Doğu'nun Limanları

7 puan

Lübnan asıllı Amin Maalouf 1975’te çıkan iç savaş nedeniyle Fransa’ya gitmiş ve hâlâ orada yaşamaktadır. Eserlerini Fransızca yazan yazar, Orta Doğu'yu ve Batı'yı iyi tanıyan ve bu iki kültürü eserlerinde çok iyi harmanlayarak yazar. Kitapları kırktan fazla dile çevrilen yazarın Doğunun Limanları adlı kitabı Semerkant'tan sonra okuduğum ikinci kitabı. Bu kitapta içinde bulunduğumuz, kimimizin sağır dilsiz olup gözünü kapadığı, kimimizin uzaktan izlediği, kimimizin de bizzat yaşayarak canının yandığı hayatları, tarihi olayları, savaşın insanlar üzerindeki etkilerini, yazarın konuyu ele alış biçiminden ve hikayenin oryantalist pembe dizi kıvamında yazılmış olmasından yola çıkarak bizzat yaşamış gibi hissediyorsunuz. Anlatım öyle etkileyici ki gözümü kapattığımda Orta Doğudayım. İbn Haldun’un “Coğrafya kaderdir” diye çok sevdiğim bir sözü vardır. Evet, Orta Doğu’nun kaderi savaş demek, kan demek, sevdiklerinden ayrı düşmek demek… Stefan Zweig Satranç kitabında savaşın etkilerinden bahsederken, Orta Doğudaki savaşın sonuçlarının nereye gideceğini kestiremediğim bir noktaya temas ediyor. Diyor ki, “20. yüzyıl savaşlarında tahribat ağır olsa da insanlık üstesinden gelmeyi başarmıştır. Biraz daha uzun sürseydi insanlık kaybedecekti."

Doğunun Limanları'nın hikayesi kahramanımız İsyan’ın babaannesi İffet Hanım'ın Osmanlı padişahlarından birinin kızı olması nedeniyle İstanbul’da başlıyor. Kitap bir kurgu fakat kurguda esinlenen olayların tarihin sayfalarından alındığını görüyoruz. Örneğin; tahttan indirildiği için bunalıma girdiği söylenen ve bilekleri kesilmiş olarak odasında bulunan ve artık cinayet mi yoksa intihar mı olduğu noktasında tarihçilerin de üzerinde durmadığı padişahın Sultan Abdülaziz, İffet Hanım'ın da Sultan Abdülaziz’in kızı Nazime Sultan olduğu söyleniyor. İstanbul’dan başlayan hikaye de olay örgüsü Adana-Beyrut-Fransa’ya kadar uzanıyor. Kitabında; Türk, Ermeni, Yahudi ve Arapları bir araya getiren Maalouf “İnsanlar; acaba dil, din, ırk, mezhep ayırımı gözetmeksizin, sadece “insan” olarak coğrafyanın tüm renkleriyle bir arada yaşayamaz mıydı? ” sorusunu düşündürüyor.

Kitabın finali etkileyici ve gizemli olmasına rağmen bir bakıma sonunun okuyucuya bırakılmış olduğunu düşünüyorum. Maalof’un anlatımındaki samimiyet yine Orta Doğu'yu anlatan Hosseini’nin “Uçurtma Avcısı” kitabındaki gibi okuyucuyu derinden yakalıyor. Her iki kitaptaki edebi nitelik tartışılır olmasa da duygu bazında acıyan, kanayan yaralarımıza temas niteliği taşıdığından hikayeyi duygusal boyutta unutulmaz kılıyor.

Ve son olarak Yapı Kredi Yayınları'ndan aldığım bu kitabın çeviri problemini dile getirmek istiyorum. Benim kitabım, Esin Talu Çelikkan çevirisiyle “Doğunun Limanları” ismiyle çıkmış. Bu kitabı okuyan Kaan Maraba ile altını çizdiğimiz yerleri karşılaştırırken aynı yayınevinin Can Yayınevi'nden transfer ettiği Saadet Özen’in çevirdiği "Doğu'nun Limanları" nı daha başarılı olduğunu belirtmek istiyorum. Ayrıca kitabı önerdiği ve yorumlama konusundaki fikir, eleştiri ve dilbilgisi düzenlemesi için kendisine teşekkür ederim.

Kitaptan altını Çizdiklerim:

- Aşk, el değmemiş olarak kalabilir, heyecan da öyle. Aylar da geçse, yıllar da geçse! Hayat bıkılacak kadar uzun değil!

-Sana en değerli kitaplarımı verebilirdim; her şeye sahip birine bile eski bir kitap hediye edilebilir.

- Yolda durmuş merakla, şefkatle onları seyredenler var. Ben böyle bakamam onlara. Ben, yoldan geçen biri değilim.
-Gelecek, geçmişin duvarlarının ardında değildir.

-Geleceği kuran, geçmişe dönük özlemlerimiz değil de nedir?

-İnsan özlemini çektiği sevinçlere ulaşamadığı zaman sıkılır.

-Bazen aşklarında sonbaharı vardır.

- Gelmemenin bir vakti yoktur. İnsan coşkuyla beklerken ne kadar zaman geçerse, o büyük günün yaklaştığına o kadar inanır.

Yorumlar
« geri ileri »

0 ile 0 arası yorum gösteriliyor, toplam 0 yorum.
Yorum yazılmamış.
« geri ileri »