barış bıçakçı'nın orta yaş bunalımlarından oluşan ve kendisinin okuduğum ilk kitabı. su gibi akıyor.
"bizim büyük çaresizliğimiz nihal'e âşık olmamız değil, sesimizin dışarıdaki çocuk seslerinin arasında olmayışıydı. asıl çaresizlik buydu."
kısmıyla sizi, bir elinizde top, bir elinizde salçalı ekmek tuttuğunuz günlere götürerek kitabı da bir anlamda özetliyor aslında. geçmişi hep bir adım önde gören ve anın içinde olamayan iki yakın arkadaşın bir kadına duyduğu sevgiyi, aşkı ve ondan öte bir hezeyanı konu alıyor.
yazarın tarzına gelince, sabahattin ali'ye çok benzettim. aynı naiflik, aynı dolaysız, açık ve duru anlatım... bu sebeple bir süre yere paralel gittikten sonra isimli kitabını da aldım. onu da begenecegimi düşünüyorum.
ve son olarak sana gelelim çetin:
uzağımızdaki her şey biraz olağanüstüdür, olduğundan biraz daha fazladır...