Öyle bir kitap ki hem savaşın korkunçluğunun sadece savaş anıyla, cepheyle sınırlı olmadığını sonrasının da savaş kadar zorlu, savaş kadar korkunç, savaş kadar acı olduğunu ortaya koyarken aynı zamanda tasvirleriyle ve efsaneleriyle büyülüyor. Bir yanda onbeşliler, onaltılılar, oğulları yerine künyeleri gelen annelerin bitmeyen bekleyişi, donan askerler, boş kalan evler, sahipsiz çocuklar, boş şehirler, asker kaçakları, vücudu kevgire dönmüş gaziler, “çok ölenler”… Diğer yanda her kültürden insanla o insanların efsaneleri, yörelerinin kültürlerinin güzellikleri masalları… Tüm bunların ortasında cennetten bir köşe Karınca Ada…
Gerçekten mübadele döneminde “gidenler” ve “gelenlerin” acı öyküleri çok duyulmuştur da bizzat şehirlerin acısı, sessizliği, boşluğu bu kadar duyulmamıştır herhalde. Savaş sonrası Anadolu’nun içler acısı hali savaşın nasıl bir mücadeleyle, özgürlüğün neler pahasına kazanıldığının en büyük kanıtı. Ayrıca savaştaki kıyımlarla ilgili olsun, çete haline gelen sahipsiz çocuklar ve zaman içinde ölüme terk edilişleri olsun, yerleştirilmek üzere gelenlerin yaşadıkları zorluklar olsun (misal balıkçılıkla geçinen bir ailenin bozkırın ortasına yollanması ya da yerleşmek üzere Yunan ordusunun geri çekilirken tamamen yaktığı taş üstünde taş kalmamış bir köye gönderilen göçmenler gibi) her devrin olmazsa olmazı savaş fırsatçıları olsun, kereste yokluğu olsun, dönemi pek de edebiyatta işlenmeyen yönleri ile ele alması eseri daha da değerli kılıyor. Akıcılık bakımından özellikle yoğun tasvirler ve efsaneler sebebiyle biraz ağır gelebilir. Ama bu şiirsel anlatım Yaşar Kemal’in kelimeleriyle adeta bir masala dönüşüyor.