Sartre'yi ilk Jean Genet "Gülün Mucizesi" kitabını okurken farkettim. Hırsızlıktan müebbet yiyen bir adamın hapishanede yazdıklarını destekleyen ve dönemin Cumhurbaşkanına onun aftan yararlanması için dilekçe yazan yazardı Sartre. Sonra onu merak ettim ve "Bulantı"yı okuma maceram böyle başladı. Yaşanmışlıkları olan insanların yazdıklarını, hayatın tüm gerçeklerini çıplaklığıyla önüme koyan bak bu da var diyen yazarları seviyorum Genet bende böyle bir izlenim bırakmışken Nobel ödülünü reddeten bu şahane yazarla ilgili dikkatimi çeken bazı noktalar var mesela; Babasını 1,5 yaşında kaybeden Sartre ”Babam ben bir buçuk yaşımda iken ölme nezaketini göstererek, beni baba otoritesi yükünden kurtardı” diyerek aile, toplum, ulus vs. gibi değerlere karşı isyanını dile getirmiştir.Bir başka detayda; bir ara “Bulantı”yı yazdığı sıralarda bunalımlı bir devre yaşamış ve alışkanlık yapmadığı savunulan ve 4-12 saat etkili olan bir sanrı uyandırıcı Mescalin’i kullanmıştır.Görsel sanrılar eserlerine yansımış ve Sartre’a psikolojik şoklar yaşatmıştır.
Sartre; felsefi düşüncelere radikal değişiklikler getiren varoluşçuluğun önemini vurgulayan yazarlardandır. Sartre'ye göre İnsan sadece vardır. Belli bir amaç gözetilerek yaratılmamıştır. İnsan oluşurken bir taslak belirlenmemiştir. Önce varolur sonra kendi kendini gerçekleştirir. Yani kendisini nasıl yaparsa, öyle olur.Sartre görüldüğü gibi kaderciliğe inanmıyor bu nedenle Nietzsche gibi Ateist olduğu yönünde düşünceler olsada kitabındaki kahramanına söylettirdiği "Bütün insanların evet bütün insanların hayranlığa eşdeğer olduğunu biliyorum. Sizde hayranlığa değersiniz bende. Tanrı'nın yarattıkları olmamız bakımından tabi". Bu söylem bizde ki Yunus Emre'nin "severim yaradılanı yaradandan ötürü"ile eşdeğer.Varoluşçuluk kavramı ile de Ateistliğe olmasa da Deistliğe daha yakın görünüyor.
Bulantı adlı eserinde varoluş çabası içindeki bir adamı anlatıyor. Kahramanımız dünyanın anlamsızlığını, yüreğinde bulantı duyacak derecede açık seçik görebilen, ama bu gerçek karşısında yaşamını değiştiremeyecek kadar uyuşuk bir adamdır.Kinyas ve Kayra'yı okurken resmen hiçlik duygusuna kapılmıştım ama burada öyle değil hiçlik yok aksine herşey var.Evet her şey anlamsız ama her şey varolduğu için anlamsız. Bizde varız ama bunun için sebep yok.Kitapta hep bir sorgulama var mesela elim burada ama neden burada, kolum burada ama neden burada sonra bakıyor elim kolum sebepsiz yere burada falan:) Varoluşuna sebep arıyor ama bulamıyor var ama varoluşunun sebebi yok falan:) Bir kitap okuyucusuna bu kadar ulaşırdı tebrik ediyorum okurken bende de bir "bulantı" oluştu:) Zaman zaman bende öyle düşünmüyorum dersem yalan olur:) Sonra dedim ki kendi kendime demek ki bende varoluşçuluğu savunan bir kişiliğim yıllardır hayatın tanımını yaparken "hayat; anlamsızlıklar içinde anlam arama sanatıdır"diyordum. Sonra kendime geliyorum "varoluşumu başka varoluşlarla anlamlandırmadan var olmak çok saçma" deyip tüm anlamsızlıklaştırdıklarımdan vazgeçiyorum. Kitabı okurken kafam gitti geldi bunalıma girdim Sartre okumak yanında Eco masal kaldı:)
Kitaptan altını çizdiklerim:
-Gövde, bir kere yaşamaya başlayınca, bu işe kendi kendine devam edip gider. Ama düşünce öyle değil. Düşünceyi ben
sürdürür, ben geliştiririm.
-Birisini sevmeye kalkışmak, önemli bir işe girişmek gibidir, bilirsin. Enerji, kendini veriş, körlük ister. Hatta başlangıçta bir uçurumun üzerinden sıçramanın gerektiği bir an vardır. Düşünmeye kalkarsa atlayamaz insan. Bundan böyle artık bu gerekli sıçrayışı yapamayacağımı biliyorum.
-Topluluk içinde yaşayanlar, kendilerini, arkadaşlarına nasıl görünüyorlarsa aynalarda tıpkı öyle görmeyi öğrenmişlerdir. Benim arkadaşım yok. Tenimin bunca çıplak olması acaba bu yüzden mi? Buna insansız doğa denebilir.
-Tutkum ölmüştü artık. Yıllarca onunla dolup sürüklenmiştim, ama şimdi içim bomboştu.
-Bu sevinçli, akıllı uslu insan sesleri arasında yalnızım. Bütün bu adamlar; vakitlerini dertleşmekle, aynı düşüncede olduklarını anlayıp mutlululuk duymakla geçiriyorlar. Aynı şeyleri hep birlikte düşünmeye ne kadar da önem veriyorlar. Bakışı içe dönük, balık gözlü, kimsenin kendisiyle uyuşamadığı adamlardan biri aralarına
karışmaya görsün, suratları hemen değişir.
-Anılarımı şimdiden türetiyorum. Şimdinin içine fırlatılmış, orada bırakılmışım. Geçmişime yeniden dönmek istiyorum ama tutsaklığımdan kurtulamıyorum.
-Gizli kapaklı şeyler, ruh halleri, anlatılmaz duygular istemiyorum artık. Ben ne papaz, ne kız oğlan kızım, iç hayatım diye tutturamam.
-Bir şey sona ermek için başlamıştır. Serüven uzamaya gelmez, ona anlam veren ölümüdür yalnız.
-Benim bildiğim, nesnelerin insana dokunmaması gerekir. Çünkü canlı değillerdir. Aralarında yaşar, onları kullanır, sonra yerlerine koyarız. Onlar sadece yararlıdırlar. Oysa bana dokunuyorlar. Çekilmez bir durum bu. Onlarla bağlantı kurmak korkutuyor beni. Sanki hepsi birer canlı hayvan
-Bizi, birbirimizden ayıran gerçeği kavradım birden: Onun üzerinde düşünebileceklerim ona erişmiyordu; romanlarda
görülen ruh biliminden fazlası elimden gelmiyordu. Oysa onun yargısı beni bir kılıç gibi biçiyor ve varolma hakkımı bile sorguya çekiyordu.
-Şimdi var olandı; şimdi olmayan hiçbir şey varoluşmuyordu. Geçmiş var olan bir şey değildi. Hem de hiç değildi. Ne
eşyada, hatta ne de düşüncemde var oluşmuyordu. Kendi geçmişimin benden kaçmış olduğunu çoktan beri anlamıştım.