Kitaba büyük umutlarla başlamıştım. Ne umdum ne buldum..
Kitap çok fazla detaya boğulmuş; bu sebeple de başlarda çok sıkıldım. Kitabın son iki yüz elli sayfası da olmasa okuduğuma pişman olacaktım neredeyse.
Kitabı ister istemez yazarın Dikenler ve Güller Sarayı Serisi ile kıyasladım.
Rhysand ile Feyre çiftinin yerini tutamadı Hunt ile Byrce çifti.
Ama kitabın son sayfalarında seri olaylar, gizemlerin açığa çıkması ve dolayısıyla yeni gizemlerin ortaya çıkmasıyla serinin diğer kitaplarını da takip edeceğim.
Ama benim için son sayfaları dışında ortalama bir kitaptı.
---------
“Kuralları ben yazmadım Quinlan.”
“Hmm.”
“Perdeleri aç.”
“Hayır, teşekkür ederim.”
“Ya da beni içeri davet edip işimi kolaylaştırabilirsin.”
“Kesinlikle hayır.”
“Neden?”
“Çünkü işini o çatıdan da yapabilirsin.”
Hunt’ın kıkırdaması kemikleri boyunca yayıldı. “Bu cinayetlerin temeline inmemiz emredildi. Bunu sana söylemekten nefret ediyorum tatlım ama gerçekten yakınlaşmak üzereyiz.”
********
“Bu, şimdiden bir kabus gibi.”
Isaiah öksürdü. “Sadece bir gece izledin Quinlan’ı.”
“Tam olarak on saat. Ta ki evcil kimerası şafakta yanımda belirene kadar. Uyukluyormuşum gibi göründüğüm için beni kıçımdan ısırdı ve sonra tekrar ortadan kayboldu. Binanın içinden geçti. Tam o anda Quinlan yatak odasından çıkıp perdeleri açtı ve beni aptal gibi kendi kıçımı tutarken gördü. Kimeraların dişlerinin ne kadar keskin olduğunu biliyor musun?”
Hunt, Isaiah’ın sesinde bir gülümseme duyduğuna yemin edebilirdi.
“Açıklamak için yanına uçtuğumda, müziğin sesini sonuna kadar açtı ve beni lanet bir velet gibi görmezden geldi.”