Chinooks Hokey Takımı serisinin ikinci kitabında bu sefer takımın kalecisi Luc Martineau ve hokey hakkında hiçbir şey bilmeyen bir hokey spikeri olan Jane’in hikayesi yer alıyordu. Kitabı ilk kitaptan hemen sonra okuduğum için ki aslında tüm seriyi peş peşe okuyorum, kıyaslama yapmamak mümkün olmuyor benim için. İlk kitapta karakterleri bayağı sevmiştim bu kitapta diyalogları, canım Chinooks Hokey Takımı’nın batıl inançlarını ve komik hallerini sevdim.
Konusundan bahsedecek olursam köşe yazarlığı yapan Jane, Chinooks Hokey Takımı’nın spikeri izne ayrılmak zorunda kalınca onun yerine geliyor. Hokey hakkında hiçbir şey bilmemesinden tutun, diğer oyuncuların batıl inançları yüzünden kadın spikerlerin ve onlarla yolculuk etmenin uğursuzluk getireceğini düşünürken işleri de bayağı zorlaşıyor haliyle. Luc ise tam anlamıyla Barbie bebek gibi kadınlardan hoşlanan bir hokey oyuncusu. Haliyle Jane gibi makyaj yapmayan, hep siyah giyinen ve kendi tabiriyle inek gözlükleri takan bir kadın ona pek de çekici gelmiyor. Öhöm, büyük konuşmamak lazım işte yukarıda Allah var.
Kitapta takıldığım iki noktadan biri çeviriyi eksik bulmamdı. Diğeri ise Luc ile Jane’in ne oldu ne bitti demeden birlikte olmaya başlamalarıydı. O kısım nedense bana eksik geldi. Ki kitap üç yüz sayfa bile değil ama ben daha farklı bir şekilde bekliyordum süreçlerini. Çok da zararı yok ama fazla üzerine düşülecek bir şey değil. Sevdiğim şeylerden biri ise ki aslında çok şey var, Jane’in pes etmeyen yapısı oldu yani onca erkeğin için de tek kadın başarılı olmak için bayağı azimli olmak gerekiyor.