Latin Amerika edebiyat maratonlarından. Ancak en iyilerinden.
Meselenin özüne inelim, zira derin bir iniş oluyor diğer büyük Latin Amerikalı yazarları andırırcasına. Okur için öncelikli önemi taşıyabileceğini düşündüğüm içerik, ardından biçim ve tekniği irdelemeye çalışacağım.
Artemio Cruz'un Ölümü, romanda Meksika'nın en güçlü iş adamı olarak göze çarpan Artemio Cruz'un hasta yatağında başlar. Artemio'nun geçmişine yönelik bir dizi olaylar okura aktarılırken bunlar genel olarak Artemio'nun hayatta kalma ustalığı, gururu nedeniyle yadsıdığı pişmanlıkları ve gençliğin solup gidişi olarak göze çarpmakta. Karısına söylemediği sözler ve oğlu konusundaki gururu pişmanlık yaralarını derinden oluştursa da zaman geçmiştir. Geçmişin unutulmuş ölüleri her bir anı parçasıyla hatırlanır. Tarihin kronolojik sıraya uymayan her takvim yaprağı bir başkasını hatırlatır Artemio'ya. Ancak hasta yatağında bile dik durmaya çalışırcasına: 'Sizler öldünüz. Ben kaldım hayatta" diyerek ölüme meydan okur. Bununla birlikte iş dünyasındaki kirli işleri, topraksız köylülere toprak kazandırmak için giriştikleri savaşın ardından Artemio'nun toprak ağası olması hayatın çıkar odaklı dünyasını yansıtması bakımından önem taşımaktadır.
Diğer taraftan ise hasta yatağının başında bekleyen aile üyeleri miras için ayrı bir kavgaya tutuşmuşlar ve Artemio Cruz nefretini sancılarında biriktirir.
Teknik olarak ise Carlos Fuentes, Artemio Cruz'un yaşamını okura aktarırken tarih çizelgesi oluşturuyor ancak kronolojik bir düzen oluşturmadan. Artemio Cruz'un hayatının belirli dönemlerini aydınlatan tarihler çocukluktan yaşlılığına kadar bir yaşam mücadelesini gözler önüne sererken her tarih içerisinde üç farklı anlatımı barındırıyor. Verilen tarihin ardından Artemio'nun o tarihte yaşamış oldukları 3. şahsın anlatımıyla sahneleniyor. Ardından Cruz'un hasta yatağında yaşadıkları onun ağzından anlatılıyor. Ve son olarak 2. tekil anlatımı - Artemio'yu yargılayarak- başka bir tarihin mühim olan olayına götürüyor. Catalina ile sürdürdüğü evliliğin tarihinde ise Catalina'nın monologlarını bilinç akışı tekniğiyle okurla buluşturuyor. Ve Fuentes teknik açıdan ilginç bir kurgu oluşturarak başladığı romanı aynı düzenle sona erdiriyor.
Kitap bizim topraklarımıza yakın bir duyguya sebebiyet vermekte. Bunda metnin yalın dili ve Fuentes'in anlattıklarının doğallığından kaynaklanmakta. Diğer bir çok Latin Amerika romancısı gibi onun da en büyük endişesi insanların yitirdiği insanlıkla. Uğrunda savaştığı ve karşı çıktığı şeye dönüşen Artemio Cruzlar medya dünyası ve siyaset dünyasında cirit atmakta.
-İspanya iç savaşına katılan Artemio'nun oğlu Lorenzo ve Dolores'in iç savaş sırasında köprüyü geçtikleri an ve ardından Lorenzo'nun ölümü büyük bir ızdıraba neden oldu. Ses ve Öfke'den sonra ilk kez okuma esnasında bu şekilde üzüntü yaşadım.
- Yüzyıllık Yalnızlık ile benzeştiğini söyleyen pek çok okur gördüm fakat ne teknik olarak ne de içerik olarak benzeştiklerini söylemek pek mümkün gözükmüyor. Marquez'in ustaca ördüğü büyülü gerçekçilik tekniğinin doruk noktası Yüzyıllık Yalnızlığın aksine Artemio Cruz'un Ölümü kendi saf gerçeğiyle örülmüş bir metin. Ne Yüzyıllık Yalnızlığın o yalnız karakterlerinin yaşamlarına girdiğiniz gibi dalıyorsunuz ne de o Marquez'in soluksuz türküsünü anımsatıyor. Ancak Meksika devriminden yola çıkarak belki-kısmen Albay'ın yaşamıyla yer yer kesişmeler yaşanıyor ancak dar bir alanı kapsıyor bunlarda. Asıl ilginç nokta Fuentes'in teknik olarak Julio Cortazar'ı andırırcasına Avrupa'ya yönelmiş, içerik olarak Mario Vargas Llosa ve kısmen Gabriel Garcia Marquez'e benzediği. Tek bir eserle beylik laflar söylenmez ama erken icazet huzur bozmayacaktır..