''Öylesine aradım seni o gün. Üniversitede sınav ve toplantı vardı, kadıköy'e ancak varmışım. Yoksa geçen cuma olduğu gibi yanına da gelmiş olurdum o saatte. Ama o gün işim çoktu. Tabii zamanım da boldu. Öyle sanıyordum. Yoldan aradım seni. Başın kalabalıktı. Her zamanki gibi diye düşündüm. Hatta sinirlendim bile. Ne zamandır çığrından çıktı hayatın. Kendin diye bir şey yok sanki, anonim bir biz var. Ne çok emek, ne çok özveri...' hah, ben de seninle konuşacaktım. bir rahata ereyim ben seni arayacağım' dedin.''
''Yürüdüm biraz, eve alışveriş lazım. Tam kasaptan çıkmıştım, elimde bir kilo kıyma. Telefon çaldı. Sensin diye bir heves atıldım. 'iyi günler karin hanım' dedi bir ses, bir televizyon kanalından. 'hrant dink'i kaybettik, başımız sağolsun' altı üstü beş sözcük ama yan yana gelince ucubeye benziyor. Ne saçma... 'ne diyorsunuz siz' dedim, 'daha biraz önce konuştuk' tamam, kabul benim cevabım da saçma. Elbette her şey bir anda olur, daha fazlasında değil. Ama olmayacak şeyler de vardır, tövbe de. Başın sıkışık olsun razıyım. Bir 'alo'de, sonra konuşuruz...''
Karin Karakaşlı
Bu satırları hayatım boyunca unutmayacağım.