Theodor W. Adorno (Theodor Ludwig Wiesengrund-Adorno), 11 Eylül 1903 yılında Frankfurt am Main'de doğmuş ve 6 Ağustos 1969'da İsviçre Visp, Visp, Valais, İsviçre'de bir klinikte hayata gözlerini yummuş Alman felsefeci, toplumbilimci, bestekâr ve müzikbilimci.
Adorno, sosyoloji ve felsefe profesörüydü. Aynı zamanda kompozitörlük de yapan bir müzikolog ve eleştirmendi. Düşüncelerinin ağırlık noktası toplumsal kritiğin bütününü oluşturduğundan bir toplum bilimci olarak da anılır. Nesnel olanın özdeşleşmesindeki "düşüncenin ilk ortaya çıkış formu" onun ideoloji kritiğinin diyalektini temsil ederken aracı olmaya çalışarak paylaştığı görünen dolaysızlığın ki bütün aşamalarında yine kendine dağılan değişkenliği, doğru düzleminde aracısız olarak varlığını kabullenmeliydi. Sanki kendi içinde, mantık sınırlarını aşmadan gelinen felsefik bir kritik noktada istençle yoğrulmuş, geriye bakmadan objektif verilerle beslenerek sakinleştirici özellik taşıyan bir denemeyi, düşüncenin asıl çıktığı yerin dışına taşırmak gibi.
Bir filozof ve toplum bilimci olarak Adorno'nun, Institut für Sozialforschung (Sosyal Araştırmalar Enstitüsü Frankfurt Okulu) 1950'lerdeki totaliter antisemitizm ve üniversite öğrenci hareketinin kültürel kimliği ve kritiği bağlamında bütün nesnelliğinde objektifleştrmeye çalıştığı "Vatandaşlığın körleşen birlikteliği"ndeki değerlendirmesi günümüzde önemini...
daha fazla
Theodor W. Adorno (Theodor Ludwig Wiesengrund-Adorno), 11 Eylül 1903 yılında Frankfurt am Main'de doğmuş ve 6 Ağustos 1969'da İsviçre Visp, Visp, Valais, İsviçre'de bir klinikte hayata gözlerini yummuş Alman felsefeci, toplumbilimci, bestekâr ve müzikbilimci.
Adorno, sosyoloji ve felsefe profesörüydü. Aynı zamanda kompozitörlük de yapan bir müzikolog ve eleştirmendi. Düşüncelerinin ağırlık noktası toplumsal kritiğin bütününü oluşturduğundan bir toplum bilimci olarak da anılır. Nesnel olanın özdeşleşmesindeki "düşüncenin ilk ortaya çıkış formu" onun ideoloji kritiğinin diyalektini temsil ederken aracı olmaya çalışarak paylaştığı görünen dolaysızlığın ki bütün aşamalarında yine kendine dağılan değişkenliği, doğru düzleminde aracısız olarak varlığını kabullenmeliydi. Sanki kendi içinde, mantık sınırlarını aşmadan gelinen felsefik bir kritik noktada istençle yoğrulmuş, geriye bakmadan objektif verilerle beslenerek sakinleştirici özellik taşıyan bir denemeyi, düşüncenin asıl çıktığı yerin dışına taşırmak gibi.
Bir filozof ve toplum bilimci olarak Adorno'nun, Institut für Sozialforschung (Sosyal Araştırmalar Enstitüsü Frankfurt Okulu) 1950'lerdeki totaliter antisemitizm ve üniversite öğrenci hareketinin kültürel kimliği ve kritiği bağlamında bütün nesnelliğinde objektifleştrmeye çalıştığı "Vatandaşlığın körleşen birlikteliği"ndeki değerlendirmesi günümüzde önemini hâlâ yitirmemiş olması açısından önemlidir.
Diyalektik der Aufklärung: Philosophische Fragmente (Aydınlanmanın Diyalektiği: Felsefi Fragmanlar), 1947, Max Horkheimer ile beraber yapılmış, kültür endüstrisi üzerine başlık taşır, Minima Moralia Reflexionen aus dem beschädigten Leben 1951 (Asgari Etik, hasar görmüş yaşamdan yansımalar), Ästhetische Theorie (Estetik Teorisi) 1970 posthum, Modern Müziğin Felsefesi 1949, Otoriter Kişilik, (Adorno yönetiminde bir çalışma grubu tarafından 1950'de hazırlanmıştır), Negative Dialektik (Negatif Diyalektik) 1966'da yayınlanmış başlıca eserleridir.
Eski Frankfurt yılları (1903-1924)
Ailenin tek çocuğu olarak Adorno, şarap ticaretiyle uğraşan babası (Oscar Alexander Wiesengrund, 1870-1946) ve bir subay kızı olan annesi (Maria Barbara Calvelli-Adorno, 1865-1952) tarafından "Teddie" diye anılıyordu. Annesi Korsikalı bir İtalyan ailenin soyundan geliyordu ve Viyana Krallığı çatısı altında müzik uğraşısı vermiş bir şarkıcıdıydı. Babası daha sonra Protestan olan bir Yahudi soyundandı ve nihayetinde de Katolik olan Maria Barbara ile evlenmişti. Theodor Wiesengrund Adorno, Arthur Schopenhauer'in uzun yıllar yaşadığı aynı güzel manzaraya sahip olan caddede büyüdü, 9 numaralı evde dünyaya gelmişti, babası da 7 numaralı yerde şarap ticaretiyle uğraşıyordu. Adorno, Katolik olarak vaftiz edilmişti. Ama din dersi eğitmeninin entellektüel etkileşimiyle Protestan oldu. Babasının Yahudi soyundan gelmesinden kaynaklı daha sonra Gershom Scholem ile olan dostluğu sonraki yıllarda düşünsel rahatsızlıklarını ortaya çıkaracaktı. Annesi ve babasından aldığı çifte soyadını 1933'de "Wiesengrund-Adorno" şeklinde benimseyen Theodor Wiesengrund Adorno; aynı evde yaşayan piyanist, şarkıcı teyzesi Agathe Calvelli-Adorno'dan aldığı müzik dersleriyle piyano çalmayı öğrendi. Müzik, onların kültürel vatandaşlık kozmopolitiğinin senfonisine eşlik etti. Böylece annesi onu Richard Wagner'in Avrupa'da ses getiren Siegfried Operası'na dahil etmeyi başardı. Ve senfonik oda müziği literatüründe güvenilir bir şahsiyet olmasına olanak sağladı. Bu başarının arkasında yatan asıl neden elbette ki Theodor Wiesengrund Adorno'nun erken tespit edilen müzikal yeteneği idi.[2]
Günümüzde Freiherr-vom-Stein Gymnasium olarak anılan Kaiser-Wilhelm-Gymnasium (Kaiser-Wilhelm Lisesi - Frankfurt) okulunu 17 yaşında iki sınıf atlayıp en başarılı öğrenci sıfatını alarak bitirmiştir.
Okulla birlikte Bernhard Sekles'ten kompozisyon üzerine dersler alan Adorno, 1923 yılında 14 yıllık arkadaşı Siegfried Kracauer ile beraber nihayet Kant'ın "Salt Anlayışın Kritiği"ni geride bırakarak artık kendi olmakla şunu söylüyordu: "En sessiz olanında bile değil, abartmıyorum, her şeyi okutmanlarıma borçlu olduğumu söylesem Kant'ın yazdıklarında eksik kalacaktır."
Adorno'nun, bir toplum bilimci olarak geçmişindekilerinden farklı, yüksek bir yeteneğe sahip olduğu gerçekti. Kant'ın deneyimselliği ki müthiş bir hafızaya sahipti, Adorno'nun bütün bu mevcudiyette kitapları okumasına servet teşkil ediyordu. Çok hızlı bir şekilde Yunanca, Fransızca, göçmen İngilizcesi gibi yabancı dilleri öğreniyor, çatışkıları bu yeteneği sayesinde yeniyor, gerçekten yetenekleri olanlara da cesaret veriyor, biraz yeteneği olanlarınsa sabırsız olmalarına neden oluyor, başkalarının kıskançlığına maruz kalıyor ve yaptığı işin zorluğunu da kendisini anlamak isteyenlerin kapasitelerinin yetersiz kalmasında görebiliyordu.
Bu yüksek yetenekleriyle okulda göz dolduran Adorno, okul öğrencilerinin kıskançlığı yüzünden antisemizm meselesine varır. Lisede olduğu zamanda bir grup öğrenci tarafından yapılan kışkırtıcı: "...baban Abraham'a benden selam söyle Theodor!.." şeklindeki söylemler giderek bir ölüm tehdidine değin uzar. Yaş itibarıyla belki de ne söylediklerini bile tam olarak kavrayamayan bu öğrenciler, Adorno'nun okula artık yalnız başına gidip gelmesine engel teşkil ediyordu ve ondan sonra da annesi veya teyzesi Adorno'ya okul yolunda eşlik etmeye başladılar. Adorno, bu yaşadıkları olumsuz hatıraları Minima Moralia adlı eserinde işlemiştir.
1921'de Frankfurt Üniversitesi'nde felsefe, müzikoloji, psikoloji ve sosyoloji öğrenimine başladı ve kendisinden beklenildiği gibi 1924 yılında Edmund Husserl üzerine çalıştığı tezini en üstün derecede verdi. İçeriğinde eğitmeni Hans Cornelius'un eğitmenlik ruhunu da işleyen bu tez, aynı zamanda öğrenim kurumlarının felsefesini de kapsıyordu. Ve bu daha sonraki yıllarda Adorno'nun asli düşüncelerinden uzaklaşacaktı. İtinasıyla hayatındaki en önemli düşünsel yoldaşları Max Horkheimer ve Walter Benjamin olacaktı.
(1925-1926) Viyana
Adorno, henüz Frankfurt'da üniversite öğrencisi olduğu zamanda bir müzik eleştirmeni olarak birçok konuda yazıyı kaleme almıştır. 1924'de Alban Berg'in Wozzeck adlı operasını tanırken 1925'de Viyana'da bunun bir kompozisyon hâliyle tesirini irdeleyen tartışma atölyesini kuruyordu. Bir yandan da Eduard Steuermann ile piyanodaki kendi eksikliğini gidermeye uğraşıyordu. Steuermann üzerinden Arnold Schönberg ve Anton von Webern isimli ustalarla ile de diyaloğa girmeyi başarmıştı. Schönberg'in yenilikçi ahengi ve "on iki ton dizgesi" Adorno'nun müzik felsefesindeki belirleyici, asli unsurlar olmuştu. Aslında Schönberg, sosyal-felsefik anlamda müziğiyle kendine fazla yer edinememişti. Alman komponist Otto Klemperer'in Krolloper kültür kompleksindeki (Berlin) Opern-Pläne'siyle (Opera Planları) Adorno kendi tasarımsalını realize ediyordu.
Nihayetinde önceleri dönemin önemli sanatçıları ve orkestralarınca icra edilen ve beğenilen ancak daha sonrasında giderek azalan şekilde yankı bulan müzik eserleri Adorno'da kısmen de olsa hâyâl kırıklığı yaratmıştır. Bu, onun akademik dünyaya, felsefe ve sosyoloji alanlarında yazmaya geri dönmesini bir anlamda tetiklemiştir. Fransız milli marşı için de çalışmalar yapan Adorno'nun eserleri sonraki yıllarda piyanist Maria Luisa Lopez-Vito tarafından 1981'den itibaren Palermo, Bozen, Berlin, Hamburg ve diğer bazı başka şehirlerde icra ediliyordu.
1945'ten önceki müzikle uğraşılarına rağmen Viyana'daki yaşantısı sırasında kayda aldığı kompozisyonlar, onun en derinlemesine çalıştığı zamana denk gelir. 1933'lerde ender olarak ama 1950'li yıllarda ise sıkça dinlenen bir komponist olarak tarihe geçer.
Viyana yıllarında okumalarını Alban Berg ile ortaklaşa ziyaret ettiği Karl Kraus'dan etkilenmişti. Ayrıca "Theorie des Romans" (Romanın Teorisi) eseri üzerinden zaten öğrencilerinin gözüyle hayran bakılan Georg Lukács ve yazar-müzisyen Hermann Grab ile bu kısa zamanda iyi bir dostluk edinmişti.
=== Frankfurt (1926-1934) === Viyana'dan döndüğünde yeni bir başarısızlığın moral bozukluğunu yaşayacaktı. Şöyleki Adorno, doktorasına katkı sunmakta olan Hans Cornelius ve onun asistanı Max Horkheimer'in de üzerinde takılıp tatmin olamadıkları "İdealist Felsefedeki Bilinçsiz Ruh Öğretisinin Anlamı Üzerine" adlı bilimsel çalışmasını (Immanuel Kant'ın "Saf aklın Eleştirisi"ne göndermeler yapar), gelen bu tepki ve eleştiriler üzerine 1928'in ilk aylarında geri çekmiştir.
Walter Benjamin'den etkilenerek devrimci nihilizm ve materyalizmin kuramları üzerinde yoğunlaşarak vitalizmin ve gerçeküstü öğretinin kendince kritiğini oluşturmaya başlar. Üç yıl sonra da ağırlıkla varoluşçuluk teoremindeki somutlaştırma arzusunun eleştirisini içeren Søren Kierkegaard - Konstruktion des Ästhetischen (Estetiğin Kuramı) adlı çalışmasıyla protestan teolog Paul Tillich yanında doktorasını yaparken bu çalışmasını kitap hâlinde arkadaşı sosyolog Siegfried Kracauer'e atfediyordu.
Daha sonraki yıllarda giderek önem kazanacak olan bir başka şehir Berlin idi. Burada 1923 yılında Frankfurt'da tanışacağı eş adayı olacak kimyacı Margarete Karplus (Gretel), yaşıyordu ve 1937'de Londra'da onunla evlenecekti. Berlin'de Adorno için önem ve anlam arzeden diğer şahıslar tanıştığı Walter Benjamin, Ernst Bloch, Kurt Weill, Hanns Eisler ve Bertolt Brecht gibi felsefeci, yazar, müzik teorisyeni, şair, tiyatrocu ve edebiyatçılardı.
Adorno, 1928'den 1931'e kadar Avantgarde-Zeitschrift "Anbruch" (Avantgarde dergisi "Kırılma") adlı müziğe dair eleştiri ve kritiklerin ele alındığı dergide redaksiyon işini üstlendi. 1933'e kadar konser ve operalara değindiği eleştirileri başlangıçtan beridir aslında felsefik bir içerik taşıyordu.
Doktor unvanıyla ilk okumasını nihayetinde dersini Mayıs 1931'de "Aktualität der Philosophie" (Felsefenin Aktuelliği) adlı başlıkla yapıyordu. Bu konuşmaya daha sonraki yıllarda kendini ilişkilendiremeyen Adorno, ileriki yıllarda bu metni asli eserlerinde zenginleştirerek kullandı, işledi. Diyalektik bütünlüğü Hegel ile taşırarak söylemini "Das Ganze ist das Unwahre" (Bütün olan biten gerçek olmayandır) iddiasıyla harmanladı ki bu ilerleyen zamanla Adorno'nun felsefesinin çözümleyici şifresi olmalıydı; böylece Adorno, Heidegger ve pozitivizm ile olan sınırlarını da açıkça çiziyordu. İlk dersine ait Walter Benjamin öğretisinden kasıtlanarak işlediği bir başka konu da "Ursprung des deutschen Trauerspiels" (Alman Yas Geleneğinin Çıkış Noktası) olmuştur. 1932'de Horkheimer'in okuyucularına ulaştırdığı "Zeitschrift für Sozialforschung" baskısında "Zur gesellschaftlichen Lage der Musik" (Topluluk Olarak Algıladığımız Birliktelikte Müzik) konusunu işlemiştir.
Adorno'nun eğitmenlik uğraşısı 1933 kış sömestirinde bitiyordu. Nasyonal sosyalist düzen, baba tarafından kalma Yahudi'liği, onu sonbaharda akademik bulgusuna geri dönderecekti. Buna rağmen 1933'lerde Adorno, durduğu yeri, hedefine ulaşması anlamında oldukça kısa süren macerasıyla ve bütün açıklığıyla geriye bakıldığında tehlikesini bütün diğer entellektüeller bazında tamamıyla küçümseyecekti ve politik olarak kesinlikle yanlış değerlendirecekti.."
Berlin'de yayımlanan bir gazetedeki (Vossischen Zeitung) bir müzik kritikerinin yorumlarına dayanarak başlangıçta yine müziğe dair umutlanmış ve bu ilişki onu dengi olan diğer müzik teorisyenleriyle kısmen tekrar yakınlaşmaya götürmüştür. Hitler'in gençlik kolları öncüsü olan Baldur von Schirach'a ait 1934'de erkekler korosunca seslendirilen şiirinden övgüyle söz etmiştir. Daha önce nasyonal sosyalistlerce yasaklanan kaba anlamda zenci cazı diye nitelendirilen ve müzikten kopan bu tarza Adorno'nun yaptığı övgüsel yorum tepki toplamıştır.
Adorno daha sonra Frankfurt'da yayımlanan üniversite öğrencilerinin "Diskus" adlı dergisine 1962/63 sömestirinde bir makale yazarak kendiyle yüzleşmiş ve aptalca, çocukça taktiklerle yazdığı cümlelerinden dolayı, kendi mülteci dünyasında ne kadar zorlandığından dolayı özür dilemiştir.
(1934–1937) Oxford İngiltere
Kısa bir süre sonra Adorno İngiltere'ye gitti ve Oxford Üniversitesi'nde Edmund Husserls'in filozofisi üzerine yeni akademik bir çalışma yapmayı planlıyordu. "Zur Metakritik der Erkenntnistheorie" (Tanıma ve Bilme Teorisinin Meta Kritiği Üzerine) adlı bu çalışmasını 1956 yılında bitirmiştir. Gündelik ve süregelen hayatını maddi anlamda finanse etmek için düzenli olarak Almanya'ya gidip gelmek zorundaydı. Ama döviz kurlarının yüksek oluşu onu zorlamaktaydı. Almanya'da dostları, ailesi ve nişanlısıyla görüşüyordu.
Sosyal araştırmalar projesiyle Hektor Rottweiler bünyesinde çıkan "Über Jazz" (caz üzerine) adlı dergide Adorno'nun 1936 yılında yayımlanan yazısı, prensip olarak müzik kaygısından daha çok yakınlaşan kültür endüstrisi üzerine ele aldığı bir polemik yazısı olmuştur.
Bu zaman süresince hali nazırda yazılarından dolayı bir anlamda Amerika'da sürgünde yaşayan Max Horkheimer'den kendi enstitüsünde sosyal anlamda bilimsel araştırmalar yapması beklentisiyle bir davet alacaktı.
ABD'deki göçmen yıllar (1938-1949)
O güne kadar yazdıkları ve ABD'ye gidişiyle toplumsal ve sosyal araştırmacı yakıştırmasını alan Adorno, Brüksel'de ailesiyle vedalaşıyordu (ki 1939'da onlar da gelecekti). San Remo'da bulunan Walter Benjamin ile de sıkı bir mektuplaşmanın başlangıcıydı bu göçmen yıllar.
New York 'da Horkheimer'in Institute for Social Research kurumunda çalışmaya başlayan Adorno, isviçreli Paul Lazarsfeld tarafından projelendirilen "Princeton Radio Research Projects" kitlesel bazdaki iletişim projesinin yöneticiliğini yapıyordu. Amerika'daki araştırmacı tecrübelerine dayanarak tuhaf metotlarla parçaların hoşa gidip gitmemesini içeren oylama taktiğiyle değerlendirmesini yapıyor ve sonuçları topluyordu. Ancak yaptıklarının, reklam kaygısıyla radyo telefonunda meşgul ettiklerinin müzik teorisiyle ve müzik öğretisiyle pek ilişkisi olmadığını görecekti. Bu durum, Adorno'nun bireysel felsefik kaygılarını anlamak ve onları gidermekten çok projenin bir parçası olmasını engelleyen durum olmaya meyilli idi. Böylece Adorno pozitivizm kavgasında dinleyicilerin ve Horkheimer'in huzurunda ele aldığı "Nachgelassenen Schriften" (Bırakılmış Yazılar) -esinli hâli sonradan İngilizce dilinde Robert Hullot Kentor tarafından "Current of Music" adı altında yeniden dile getirilmiştir- içeriğindeki araştırmasının peşinde koşturacaktı. Adorno bu şekilde 1941'e kadar en son Los Angeles'de Horkheimer ile beraber çalışacaktı.
Kalifornia'da birçok göçmen müzisyen Alman tekrar buluşuyordu. Los Angeles'den başlayıp eşi Gretel Adorno'nun da desteğiyle Adorno ve Horkheimer'in ortak ürünü olan, alt adıyla "Philosophische Fragmente" (Felsefenin Fragmanları) veya "Dialektik der Aufklärung" (Aydınlanmanın Diyalektiği) adlı teori kritiğinin asli eseri 1947'de Amsterdam'da yayımlanıyordu. Marksist öğretinin, tarihsel materyalizmin genelliği üzerinde yoğunlaşarak daha ileriye gitmeye çaba gösteren bu çalışma, Yahudi ve diğer soykırımların Auschwitz'e kadar uzanan genel kritiğini kapsıyordu. Endüstriyel kitle katliamı, Adorno ve Horkheimer'i şimdiye kadar bildikleri kültür alaşımının kırılma noktasına taşırıyordu. Felsefe de bundan etkilenmekten kendini alıkoyamıyordu.
Kitabın ilk cümleleri yazarların ortak kanıya vardıkları düşünceleri kapsıyordu:
"Geniş anlamda insan, mantığın ve gerçeğe alma duyusunun ilk anlama kavuşturulduğu günden bu yana gelişmiş düşünce yapısıyla hedefini takip etmekte ve kaygıyı kendisinden uzaklaştırıp daha etkin olarak hayata hakim olmak istemektedir. Fakat sonluluğu açıklanmış dünya bu mükemmel başarının çaresizliğinde ışımaktadır."
Adorno'nun yanıt aradığı sorulardan biri de kanıt arayan belirsiz geçmişinden beridir "Filozofinin, anlamlaştırılan ruhun bir uğraşısı olması mı, yoksa tamamıyla her şeyin üstünde olan zamanın anında içerik taşıması, orada saklı olması mı," idi. Kendi içine dönen bir sağaltım için oldukça geç olduğu anlaşılabilirdi. Güncelinde bunu anlamamayı daha absurd bir şekilde anlamak istiyordu. Bu şekilde daha yüksek bir noktada ulaştığı anlamak istemi Negative Dialektik (Negatif Diyalektik) olmuştu ki, Almanya'ya döndüğü ilk dönemde bitirdiği eseridir. Yeni bir emredici kategoride negatif bir diyalektle Hitler'in özgürlüğü zaten kısıtlanmış olan insanları zorlamasında olduğu gibi söyleminden acı verici bir şekilde faydalanmıştır:
"Düşüncelerinizi ve davranışlarınızı öyle bir ayarlayın ki, Auschwitz tekrarlanmasın, asla benzeri olmasın!"
Hâlâ spekülatif olarak değerlendirilen bu okültist yaklaşımcı yazdıklarından sonra şu meşhur açıklamasını yapmıştır:
"Auschwitz'ten sonra şiir yazmak da barbarlıktır ve barbarlığın ne olduğunu söylemeyi kemirir; öyle ki, bugün onunla ilgili şiir yazmanın neden olanaksız olabiliyorunun varlığını, gerçeğini anlamak içindi. Çünkü kültürün kimliği ve kritiği, kültür diyalektiğinin en son basamağında barbarlığın karşısında durmaktadır."
Öte yandan tüm bildiklerine rağmen katliamdan sonra hayatta kalmanın sıkıntısıyla daha sonra başka bir tanımlamayla kendini doğrulamaya çalışıyordu. Sürekli yeşeren acının yeni kurallarla haykırışının yaşam üzerinde yine de hakkı vardı. Bu yüzden yanlışlıklar olağandı, Auschwitz'ten sonra şiir yazmanın sorgusunda. Yanlış olmayan şey ise Auschwitz'in hâlâ yaşanmış olma gerçekliği idi. Adorno'nun mektupları da endüstriyel katliamların onu ne kadar bastırdığını, üzdüğünü göstermekte idi.
1940'lı yıllarda Adorno 1925'den beridir tanıdığı Hans Eisler ile birlikte 1960'da tanınacak olan bir ortak çalışmada yeni müziğin felsefesini filmin kompozisyonunda yazarken yardımcı olarak tanımlanması pek hoşuna gitmemişti.
Bunun yanı sıra Adorno, University of Berkeley (Berkeley Üniversitesi)'nin sosyal araştırmalar enstitüsünde The Authoritarian Personality (Personalizmin otoritesi, Önceliği), adı altında ağırlık olarak antisemist ön yargıların nedenleri üzerinde yoğunlaşan araştırma grubunun projesine çalışıyordu. 1950'de yayımlanan bu kitabın fonksiyonu, merkezi olurunda empirik tarzda diyalektik teorinin açıklığa kavuşturulmasının sınanmasıdır.
Bu zaman içerisinde şahsi varlığında dikkate değer yan isim değişikliğidir. Almanca duyumsanan Wiesengrund soyadı, pratik hayatında ABD'de kaldığı süre boyunca savaş sonrası pek sevilen, hoş kabullenen bir soyadı değildi. Daha gençlik zamanlarında İtalyanca fantazileştirilen ismi onda nahoşluk yaratıyordu. Edebiyat dünyasında Theodore W. Adorno olarak sunulurken, tüm dünyada nefretle kınanan Almanların Yahudi katliamından sonra tüm ilişkesilliğiyle ve kültürel bağıntısıyla vatandaşlık gerçeğinde dışarıya olan duruşunu açıkça ortaya koyuyordu. Ve artık ismi Theodor W. Adorno idi.
=== Frankfurt'da geçen son yıllar (1949-1969) === 1949 sonbahar sonlarına doğru Adorno Almanya'ya döner ve Horkheimer ile beraber zamanla emek verdikleri yıllardır kafasında pekişen sosyal araştırmalar enstitüsünü yeniden inşa etmeye ve Frankfurt Üniversitesi'nde de eğitmenlik yapmaya karar verir.
Üniversitedeki sosyoloji ve felsefe eğitmenliği görevinin yanında Frankfurt Okulu'nun yöneticisi olarak Husserl ve Hegel üzerine, Negatif Diyalektik ve fragman olarak kalan Estetik Teorisi üzerine çok önemli felsefik yazılar yazdı ve kitaplaştırdı. Daha Amerika'daki yıllarında müziğin yeni felsefesi oluşmuş, tıpkı Richard Wagner, Gustav Mahler ve Alban Berg üzerine monografiler yaptığı gibi dizin hâlinde kompozisyonlar yazmış ve nihayetinde artık felsefesini tanımlayabilmişti. Şair olarak deşifresine ise Edebiyata Notalar (Noten zur Literatur) adı altında topladığı eserinde yer vermiştir.
1951'de Aphorismen Minima Moralia (Aforizmalar ve Asgari Etik, ek adıyla "Hasar Görmüş Yaşamdan Yansımalar") adlı Max Horkheimer'e ithaf ettiği, birlikte çalıştıkları felsefenin subjektif tecrübesinden yola çıkarak Amerika göçmenliğinde yazıp bir araya getirdiği kitabı yayımlandı. 1952'de, daha önce Almanya'daki empirik sosyal araştırmalar konusunda bazı teorisyenleri karşısına alan kritik teorilerinin arkasında hâlâ durduğunu anlatan bir konuşma yaptı. 1957'de buna dair kritiğini de içeren görüşlerini Essay Soziologie und empirische Forschung (Sosyoloji ve Deneyimsel Görgücü Araştırma -deneme-) adlı eserinde topladı.
Adorno, felsefesindeki didaktlarda, bir düşüncenin yerini alan başka bir kesinliğin ardı sıra gelen ve daha sonra bir bütünlük arz eden sistematiği de benimsemiyordu. Tam tersine ona göre itirazlarla dolu olan bir dünyada düşünmenin de itirazları olmak zorundadır ki, bununla bir sistemin kabulüne itiraz edilebilinilsin. (Das Ganze ist das Unwahre - Bütün her şey gerçek olmayandır). Adorno, kendini bireysel bir araştırmacı olarak daha çok spesifik ve psikolojik konular üzerine vermeye başlamıştır. Ancak Adorno'nun çalışmaları çok kolay anlaşılır ve konularına göre bilimsel alanda hemen sınıflandırılabilinir değildi. Çalışmalarında daha çok içselleştirilmiş yoğunlukta kritiğin uç noktalarındaki derinliğini ele alırken, daima onların tarihteki artan bilimsel disiplininin felsefeden dilimlenerek ayrıldığını ve karşı karşıya duran, belli bir noktaya kadar sınırlandırılmış bazı branşların da neredeyse kendi başlarına birer ilim yerlerine dönüştüğünü söylemekteydi. Adorno tarzı felsefenin kutbu olan toplumsal koşulların bilimsel boyutta çalışma sarplığındaki yansımaları, onu pozitivizmin kritikeri olmaya aday gösterirken kendisi bunu sadece genel bir olağanlık içerisinde değerlendiriyor ve önemsemiyordu. Karl Popper ve Hans Albert'in bilinen pozitivizm kavgasında Adorno, bir yandan Frankfurt Okulu'nun yöneticisi, öte yandan 1960'lı yılların toplum bilimi alanındaki araştırma metotlarını ve değerlendirmelerini yapan biri olarak bu tartışmanın öncüsü idi. Pozitivizm kavgası kavram olarak onun ürünüdür ama kendisine rakip olan toplum bilimciler sonrasında bir şekilde itiraz gören bu kavram tarihsel kaçınılmazında yerini korumuştur. Genel olarak kavgadaki sorun; istatikler, değerlendirilmeye gerek görülmeyenler, basit olmaktan öteye gidemeyen bulgular ki, örneğin; "fakirlerin yaşadığı yerlerde görülen hastalıkların zenginlerin yaşadığı yerlerde daha az görüldüğü"nden daha öteye gidemeyen tarzdaydı. Nereye götürebilirdi ki bu yanıtı bilinen sorular insanı? Ve nereye varabilirdi ki, eğer sorulanlar henüz temasını bile anlamadığı suskun soruya zaten soru olarak dururken?
Adorno'nun felsefesinde yoğunlaştığı diğer bir nokta, "Sonsuzluğun mutlak oluşuna dair gerçeklik, bir elbisenin ilk tasarımından öte üzerine gelecek olan süsün ne olacağını bilmektir," şeklinde Walter Benjamin ve Horkheimer'in yanında başka filozoflarca da formüle edilen düşüncesidir. "Olandan olmak" veya benzeri fundametalist soyutlamalar ve onların değişim göstererek ortaya çıkan düşünceleri 20. yüzyıl felsefesinde epey yer kaplamıştır. Adorno, buna ters düşerek Heidegger'i karşısına almış ve "olandan olmamayı" ele almıştır. Bu anlamda görünmeyeni, şeffaflığı; Freud'dan bahsederek "Dünyanın görüntüsünü aradan kaldırarak bakma" yöntemini tercih eder.
Dar anlamda Adorno'nun felsefik yazıları, ortaya koyduğu ve ileri sürdüğü düşünceleri bağlamımda genelde felsefik sorumluluğunu tam olarak yerine getirmeden sonlanır. Çoğu zaman somut analizler yapmakla yükümlü olduğunu bilmesine rağmen izlenimlerini aktarmış ve kavramlar üzerine yoğunlaşmıştır. Ancak anlaşılma noktasında yöntem ve formülize etme çabasını ihmal etmiştir.
Nihayetinde birey olarak toplumsal birlikteliğin bu kritiğinin ortasında durur. Ve içerik olarak boş kalan geleneksel soyut felsefenin önünde söz sahibi olduğunu görmüştür. Özellikle klasik tanıma teorisini eleştirmiştir. Çünkü sistemler içerisinde bireysel olan ve özdeşleştirilemeyen, anlamak yerine zarar verebilmekte, üstelik toplumsal diğer yaralar da açabilmektedir. Eğer Kant ve Hegel'in düşüncelerinin arkasına düşülmek istenmiyorsa felsefe eleştirisini sürdürmek zorundadır. Bunu doğrulayan Negatif Diyalektik negatif olduğundan bir antisistemdir çünkü itirazlar bulmuştur ve diyalektik diliyle arabulucu biçimde tarihsel, toplumsal birlikteliğin tartışmasını yapmıştır.
Ancak Adorno, felsefede hatta metafizikteki spekülatif aklın sadece "olandan" ile uğraşmadığını, onunla meşgul olmadığını görmüştür. Yalnızca Negatif Diyalektik'in eğiliminde bu ihtiyacın olandan öteye düşünme noktasında uzadığını savunmuştur. Bu, kişinin en iç düşüncesinin hücresinde ortaya çıkan, kendisiyle karşılaştırılamayacak olandır. İç dünyadaki en küçük ayrıntılar ve geçiş, değerlendirme noktaları kesin ve kayıtsız olandan daha fazla bir önceliğe ve öneme sahiptir. Adorno'nun felsefesi yalnızca Platon'un düşüncelerine götürmez. Temel olarak ayrıca metafiziksel ideolojinin düşünce esasında kabul edilebilirliğine karşıdır.
Son yıllarında öğrencileri tarafından öğrenci aydınlanma hareketleri doğrultusunda içine çekildiği kadın erkek eşitliği ve bireysel hürriyet çatışması noktasındaki düşüncelerine eleştiriler yapılıyordu. 1966'da büyük CDU, CSU ve SPD koalisyonunu karşısına alan ve hükümeti yeni çıkardığı kanunlardan dolayı eleştiren protestocuların ve organizasyonların (Außerparlamentarischen Opposition - APO) içinde yer aldı.
2 Haziran 1967'deki Şah ziyareti Berlin'de protesto edilirken Benno Ohnesorg ismindeki öğrencinin polis kurşunuyla hayatını kaybetmesi sonrasında APO organizasyonu radikal eylemler yapmıştı. Nihayetinde bütün bu öğrenciler Adorno'nun devrimci felsefik ruhunu pratik çıkarımlarla kritik teoremlere çekmeyi denemiyorlardı. Kapitalist düzene olan bir itiraz vardı ve onların çürük yapılanmasına engel olmak istiyorlardı.
Adorno'nun okumaları öğrenci aktivitelerinde aktüel bir yer kaplıyordu. "Reaksiyonel yanıyla hislerimize saldırı, her zaman için sürprizler içermeye mecburdur!" diye ironik hâliyle Samuel Beckett'e yazmıştır. Adorno ve Horkheimer, üniversite gençliğinin aydınlanma hareketindeki şiddete temel sayılabilecek ruhsal bütünleştirici düşüncenin sahibidirler.
Adorno, 1969'da okumalarını kendini zorunlu hissederek kesmeye karar verir. Ocak ayında birkaç öğrencinin Frankfurt Okulu'na yaptığı ziyarette ortaya çıkan tatsızlıklar sonrası hakkında dava açılan Adorno, yaz mevsimi mahkeme günü eşiyle birlikte İsviçre'nin dağlık bir kenti olan Zermatt'a gider. Teleferik ile çıktığı yükseklikte çektiği kalp sancısı sonrasında bir kliniğe getirilir ve 6 Agustos 1969'da kalp enfarktüsü geçirerek orada hayata gözlerini yumar.
Pedagog ve din filozofu Georg Picht, bir gazeteye verdiği ölüm ilânında şunu dile getiriyordu:
"Auschwitz'den sonra ruhu olan kanunun bir hikâyesi daha vardı Almanya'da; öyle tesir etmeliydi Adorno'nun ölümü, birden bütün saatler dururcasına."
Felsefesi ve etkisi
Adorno, aklın nesnel olmadığını, insanın da bu anlamda kendi özneli olamadığını savunur ve bugüne kadarki felsefenin foyasını ortaya çıkarmaya çalışır. Aklın nesnel olamamasının sebebi de insanın kendi hayatının öznesi olamamasıdır. Toplum üzerine teorileri genel bir karamsarlığı yansıtır. Ona göre bürokrasi, idare ve teknokrasinin kuşattığı toplumda bireyin kendisi bizzat geçmişte kalmıştır. Yoğunlaşmış sermaye, planlama ve kitle kültürü bireysel özgürlükleri büyük oranda tahrip etmiş ve eleştirel düşünme yeteneği yerini tümüyle şeyleşmiş bir toplum bilincine bırakmıştır.
"Düşünen insan saldırgan olamaz" şeklinde kışkırtıcı tarzıyla ideolojilerin etkisini kırmayı, aforizmalar biçiminde yazılmış metinleriyle kapalı düşünce sistemlerinin temellerini yıkmayı düşünür. Bu geleneksel olmayan tavrı toplumun eleştirel olmayan bir olumlamasını engellemeye çalışır. Böylece okurun sadece düşünmesini değil, düşüncelerini eleştirel bir biçimde yeniden kurmasını hedefler.
Adorno'nun kişisel çalışması, Okul'un genel yönelimlerinin çok ötesine gider bir bakıma, çünkü Adorno bir anlamda eleştirel teorinin kendi sınırlarına ulaştığı noktada çalışmasını sürdürür ve kendine özgü yöntemini bu çalışmarla geliştirir. Horkheimer ile birlikte yaptığı çalışmaların yani sıra, kendi kişisel çalışmlarının derinliği ve içeriğinden söylem yapısına kadar taşıdığı özgüllüğü dikkat çekicidir. Onun kişisel başyapıtı olan Minima Moralia bu bakımdan özel bir yere sahiptir. Kendi yöntemini ve anlayışını derinlikli ve ilginç bir şekilde ortaya koyar bu kitap. Adorno, her zaman, düşüncenin kendi içine kapanma eğilimine karşı ısrarla direnir. O, bir anlamda her tür despotizmin ve tahakküm ilişkisinin kaynağını ve kökenini düşünme imkânının sınırlandırıldığı ve ketlendiği yerlerde görür.
daha az