İçinde tutku, gizem, az erotizm ve gerilim bulunan Amanda Quick romanını bitirmiş bulunmaktayım.
İngiltere tarihi hep ilgimi çekmiştir, dönem kıyafetleri, mimari, insanların birbirlerine hitap şekilleri, burnu havada sosyete.
İçinde birazda aşk olunca tadından yenmez olur Londra.
Aslında böyle yazdığıma bakmayın kitap beni öyle çok çok tatmin etmedi, sanırım biraz fazla beklentiyle okumamdan kaynaklı bu.Ama yine de sevdim.
Konuya gelirsek Iphiginia iyi eğitim görmüş, ailesini erken kaybetmesine rağmen kendini iyi yetiştirmiş kendi ayakları üzerinde durabilen genç bir kadındır.Bir gün halasına gelen bir şantaj mektubuyla kendini hiç beklemediği bir meceranın ortasında bulur.
Genç kadın sosyeteye sızarak halasına şantaj yapanı bulabilmek için Londra'nın en gözde kontunun metresi rolüne bürünür.Halasına gelen mektupta kontun öldüğü yazmaktadır, fakat kont biraz kafa dinlemek için çekildiği taşradaki evinde kim olduğu konusunda hiçbir fikri olmadığı metresinin sosyetede fırtınalar kopardığını duyunca soluğu Londra'da, Iphigina'nın yanında alır.Öldüğünü sandığı adamı karşısında gören genç kadın Markus'a -kont- yaptığının nedenini açıklamaya çalışsada Markus ona inanmaz fakat Iphigina'nın oyunu devam ettirmesi için yalvarmalarına da kayıtsız kalamaz, çünkü kızdan hoşlanmıştır.
Kitap böyle başlıyor, devamında daha da hareketleniyor tabi ki.
Şantajcıyı çok kolay olmasa da kitabından başından tahmin etmiştim ben.Ve tahminimde yanılmadım.Ama yazarın kurgusu kolay kolay ele vermiyor konuyu, yani benim tahminim biraz şans eseri tuttu.
Kitapta hoşuma gitmeyen birkaç detay var, tabi hoşuma gidenlerde ama ilk önce olumsuzlarla başlamak istiyorum.
-Kitabın başında yazar Amelia'nın -Iphigina'nın kuzeni- Iphigina'dan daha güzel ve alımlı olduğunu söyleyerek beni küçük bir hayal kırıklığına uğrattı.Ne bilim insan kitapta tutkusuna tanık olacağı kişinin tüm yan karakterlerden her anlamda üstün olmasını bekliyor ki güzellik aşk romanlarında çok çok daha önemli bir unsur.
-İlk sevişmelerinin daha özel ve güzel olmasını isterdim.Tamam Markus kızın bakire olduğunu öğrendiğinde kızıp sinirlenebilir kurallarında birini çğnediği için ama bu kadar abartmasaydı.Zaten adamın o sırada taş kesilip yüzükoyun yatması ve Iphigina'nın onun öldüğünü sanması kısmı tam bir faciaydı.
-Kızın bulduğu her fırsatta adama onu sevdiğini söylemesi ve Markus'un kitabın sonuna kadar ağzından onu sevdiğini söyleyen sözcükler dökülmediği için çok öfkelendim.Tamam yazar kitabın sonuna saklamış onu ama napim biraz kzıdım işte.
-Historicallerde çok olgun karakterlere alışık değiliz ya da ben değilim.Bilmiyorum benim okuduğum romanlardaki karekterler tasadüfi olarak mı 18-25 yaş arasında değişiyorlardı bilemiyorum ama Markus'un 37 yaşında olduğunu öğrendiğimde yine küçük bir kalp krizi atlatmadım değil, Iphigina da 27'ydi.Tamam Markus dul bir adam, ilk karısını kaybetmiş bir adam ama hiç değilse yaşı biraz kıza yakın olsaydı, 30 falan mesela.
-Iphigina'nın Londra'ya gelmeden önceki hayatına değinilen yerlerde kız kardeşiyle evlenen Richard'a bir takım duygular beslediğini de öğrendik.Yazar biraz bu konu üstünde dursun isterdim.Hani biraz kıskançlık olsun Markus'la aralarında isterdim.Richard olması şart değildi, Iphigina'nın muhasebecisi Adam vardı, arkadaşı Hoyt vardı.Az biraz kıskançlık fena gitmezdi hani.
-İkilinin -birbirini yeni tanımakta olan ikilinin- cinsel konularda o kadar rahat konuşmaları beni az da olsa rahatsız etti.Tamam birbirlerine karşı bi çekim duydukları su götürmez ama biraz daha üstü kapalı olsalardı.Hoş ne kitaplar okuduk ya neyse.
-Kitabın sonunda Iphigina'nın beni sevmeyen bir erkekle evlenemem nazları öldürdü beni.Duyguya o kadar önem veriyorsan adamla ne diye yattın baştan.
Birazda hoşuma giden taraflardan bahsedeyim, çok uzatıyorum sanırım ama :)
-Markus'un taşrada Iphigina'yı ilk öğrendiği zamanki tavrına bayıldım.Sizin hiç haberiniz olmadan birisi sizin sevgiliniz olduğunu iddia ederek ortalığı birbirine katıyor ve siz hiç açık vermiyorsunuz olayın aslını astarını anlamadan.Çoğu insanın yapamayacağı -yapmayacağı- bir şey, Markus bu konuda tam bir beyefendi gibi davrandı.
-Amelia'ya bayıldım, romanların çoğunda ana karakter kızımız yapayalnız oluyor ama burada yanından hiç ayrılmayan yaralı bir Amelia'mız vardı ki hiçbir nedeni olmadan Amelia'yı sevdim, Adam ile olan durumlarına bayıldım zaten, çok çok yakıştılar.
-400 küsür sayfalık bir romanda sadece iki kez sevişmeleri oldukça yerindeydi.İçi dışı cinsellikle dolu historicaller oldukça itici çünkü.
-Markus ve Leydi Sans arasındaki dostluğa bayıldım, her dönemde bir kadın ve bir erkeğin aralarında duygusal bir yakınlaşma olmadan arkadaş olabileceklerinin kanıtıydı bu.
-Hannah'ın kocasının eşini Markus'tan kıskanması çok çok hoşuma gitti, biraz daha derin işlenebilirdi sanki bu konu.Ben sanırım aşk üçgenlerinden hoşlanıyorum :)
-Evlendikleri günün gecesinde bile şantajcının peşinde olmaları harikaydı, Iphigina'nın Markus'un zekasına hem hayran olup az biraz da kıskanması, kendi planınınında gayet iyi olduğunu kanıtlama çabaları falan hoştu.
Yazar güzel bir kurgu yaratmış, okuduğunuza pişman olmazsınız bence, hele benim gibi uygun bir fiyata bulursanız kaçırmayın derim, sevgiler :)