Açık ara okuduğum en sıkıcı kitaplardan biri olabilecekken yazılış tarzıyla nispeten yırtan bir kitap. Nedir o yazılış tarzı? Tek karakter üzerinden yazılan bir hikaye. Anlatıcı merkezde ve onun başından geçen somut olaylar anlatılıyor. Geçtiği sokaklar, içtiği, yediği, yattığı filan. Burası önemli bak, somut olaylar anlatılmasa; bilinç akışı adı verilen o sıkıcı teknikle yazılsa kafayı duvarlara vururdum bu kitabı okurken. Pınar Kür' ün Asılacak Kadın isimli bir kitabı var, okurken bir beddualar ettim ki Ulu Odin' in Darth Vader' e ettiği beddualar solda sıfır kalır. Selahattin Hilav gibi bir usta çevirmiş Allah' tan yoksa bu kitap başka bir yayınevinden çıksaydı ziyan olurdu. Şu kitabın çevirisine Can Yayınları kaç para istese analarının ak sütü gibi helaldir ayrıca.
Antoine Roquentin isimli birinin günlüğünü okuyorsunuz aslında. Konuya çok değinmiyorum zira zaten pek önemi de yok. Canı çok sıkılan bir adam bu Roquentin. Karıya kıza gitse belki düzelirdi ama Sartre hiç o taraklarda bezi yokmuş gibi davranıyor. Simone De Beauvoir(Bunu bakmadan yazabiliyorum. Bir erkek bir bunu bir de Nietzsche' yi bakmadan yazabiliyorsa net abazandır. Kendimden biliyorum) ile yaşadıklarını da biliriz Sartre ya neyse. Adamın can sıkıntısı sizin bildiğiniz tarzda tribal bir enfeksiyon değil elbette. Bizim Roqu, hayatın anlamsızlığını net şekilde gören dahası günlüğüne yazdıklarıyla da bunu size de yer yer gösteren bir adamdır. E hayatın anlamsızlığını, dahası gereksizliğini fark eden bu adam haliyle hayata karşı bir iğrenme duymaya başlar. İşte bulantı meselesi özetle budur aslında.
Ya tamam da kitap tam olarak ne anlatıyor diyenler olabilir. Ben okuduktan sonra uzun süre dedim çünkü. Varoluşçuluk nedir diye merak edip bir şeyler okuyorsun, bekliyorsun ki masa nedir sorusunun cevapları gibi cevaplarla karşılaşasın ama nerede...
Şimdi Antoine Roquentin için hayatın anlamsız olduğunu bir anlayalım önce. Adam olan biten her şeyin boş olduğunu söylüyor. Yalnız hiççilikten bahsetmiyoruz burada, ondan bahsettiğini savunanlar da var da bence bahsetmiyor. Evet her şey anlamsız ama her şey var olduğu için anlamsız diyor Antoine Roquentin. Antoine Roquentin varız diyor yani ama bunun için sebep yok diyor. Elim burada ama sebepsiz yere burada, kolum burada ama sebepsiz yere burada, bacağım burada ama sebepsiz yere burada... (neyse uzuvlara devam etmeyeyim daha fazla) diyor. Dikkat et şimdi vitesi 2' ye alacağız çünkü(ehliyetim de yok bu arada ama korkma araba da kullanamıyorum zaten);
Hangi kaynağa gidersen git varoluşçuluğu araştırırken Sartre' a illa ki denk gelecek ve onun; ''varlık özden önce gelir.'' sözüne rastlayacaksın. Anladın mı sözü? Anlamadın tabii. Tanrı beni yaratmadı benim varlığım özümden de önce vardı diyor kafir! Varlığım vardı ama özümü ben oluştururum diyor. Benim yaptığım her eylem her seçim beni oluşturur özgür irademle diyor. Yemin ederim yazarken yoruluyorum okurken ne çektim sen düşün. Ulan Camus' u bu yüzden daha çok sevdim işte hep. Tertemiz pırıl pırıl anlatıyor ne anlatıyorsa Yabancı kitabında. Üstelik bir de hatun götürüyordu Meursault. Roquentin' in ise mastürbasyon yapmaya mecali yok bana sorarsanız.
Bizim Roqu bir cisme tekme mi atıyordu yoksa ona benzer bir şey oluyordu tam hatırlamıyorum ama sonrasında yok efendim niye oraya gitti de buraya gitmedi diye düşünüp duruyordu. Roqu kendi de dahil olmak üzere her şeyin neden orada, öyle olduğunu sorgulamaya başlıyor. Ama bir yandan da varoluşuna bir anlam arıyor tabii bulamıyor, yalnız sorumluluk duygusunu da hissediyor. Çünkü o var, varlığının etkileri var ama nedeni yok. Nasıl bulanmasın lan adamın midesi, beyni?
Burayı cidden dikkatli oku yalnız: Sartre' a göre insan olan biten her şeyden sorumludur. İnsanı yaptıklarıyla kendi özünü oluşturur.
İnsanın varolması için hiçbir neden yoktur ama insan vardır ve bu düşüncenin altında ezilir insan. Varlığına anlam yüklemeye çalışır, ama böyle bir anlam yoktur. Anlamsız şekilde varolan insanın bu anlamsızlığı fark etmesini anlatır işte bu kitap özetle.
Kitap neden önemlidir? Çünkü varoluşçuluk düşüncesini bir hikayenin içine bu kadar güzel yedirebilen dahası, varoluşçuluğu bu kadar kapsamlı şekilde anlatabilen ilk ve belki de tek romandır.