Azra Kohen’in Gör Beni adlı romanını iki ay önce okumaya başladım. Gerek plan dışı ortaya çıkan meşguliyetlerim, gerekse kitabı beklediğim akıcılıkta bulamadığım için kitabı bitirmem uzun sürdü; hatta daha önce Fi adlı kitabını ilk 70 sayfa sonrasında okumadan bıraktığım gibi yazarın bu kitabını da bırakmayı düşündüm ama bir şekilde ısrar ederek kitabı nihayet bitirdim. Öyle ya, bu kadar kendinden bahsettiren ve popüler olan bir kitapta kayda değer bir şey mutlaka olmalıydı. Son sayfalara kadar hep bu yöndeki ümidimi korudum ancak şunu ifade etmek zorundayım ki; bu kitabın içeriğini ve felsefi derinliğini, ana akım medyada ve sosyal medyada kitabın kendisi hakkında yürütülen PR ve reklam çalışması kadar başarılı bulmadım. Tabi ki romanın konu ve içerik olarak sıradan veya değersiz olduğunu söylemek haksızlık olur ama belki de kitaba başlarken yüksek beklentiler içinde olmak bu sonucu doğurdu.
Daha fazla uzatmadan ve mümkün olduğu kadar objektif biçimde esere ilişkin -olumlu ve olumsuz- eleştirilerimi sıralayayım:
Tahminimce, yazar bu kitabı öncelikle geniş bir okur kitlesine ulaştırmak, bununla yetinmeyip Fi adlı romanı gibi bu kitabın da ekrana veya beyaz perdeye taşınması maksadıyla yazmış. Kitabın biraz da gereksiz büyük hacmi, diyalektikler, müzik önerileri ve konsantrasyon eksikliği yaşayan okuyucunun cinsel fantezi kırıntılarıyla yeniden ilgisini çekme çabası bu kanıyı güçlendiriyor. Şunu kabul etmek ve takdir etmek gerekir ki bu roman; Osmanlı Devletinin yıkılışını üzüntüyle karşılayan muhafazakar kesim ile genç Türkiye Cumhuriyeti’nin etrafında kenetlenen yenilikçi kesimler arasında bir fikir uzlaşısı sağlamak, her iki tarafın da birbirine karşı empati geliştirmesine aracı olmak, Cumhuriyetin Türk kadınına hak ettiği değeri verdiğini vurgulamak, fikri uyanışın toplumun geleceği açısından ne kadar gerekli olduğuna dikkat çekmek gibi önemli bir misyon üstlenmiş. Hatta her iki tarafa karşı da tavşana kaç, tazıya tut diyen; kendi büyük idealleri veya çıkarları adına etnik ve politik katalizörlük yapan üçüncü tarafın temsilcileri de görülebiliyor satır aralarında. En azından Akilah Azra Kohen’in bu kitap hakkında verdiği ve benim de izlemiş olduğum röportajlarından ben bu kanıyı edindim.
Eser bir taraftan Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda, Cumhuriyet kadını Ülkü ile Sadrazam oğlu Selim arasında ve Orhan ile İlmiye arasında yaşanan iki aşkı, dönemin ve karakterlerin çelişkilerini anlatırken; diğer yandan da dinler ve insanlık tarihinden ilginç kesitler sunuyor. İşte bu noktada kitabın akıcılığına önemli ölçüde ket vuracak yoğunlukta tarihsel girdiler yapılmış. Yazarın bu denli çok yönlü bilgiyi araştırması ve okuyucuya sunması dikkate değer bir çaba ama çok katmanlı (insanlık tarihi, dinler tarihi ve aşk romanı) olarak yazdığı bu kitabın katmanlarını okuyucuyu alıp götürecek şekilde kaynaştıramamış. Ayrıca karakterlerin çelişkilerini ortaya koymanın ötesinde, karşıt düşünce ve fikirler yeterince irdelenememiş. Sanki üç farklı kitap zorlamayla bir araya getirilerek harmanlanmış gibi.
Benzer hisse Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar adlı eserinde de kapılmıştım ama arada şöyle bir fark var; Gör Beni kendini yeteri kadar gösteremedi, Tutunamayanlar’a ise hali hazırdaki kısıtlı birikimimle ben yeteri kadar tutunamadım.
Bir de noktalama işaretlerinin yeterince ve doğru biçimde kullanılmamış olması, okuma temposu ve ritmini olumsuz olarak etkiliyor.
Kitapta tartışmaya açık bazı ifadeler dikkat çekiyor; peygamberlerin indirdiği dinler, Yahudiliğin ilk din olması, Tevrat'ın Hz.Musa'dan 1383 yıl sonra yazılmaya başlanması, efsanelerin dinleştirilmiş olabileceği, Kur’an-ı Kerim’in Hz. Osman tarafından yazılması, vb. gibi. (Peygamberlere indirilen dinler, Hz. Osman’ın Kur’anı yazıya geçirtmesi, en eski din olduğu kesin olmamakla birlikte Hinduizmin Musevilikten daha eski bir din olduğu şeklinde ifadeler olabilirdi).
Deforme meallerle Kur’an-ı Kerim’in belli akım ve ideolojiler doğrultusunda çarpıtılarak insanlara aktarıldığı ifadesini ise çok doğru ve yerinde buluyorum.
Kitapta ilginç bilgiler ve üzerinde uzun uzun düşünmeye değer iddialar da var: Piyano çalmanın zihinsel gelişime katkısı, Sümerlerin insanlık tarihindeki yeri, Suudi Arabistan’ın Vahabiliği yaymak eksenli olarak Batı desteğinde kurulup, kendi bulunduğu coğrafyada güçlendirilmesi, Arap ülkelerinin liderlerinin belli bir soydan geliyor olması, Batı’nın Hint öz kaynaklarını sömürmek için Hint tarihini yok etme çabası, 1.Dünya Savaşı’nın sırf birinin birini öldürmesi yüzünden çıkmayıp gizli ve daha önemli nedenlerle çıktığı, Ortadoğu’nun yüzyıllardır sömürüldüğü ve istismar edildiği gibi.
Sonuç olarak -iyisiyle kötüsüyle- hepsinden ortaya karışık bir görüntü içinde, okuyucuya okuma zevki yaşatmanın ötesinde okuyucuya sürekli bir şeyler öğretme veya bir şeyler öğrenmeye teşvik etme çabası baskın Gör Beni’de. Bu kitapla başlayan serinin ikinci kitabı olacağı söylenen “Dinle Beni” umarım biraz daha derli toplu olur.
Hoşuma giden bölümlerden bazı alıntılar ise aşağıda görülmekte. Keyifli, güzel, yerinde ve doğru “okuma”lar dilerim.
“Ya lokomotif olursun ya da vagon!
Lokomotifsen nereye gideceğine ve nasıl gidileceğine sen karar verirsin, insanlığın hikayesinin kiminle ne zaman başladığını sen seçersin, vagonsan birileri karar verir ve sen sadece peşlerinden gidersin. Bugün kullandığımız her şeyi onlar (Batılılar) geliştirdi ve sizler o yüzden onların açtığı yolda onların sizi sürüklediği yere gitmek zorunda kalıyorsunuz.
Takipçisiniz, keşifçi değil. Keşifçi olup kendi yolunuzu açmanın, vagon olmamanın tek yolu var!...
...Öğrenmek.. Gelişmek.. Yol olmak.”
“Açlık çekmiş biri başka bir canın aç kalmasına nasıl dayansındı?”
“… her şeyi genelleştirme çabası, tarihteki en büyük problemdir.”
“...İslâm naraları atmak Müslümanlığın kanıtı değildir, çünkü anlayıştır İslâm...
...O gereksiz, kavgacı naralar İslâmı gerçekten yaşamayanlarca atılır... ...İslâmı yaşarsın, etrafındaki herkese örnek olacak bir zarafet ve kudrette yaşarsın, gerisi teferruattır. Ve İslam’ı yaşayabilmek için önce insan olmak gerektiğini anlamak lazım...”
“Birilerinin abartılı zenginliği başka birilerinin daha da fakirleşmesi değil miydi?..”
“Baktığı pahalılıktaki aciz fakirliği gördü Fehmi; görülenin ötesini görmeyi seçen herkes gibi...”
“Daha büyük planları saklamanın tek yolu nedenleri saklamaktır.”
“Zor zamanlarda kendimize söylediğimiz yalanlar değerliydi ama giderek eskiyordu hepsi ve yerine yenileri bulunamıyordu... Uyanmanın vakti belki de gelmişti.”
“Öğrenmek, Müslümanlığın ana şartıydı. Müslüman, öğrendiğinden değil, öğrenmediğinden korkmalıydı.”
“Doğru daima doğrudur; ta ki birileri onun yanlış olduğunu kanıtlayana kadar...
Ve tarih doğru sanılan yanlışlarla doludur.”
“Soruların sorulmadığı, soru soranların şeytan sayıldığı bir gelenek nasıl İslâm'ı yansıtsın?”
“İnsan kendisinde ne varsa etrafında da o var sanırdı.”
“... övgüler dizecekleri birilerini daima buluyorlardı güce yakın olanları bekledikleri o yalakalık kuyruğunda...”
“... her güç gibi el değiştirmişti, her güç gibi o da geçip gitmişti.”
“Sevgisizlik resmen bir hastalıktı; henüz tıp dünyasında adı konmamış, insanlığı bozan, yıpratan, dünyayı cehenneme dönüştüren bir hastalıktı ve belki de bulaşıcıydı.”
“ ’Sen benim kim olduğumu biliyor musun?!’
Bu cümle, bu topraklarda en dikkat edilmesi gereken cümleydi!”
“Cihat'ı biz yarattık arkadaşım. Asker toplayabilmek için bundan daha ekonomik bir yöntem bulunamaz. Kuralları biz koyduk. İslam’a göre cihat nefsin terbiyesi gibi bir şey demekti. İnsanın kendi kendiyle savaşı anlamına geliyordu… İslam’ı incelesen şaşarsın; sevgi, barış, nefis terbiyesinden hallice bir din. Sadece bir kelimenin anlamını değiştirdiğimizde çölde bela arayan yabanileri savaş makinesine çevirdik ve işte Thomas Edward Lawrence'ın dahiyane icadı, Ortadoğu’nun sihirli anahtarı Vahabizm böyle doğdu.”
“Değerleri sindirilmemiş bir toplumu dışardan kalkıp gelen biri yönetemez.”
“Bir nesil yetiştirmek 15 sene ama bir nesli yok etmek beş sene sürüyor. Beş nesli bitmiş bir kültür teslimdir! Eğitimi bitirmeden, zafer ile böylesine kenetlenmiş bir toplumu çözemezsin!..”
“Kendisi gibi olabilen kaç kişi vardı kalabalıkların arasında?”
“Para söz konusu olunca zihne tohum ekmek ne kolaydı! Karakteri zayıf insanların paraya daima bir zaafı vardı...”
“Zaman her şeyin çaresidir derler ya? Aslında zaman değildir çare; o zaman içinde acılarımızı yenmek için harcadığımız çabadır.”
“Aşk çabadır. Emektir. Gayrettir. Mücadeledir... En çok da kişinin kendisiyle mücadelesidir.”
“Önyargılarından sıyrılamayanlar(sa) hep kayıptılar.”