Batı’nın gördüğü Türk’ü merak ederek bu kitabı okumak daha önceki bildiklerinin yanında sürpriz bir etki yarattı mı, nedenlerini açıklayıcı bir şey kattı mı derseniz söyleyeyim katmadı. Batı bizi; en başta Hıristiyanlığın İslam’a olan düşmanlığından kaynaklı müslüman bir toplum olmamızdan ve Osmanlı’nın Konstantinopolis’i almasından beri; barbar, zulmeden, tembel, devlet işlerinde rüşvet ve yolsuzluk yapan, şehvet düşkünü ve ahlaksız olarak değerlendiriyor. Değerlendirmeye eklenecek, çıkartılacak ya da tamam batı doğuya hep ırkçı yaklaşmıştır ama “doğuda bunun böyle olmadığını gösterecek bir şey yapmış mıdır? Ve yahut da yaptıysa ya da yapsaydı batının gözünde doğu algısı değişir miydi?” bunlar hep tartışma konusu. Bana öyle geliyor ki bu doğu ya da Türk algısı batının beynine kodlanmış. Biz ne yaparsak yapalım batı bizi algıladığı gibi görmeye devam edecek. Anlattığına göre yazar batının bu düşüncesini bir anda oturup yazmamış otuz yılı aşkın süredir yaşadığı Londra ve başka ülkelerde Türkler üzerine biriktirdiği görseller sonucu oluşan düşünceyi illüstrasyon çizimlerle ve resimlerle anlatmış. Bu resimlerin esrarengiz peçeli kadınlar, fesli, göbekli, kılıç ya da bıçaklı eli kan damlayan adam çizimleri olduğunu söylememe gerek yok herhalde. Kim anlatmış bunu Roni Margulies.
Roni Margulies kim? Türkiye’de yaşayan, burada Taraf gazetesinde köşe yazarlığı yapmış, altı şiir, şiir çevirilerinden oluşan dört kitabı, siyasi tercümeler, edebiyat, tarih ve siyaset hakkında birçok makalesi bulunan, 2002 yılında da Yunus Nadi şiir ödülüne layık görünen, Yahudi asıllı olup ama bunu kabul etmeyen kendini Siyonizm karşıtı devrimci olarak tanımlayan, DSİP üyesi ve Kemalizm düşmanı bir yazar. Yani kitabı yazdığı için yazar demek durumundayım. Kemalizm’e neden karşı olduğunu bir konferansta gerekçeleriyle anlatmış ve bugün hala sancılarını yaşadığımız sonuçlar baz alındığında bana bazı düşünceleri mantıklı gelmiştir. Mantıklı gelen düşünce şuydu. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra batılılaşma sürecinde geri kalmışlığı çağrıştıran ne varsa toplumun o zamana kadar ki değerleri hiçe sayılarak bir kenara itilmiş, hazır olmayan halka devrim niteliğinde yeni değerler yüklemiştir. Bende onun gibi soykırım niteliğindeki bu devrim yerine, halkın benimseyeceği evrimsel bir devrim olsa daha mı iyi olurdu diye düşünüyorum. Tabi o dönem için şartlar göz önüne alındığında hangisi daha doğru olurdu bunu öyle değerlendirmek gerekir.
Kitapta Ermeni soykırımına değiniliyor ve Türkiye’nin buna cevap olarak “biz, siz ne kadar Yahudi öldürdüğünüzü soruyor muyuz? Siz kendi işinize bakın” şeklinde cevap vermesinin ve soykırımla ilgili bir romancının (Orhan Pamuk’tan bahsediliyor) Türklüğü aşağıladığı gerekçesiyle mahkemeye verilmesinin, batının Türkleri yanlış bilmesinden mi yoksa Türkiye’de ifade özgürlüğü olmamasından mı kaynaklandığını soruyor dolayısıyla demokrasiyi sorguluyor. Kitaptaki bir diğer konu ise Türklerin imaj meselesi. Bugün hala ülkemizde yaşanan bir olayda olayın halk ya da ülke açısından vahametinden çok dünyaya rezil olduk kaygısı vardır. Yani dünyaya rezil olmak, elalem ne der kaygısı bizim için her şeyden önemli. Türk erkeklerinin eğitimsizlikten ziyade, aşırı şehvet düşkünü olmaları nedeniyle zihinsel yetersizlikten kaynaklı bön bakışlı oldukları yazılanlar arasında.
Görüldüğü üzere kitabın başlığında ve içeriğinde Terrible yani korkunç Türk kelimesi doğal bir sıfatmış gibi rahatlıkla kullanıyor. Yani batı bunu Türkleri aşağılamak için söylemiyor, Roni; 2. Abdülhamit’ten bu yana batı algısında Türk, korkunç sıfatıyla birlikte gelir diyor. Terrible Türk yani o kadar.
Kitapta altını çizdiğim, okurken gülümsediğim en önemli detay; Charles Darwin’in 1881 yılında bir komutana yazdığı mektup. Aynen aktarıyorum.
“Çok da ileri olmayan bir tarihte dünyaya bakacak olursak, her tarafta düşük düzeyli ırkların pek çoğunun daha yüksek, uygar ırklar tarafından bertaraf edilmiş olduğunu göreceğiz. “
Darwin bu kelimeleri yazalı 140 yıl geçtiİ ne Türkler bertaraf oldu, ne de Batı’nın gözündeki Türk imajı.