Jack London'un benim için yeri ayrıdır. Kitaplarını okurken hiçte bir klasik okur gibi hissetmem kendimi. Daha önce Jack London'un Beyaz Diş, Demir Yolu Serserileri, Ateş Yakmak, Adem'den Önce, Martin Eden ve Vahşetin Çağrısı kitaplarını okudum. En ağır kitabı Martin Eden'di. Demir Ökçe'de Martin Eden kadar olmasa da ağır bir kitap. Martin Eden'de Martin isimli bir işçi konuk olduğu evde sanırım Marta isimli bir kızdan hoşlanıyor ve onun gözüne girebilmek, etkileyebilmek için kitap okumaya ve daha sonra yazarlığa adım atmasına tanık oluyorduk. Demir Ökçe'de ise cinsiyetler değişmiş: Avis isimli bir sosyete kızının evlerinde düzenlenen gecede Ernest isim bir sosyalist ile tanışması ve kendini hen Ernest'e hemde sosyalizme kaptırmasına tanık oluyoruz. Elimizde tuttuğumuz kitapta Avis'in yazdığı ve bir ağaç kovuğunda bulunan el yazması ve bu el yazması tam 700 yıl sonra bulunuyor, yıl olmuş artık 2700 küsür. 2700'lü yıllarda çeşitli dipnotlarla hazırlanmış ve sunulmuş bir kitap gibi Demir Ökçe. Ezilen işçi sınıfı ve halkı sömüren kapitalist sınıf karşı karşıya. Kitapta konu edilen düzen sanki günümüzden bahsediyor. Jack London bence müthiş bir öngörü ile yazılmış.