, belki de kitapta olduğu gibi, bir cümle yetebilir.. İnsanın bütün dünya zevklerinden kendisini soyutlayarak yaşaması ona gerçek mutluluğun kapılarını açmaya yeter mi? Bu aşırılıkta bastırdığın duyguların ortaya çıkmasına engel olunabilir mi? Ya da insani, vicdani ve ahlaki değerleri koruyarak seni mutlu edeceğine inandığın şeylerin peşinden mi gitmeli? İki ana karakterden Thais bütün dünya zevklerini tatmış ve mutluluğun maddeten değil ruhen olduğunu fark etmesiyle kendisini Tanrı'ya adayarak yaşamaya başlıyor.. Paphnuce ise kendisini dine ve Tanrı'ya adamış onun buyrukları olduğuna inandığı gizemlerin peşinde gitmiş ve Thais'in öleceğini öğrenmesiyle o ana kadar bastırılmış bütün duygularını açığa çıkarıp Tanrı'ya küfreden birisi halini alıyor.. Aşırılık, kibir ve şüphe yıllarca inandığı ve buyruklarına uymaya çalıştığı Tanrı'ya isyan etmesine neden oluyor.. Dini ve felsefi konulara güzel bir şekilde değinilmiş.. Hatta bazı yerlerde ki konuşmalar sırasında durup kendi fikirlerimi yoklayıp okumaya öyle devam ettim.. Şahsi düşünce ve fikirlerimde beni sorgulamaya itip felsefi olarak çok zorladığını söyleyemem ama yine de keyifli kitaptı..
Spoiler İçermez.. Öncelikle kitabın yazıldığı dönem göz önüne alınarak okunması gerektiğini düşünüyorum. 1932 yılında yayınlanan bu kitabın günümüzdeki gerçekliğiyle karşılaşmak yazara karşı büyük bir saygı uyandırıyor. İnsanların sadece mutlu kalabileceği bir ütopya mı, yoksa bir bakıma bizi insan yapan değerlerden soyutlayan bir distopya mı? Bu sorunun açıkça, kitabın ana tartışma konusu olduğunu düşünüyorum. Bence Toplumsal olarak değerlendirildiğinde bir ütopya, kişisel, birey olarak değerlendirdiğimizde kocaman bir distopyaydı. Günümüz dünyasınında (belki de en kötü yanı bu) hem toplumsal, hemde birey olarak distopyalaşmaya başladığını, Huxley'in bunu yıllar öncesinden insanlara göstermesi ve günümüzle paralel bir bağ taşıması kitabı daha ilgi çekici kıldı. "Huxley bu tartışmanın neresindeydi? Olaya şahsi olarak hangi taraftan bakıyordu?" sorusu takılmıştı aklıma, Amerika seyahatinin ilham kaynağı olduğunu düşününce bence biraz arada kalmış gibi ama eminim oda bunu bir distopya olarak tanımlıyordur. Tabii kitabı okuyanlar arasında farklı görüşleri rahatlıkla barındırabilecek ve üzerine belki saatlerce tartışılabilecek kitaplardan bir tanesi olarak görüyorum. Günümüz kapitalist sisteminden tutunda, toplumsal yapıya ve daha bir kaç konuya daha net bir şekilde değiniyor. Bence okunması gereken kitaplar listesinde biraz daha üst sıralara çıkarılmalı. Kitabı okuduğumda "Neden bu kadar geç kaldın bu kitabı okumak için." diye hayıflanmadan edemedim..