demian,
gregory david roberts isimli yazarın açıklamasını düzenledi
eski halini göster |
yeni halini göster |
değişimi göster
Gregory David Roberts, 1980 yılında 19 yıllık cezasını çekerken hapishaneden kaçmış bir suçlu; hayatını temel alarak yazdığı bu roman onu ünlü etmeden önce de Avustralya’da oldukça tanınan aranan biriydi (en çok arananlar listesine girmişti, ona ‘kibar suçlu’ diyorlardı çünkü soygunlarda üç parçalı takım giyiyordu); Hindistan’a kaçmış, yakalanana kadar 10 yıl orada saklanmıştı. Aynı, Shantaram adlı romanının kahramanı Linbaba’nın yaptığı gibi; “O, ideallerini uyuşturucuya kurban etmiş bir devrimci, yaptığı soygunlarla kendine saygısını kaybetmiş bir filozof ve hapishanede ruhunu kaybetmiş bir şair.” Üç kıtada işkence görmüş, dövülmüş, aç bırakılmış, zincire vurulmuş. Ya kaçarak ya satın alarak ve gerekirse savaşarak, özetle ne pahasına olursa olsun özgürlüğüne kavuşmuş. Roman, en yalın haliyle bunu anlatıyor. Daha karışık hali?
Yeni bir isim ve yeni bir hayat yeni bir insan yaratmaya yetmiyor eski suçludan. Shantaram ne kadar barışçı bir isim olsa da Lin, savaşmakta daha becerikli olduğunu sürekli hem kendine hem çevresindekilere ispatlıyor. Hindistan’daki bu yeni hayat da yalan, dolan ve şiddet içeren bir hayat. Gurumsu bir mafya babasında aradığı babayı, İsviçreli gizemli bir kadında aradığı sevgiliyi bulan roman kahramanı, zihninde netleştirdiği her bilginin edindiği her deneyimin bedelini fazlasıyla ödüyor. Turistleri dolandırışını, hırsızlık yapışını, ufak suçlardan büyük suçlara geçişini, silah kaçakçılığını, adı çıkmış Arthur Road hapishanesindeki günlerini, üstün körü Bollywood macerasını ve Afgan mücahitlerle ilişkisini okuyoruz. Bunca maceraya rağmen Shantaram bir macera romanı değil. Kendini ve hayatı sorgulayan bir adamın hikâyesi. Ne kadarının gerçek ne kadarının kurgu olduğuysa bugün hâlâ tartışılan bir konu.
Okuyanın neyi görmeyi bekliyorsa onu bulacağı bir kitap. İster zeki ve şanslı bir adamın kanunlara ve kurallara çelme takışı olarak görün, ister şiddet içinde boğulan birinin, yanıtı -o büyük yanıt her neyse- ısrarla şiddetin dışında arayışı olarak. Shantaram’ın aydınlanmaktan bahsettiğini söyleyenler olmuştu, ben bunu görmedim anlatılanlarda. Kan ve çamur gördüm. Ter gördüm, kurnazlık gördüm. Mafya işlerinde hırs gördüm. Sonra tutup bu kitaptan Sidartha’ymış gibi bahsedenleri dinledim. Belki de farklı kitaplar okumuştuk. Dolayısıyla sizin de ne göreceğinizi bilemem. En kötü ihtimalle nefes kesen bir macera veya inanılması güç bir biyografi okumuş olursunuz. En iyi ihtimal -zenle ilgilenenlere mahsus- bu kitapla ruhani bir aydınlanma yaşarsınız. Ama şunu söyleyebilirim: Şu hayatta dokuz yüz sayfalık kâğıt israfını haklı çıkaracak çok az kitap var ve ilk olarak hapishanede yazılan, yakılan, ardından 10 yıllık kaçaklık döneminde kan ve terle tekrar yazılan Shantaram onlardan biri.
Gregory David Roberts, 1980 yılında 19 yıllık cezasını çekerken hapishaneden kaçmış bir suçlu; hayatını temel alarak yazdığı bu roman onu ünlü etmeden önce de Avustralya’da oldukça tanınan aranan biriydi (en çok arananlar listesine girmişti, ona ‘kibar suçlu’ diyorlardı çünkü soygunlarda üç parçalı takım giyiyordu); Hindistan’a kaçmış, yakalanana kadar 10 yıl orada saklanmıştı. Aynı, Shantaram adlı romanının kahramanı Linbaba’nın yaptığı gibi; “O, ideallerini uyuşturucuya kurban etmiş bir devrimci, yaptığı soygunlarla kendine saygısını kaybetmiş bir filozof ve hapishanede ruhunu kaybetmiş bir şair.” Üç kıtada işkence görmüş, dövülmüş, aç bırakılmış, zincire vurulmuş. Ya kaçarak ya satın alarak ve gerekirse savaşarak, özetle ne pahasına olursa olsun özgürlüğüne kavuşmuş. Roman, en yalın haliyle bunu anlatıyor. Daha karışık hali?
Yeni bir isim ve yeni bir hayat yeni bir insan yaratmaya yetmiyor eski suçludan. Shantaram ne kadar barışçı bir isim olsa da Lin, savaşmakta daha becerikli olduğunu sürekli hem kendine hem çevresindekilere ispatlıyor. Hindistan’daki bu yeni hayat da yalan, dolan ve şiddet içeren bir hayat. Gurumsu bir mafya babasında aradığı babayı, İsviçreli gizemli bir kadında aradığı sevgiliyi bulan roman kahramanı, zihninde netleştirdiği her bilginin edindiği her deneyimin bedelini fazlasıyla ödüyor. Turistleri dolandırışını, hırsızlık yapışını, ufak suçlardan büyük suçlara geçişini, silah kaçakçılığını, adı çıkmış Arthur Road hapishanesindeki günlerini, üstün körü Bollywood macerasını ve Afgan mücahitlerle ilişkisini okuyoruz. Bunca maceraya rağmen Shantaram bir macera romanı değil. Kendini ve hayatı sorgulayan bir adamın hikâyesi. Ne kadarının gerçek ne kadarının kurgu olduğuysa bugün hâlâ tartışılan bir konu.
Okuyanın neyi görmeyi bekliyorsa onu bulacağı bir kitap. İster zeki ve şanslı bir adamın kanunlara ve kurallara çelme takışı olarak görün, ister şiddet içinde boğulan birinin, yanıtı -o büyük yanıt her neyse- ısrarla şiddetin dışında arayışı olarak. Shantaram’ın aydınlanmaktan bahsettiğini söyleyenler olmuştu, ben bunu görmedim anlatılanlarda. Kan ve çamur gördüm. Ter gördüm, kurnazlık gördüm. Mafya işlerinde hırs gördüm. Sonra tutup bu kitaptan Sidartha’ymış gibi bahsedenleri dinledim. Belki de farklı kitaplar okumuştuk. Dolayısıyla sizin de ne göreceğinizi bilemem. En kötü ihtimalle nefes kesen bir macera veya inanılması güç bir biyografi okumuş olursunuz. En iyi ihtimal -zenle ilgilenenlere mahsus- bu kitapla ruhani bir aydınlanma yaşarsınız. Ama şunu söyleyebilirim: Şu hayatta dokuz yüz sayfalık kâğıt israfını haklı çıkaracak çok az kitap var ve ilk olarak hapishanede yazılan, yakılan, ardından 10 yıllık kaçaklık döneminde kan ve terle tekrar yazılan Shantaram onlardan biri.