İnsan nasıl olunur? kitabıdır aslında. Altı çizilesi not alınası sonra da çerçeveye alıp duvara asılası sözcüklerin 100 sayfa bile etmeyen bir kitaba sığdırılmasının somut hali. Keşke diyor insan keşke olsa böyle.
''Çünkü sana bir şey verenden çalıyor, seni soyana bir şeyler veriyorsun. Konuşma ve eleştirme özgürlüğüyle sorumsuz gevezelik ve adî şakaları birbirine karıştırıyorsun. Eleştirmeye her an hazırsın, ama eleştirilmek istemiyorsun ve bu nedenle de başkalarından kopuyorsun. Başkasına saldırmaya bayılıyorsun, ama saldırı karşısında kalmaya dayanamazsın. Bu yüzdendir ki, her zaman gizli bir siperden saldırıyorsun.''
(...)
Kendi mutluluğunu yiyip bitiren sensin. Tam bir özgürlük içinde mutluluğun tadını çıkardığın olmadı hiç. Bu yüzden büyük bir oburluk içinde kendi mutluluğunu yiyorsun ve mutluluk sağlama onu koruma sorumluluğunu hiç üstlenmiyorsun. Mutluluğunu korumayı, onu, bir bahçıvanın çiçeklerini, bir çiftçinin ürünlerini yetiştirdiği, onlara gereken besini verdiği gibi beslemeyi öğrenmekten yoksun bıraktılar seni. Büyük araştırmacılar, ozan ve bilgeler kendi mutluluklarını korumak için senden kaçtılar. Senin çevrende, senin yörende mutluluğu yiyip bitirmek kolay ama onu korumak çok güçtür Küçük Adam.
(...)
Bu büyük adamın sunduğu engin bilgi ve fikir hazinesini sen nasıl kullandın peki, Küçük Adam? Bütün söylenenlerden yalnızca tek bir sözcük kaldı kulaklarında: diktatörlük! O büyük zekânın ve koca sıcak yüreğin önüne boca ettiği şeylerden tek bir sözcük kaldı ortada: diktatörlük. Geri kalan her şeyi denize döktün, özgürlük denen şey gitti, açıklık ve hakikat, iktisadî kölelik sorunlarının çözülmesi, ileriyi görme yöntemleri... her şey, ama her şey alaşağı edildi. Yerinde olmakla birlikte istenmeyerek seçilmiş tek bir sözcük kaldı elinde: diktatörlük!